Türk Mûsikîsinin Yeni Meseleleri –IV- … Fırat Kızıltuğ


Toplam Okunma: 3156 | En Son Okunma: 07.05.2024 - 22:16
Kategori: Fikir Yazıları

Türk Mûsikîsi sadece şarkı boyutuna indirgenip, cahil cühelânın hücumuna uğradıktan sonra başlayan enflâsyon sonucu, ortalığa on binlerce şarkıcık yağdı. Tıpkı şiirimiz gibi. “Serbest Nazım” en kabiliyetsizleri bile nasıl şair sınıfından saydı ise, bu şarkıcıkları yumurtlayanlara da “besteci” dendi. Peki bu furyanın asıl sebebi ne ola ki?..

Yüzyılın başlarında bir “Kanto” geleneği varmış. Özellikle gayr-i Türk haspalar, fanfar eşliğinde hem kıvırır, hem de kantoyu oynarlarmış. İşte bu oynaklık, pop müziğin yaygınlaşmasına vesile olmasından başka Türk Mûsikîsinin üzerine de sıçradı. Öyle bir bulaşık lekesi haline geldi ki, kimse söküp atamıyor.

Artık şarkılar söylenmiyor. Oynanıyor. Şarkı oynama furyasına bestekârcıklar da çanak tuttular. Oynanabilecek şarkılar döktürmeğe başladılar. Sanatlarını ve fıtrî kaabiliyetlerini satılığa çıkarabilen mûsikî sahtekârları, plâkçılar çarşısı, televizyon kanalları, fm. İstasyonları ile işbirliği içine girdi.

Özellikle kadın şarkıcılar, oynaklıklarını, tenleri seviyesine inen kıyafetler içinde sunmaya başladılar. Bir sanatkârı değerlendirilirken: “Sahnesi iyi veya sahnesi iyi değil.” Zihniyetiyle temaşa eden seyirci türedi. Biz bunu dobra dobra ifade etmek istersek şöyle dememiz lâzım: “Kadın şarkıyı iyi çalkalıyor.”

Oynanan şarkıların icrası sırasında giyilen kıyafet meselesi öyle bir hal aldı ki, sahnedeki veya beyazcamdaki türkücüler de, dansöz kıyafeti içinde, açık saçık havalarda, zeybek bile okuyor. Zeybek havalarının içindeki dramatik hikâyelere, ağıtlara, hüzünlere, kahramanlığa, kısacası “Efeliğe” hiç uymayan bir ten ve oynaklık edasıyla…

A kızım, başına pullu zeybek başlığı, Kütahya işi sırmalı cepken, içine Bilecik işi köynek, altına Aydın işi tuman, bir de beline Trablus Kuşağı dolayıp, ayaklarına da sarı sahtiyandan yumuşak yemeni giysen de, Ege havaları okusan olmaz mı?

Bu görüntüyü hayal edebilsen, eminim senin bile gözlerin kamaşacak. Bar, pavyon kıyafetiyle şarkılarımız, Türkülerimiz okunur mu? Pos bıyıklı üç beş maganda “Sahnesi iyi” düşüncesinde olacak diye, sesinin özelliklerini gösterecek yerde, çıplak omuzların mı teganni edecek?. Eminim burasını anlayamadın. Teganni etmek demek, bir mûsikî eserini icra etmek demektir. Birazcık çaktın mı?

Mûsikî eserlerinin, bu aşırı oynaklığına bağlı olarak sözleri de -Türkçe aleyhine- iyice dejenere oldu.

İzmir Fuarında kara kuru, tipsiz bir adam tanımıştım. Yanımdakine sordum; “Kim bu yahu?” arkadaşım: “O bestekârdır” dedi. Ziyadesiyle ilgilendim “Hangi eserin bestekârı?”:

“Amanın kelle kelle,
  Gel beni elle elle.”

Neeee? Diye bir şaşkınlık sayhası koyverdim. Arkadaşım: “Sen ne diyorsun, o plâk bayağı sattı, plâkçı âbad oldu.” Dedi. Geçenlerde Fatih’ten geçiyordum. Bir kasetçi bangır bangır bu “kelle” yi öparlörleri marifetiyle, caddeye yayıyor, “ses kirliliğine” mâruz bırakıyordu. Kelle, yeni teknoloji(!) ile, dijital olarak kayıt edilmiş. Tam tamları attırılmış, bilgisayar desteği ile “altyapı(!)” kuvvetlendirilmiş. Hem de bir gurup tarafından kellelenmiş. Sadece CD kapağını o kalitede basmak için, milyon lira (şimdiki lira) harcanmış. Bir o kadar da, kapağı hazırlayan ressama ödenmiş. O ressam, acaba “kelle” yi bilgisayarda renklendirirken ne düşündü? Yoksa o da mı amip?

Çok yakında resmî kanallarda bile kelle oynandığını görürseniz şaşmayın. Ütülenecek bu kadar kelle varken, niye olmasın?..
______________________________
Not: Google denen sitede biri, benim için: “Her kuyuya taş atan deli” demiş. Eyvallah oğlum, sizin gibi göz boyayan, sahtekâr olacağıma, deli diye vasıflandırılmayı tercih ederim. Şiir bile yazdım:

…Kaçık ressamlar tümen tümen,
Pek çok bestekâr var bilinen,
Şüphe var, dâhî’den de ilmen;
“Delilik, az akılla dönmez.”




Hoşgeldiniz