Küreselleşme Ekseninde Aldatıcı ve Yönlendirici Bir Kavram : Evrensel Müzik… S. Zeki Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 3607 | En Son Okunma: 15.04.2024 - 12:48
Kategori: Fikir Yazıları

Sözkonusu açıdan bakıldığında, müziğin evrenselliği doğru bir kavram. Ancak, son ikiyüz yıldan bu yana ülkemiz müziğinin macerasına baktığımızda, böyle bir tanımlamanın; dünyaya egemen güçlerin siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarları gereği  -ortaya atıp, kabul ettirip-  kendi lehlerine kullandıkları bir argüman olduğu sonucuna ulaştığını gözlemliyoruz…

Küreselleşme Ekseninde Aldatıcı ve Yönlendirici Bir Kavram : Evrensel Müzik… S. Zeki Çavdaroğlu

Asırlar boyunca müziğin tanım ve tarifi yapılırken, “ müzik ruhun gıdasıdır” ve hemen sonrasında, “ müzik evrenseldir” anlamındaki kalıp cümleler söylenir durur. Böyle bir söylemde , reddedilemeyecek olgu ise, müziğin kitlesel anlamda kültür alışverişine en uygun materyal oluşudur. Bu da zaten teknolojik iletişimin akıl almaz boyutlara ulaştığı günümüzde bütün netliği ile görülmektedir.

Sözkonusu açıdan bakıldığında, müziğin evrenselliği doğru bir kavram. Ancak, son ikiyüz yıldır, ülkemizde müziğin macerasına baktığımızda, böyle bir tanımlamanın, dünyaya egemen güçlerin siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarları gereği ortaya atıp, kabul ettirip, kendi lehlerine kullandıkları bir argüman olduğu sonucuna ulaştığını gözlemliyoruz.

“… evrensel müzik” diye bir şey yoktur. Müzik vardır; “evrensel müzik” yoktur ve olamaz. “Evrensel müzik,” yeni dünya düzeninin dayattığı Bilderberg konferansları gibi bir olgudur. Yani, tarihin belirli bir noktasında, en baskıcı, en varsıl, en güçlü ülkenin dünyaya dayattığı müzik. Bu müzik, ne yatay, ne de dikey olarak evrenseldir. Yataydan kastım, dünya yüzüne yayılmış topluluklar ve onların kültürlerinin kendi müziklerinin olmasının kaçınılmazlığı. Dikeyden kastım, tarihi gelişim. Tarihi gelişim, tek ve aynı yolda ilerlemez. Yani, meğer ki dayatılsın, müziğin evrileceği “tek” ve “küresel standart”tan bahsedilemez. Onun için ben derim ki, eğer dürüst olacaksak gelin şu “evrensel müzik” iştiyakından bir fasıl vazgeçelim. Evrensel müzik diye tek bir standart yok; peki ne var? Toplumların bahis konusu süreç içindeki dünya görüşlerine uygun ve dolayısıyla popüler müzikleri var…” (1)

Bugün dünyamızda sözkonusu egemen güç ABD ve müttefikleri Avrupa, temsil ettikleri Kapitalist hegomonyayı bu yüzyılın başlarında “küreselleşme” aldatmacası ile adlandırırlar. İletişim teknolojisindeki kazanımlar, dünya genelinde, insanlarının birbirlerinin hayatına ilişkin merak ve ilgilerini alabildiğine pompalar. Bu merak ve ilgide en büyük payı da müzik alacaktır.

İkinci Dünya Savaşı’ nın üzerinden 15 yıl kadar bir zaman geçmiş, Avrupa’ nın yaraları nisbeten sarılmış ve 1960’lı yıllara gelinmiştir. Modernizm bir anlamda çıkmaza girmiştir. Böyle bir ortamda Batılı sanatçılar, oryantalist zihniyetin dürtüleriyle, “Doğu” nun gizemli dünyasını tanımak için yolculuklara başlarlar. Bunların içinde doğal olarak müzisyenler de vardır. Burada tanıdıkları Doğu Müziği’ nin sihirli nağmelerini, kendi sistemleri ile birleştirir ve o bölge müzisyenleri ile iletişime geçerler. Bu alışverişin sonrasında, Batı’ nın rutinleşen müziğine yeni bir kan kazandırılır.

Bu beraberlikteki en büyük kazanç şüphesiz ki Pakistan’ a özgü sûfî müzik olan “Kavvali” nin temsilcisi Nusret Fatih Ali Han’dır. 1985 yılında müzisyen Peter Gabriel aracılığı ile Nusret Fatih Ali Han ,Virgin/Real World Record firması ile çalışmaya başlar ve birçok albüm yapar.

“…Kavvali müziği merkezde aslında bir ibadet biçimi gibiyken ve bütünüyle İslamî kimlik taşırken, Paris’in herhangi bir müzik marketinde “Doğu’nun gizemli topraklarından beyaz adamın keşfettiği son şey(!)” olarak yer bulabilmekte ancak kendisine. Bir yağma kültürünün post-modern uzantısı haline gelmekte, bize ait kutsal/mahrem kültürel kodlar hiç olmaması gereken mekânlarda, amacı dışı sunum ve içerikte ellerimizden çekilip alınabilmektedir…

… Gerek Nusret Fatih ve gerekse buna benzer çalışmalar müzik marketlerde “World Music/Dünya Müziği” adı altında tanımlanıyor bugün. Oysa bütün bu müzik tür ve akımlarının kendi orijinal isimleri mevcut. Ve bu isimler, isim olmasının ötesinde, şekillendikleri kültürün izlerini taşımakta ve o kültüre ait dînî, folklorik, sosyolojik çağrışımlara yol aralamakta.

Dünya Müziği gibi genel tanım verilirken, o müziklerin özel hâllerinin manipüle edildiğini söylemek mümkün. Çünkü burada amaçlanan, müziklerin kendi kültürlerindeki karşılıkları değil, bütünüyle Batı kapitalizminin uzantısı olan bir algılayışla nasıl pazarlanabilir arayışına vardırılmasıdır…” (2)

1980’ li yılların ortalarında WORLD MUSIC uluslararası pazarlama terminolojisindeki yerini alırsa da, aslında “dünya müziği” nin yolu oldukça eski tarihlerde açılmaya başlamıştır.

“… endüstrileşen ve metalaşan müzik 2. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası kültürel dengeleri sarsabilecek kadar ciddi/tehlikeli bir güç haline geldi. Gramofonla önce caz, radyolarda rhytm and blues, arkasından da rock’n roll popüler tarzlar olarak dayatıldı yeryüzü gençliğine. İlerleyen süreç caz’ ı erken tüketmiş, geri plana itmiş ve dolayısıyla seçkinci bir beğeni standardına hitab eder hale sokmuştur. İlginç olan aynı süreci bugün rock müziğinin de yaşıyor gözükmesidir. Rock artık marjinalleşmiş, politize olmuş, konformizmin karşısında yer almış söylemi ile pazarlanması zor bir tarz. Modernite için süreklilik, kalıcılık, klasikleşme, engelleyici olarak algılanmış ve satışa sunulacak meta neredeyse ayaküstü tüketilebilecek özelliği barındırdığı zaman desteklenmiştir…” (3)
Kavram olarak söylenmeye başladığı tarih ise 1970′li yılların başıdır. Kemancı Yehudi Menuhin’in, Hintli sitar sanatçısı Ravi Shankar ile yaptıkları ortak albüm piyasaya sürüldükten sonra bu kavram sıkça söylenmeye başlar.

Kurgulanan bu düzen sonrasında da, uluslararası ticarî tekel, varlığını sürdürmek için ne gerekiyorsa onu yapacaktır. Başta tv ve internet olmak üzere kitle iletişim araçlarının tamamının eliyle, az gelişmiş ülkelerin, ne verilirse kabulüm dercesine itirazsız tüketen toplumlarını yoğun bir şekilde manipüle etmektedir.

Bu politikanın stratejisi gereği olarak da , son yüzyılda “ Dünya Müziği” adıyla yeni bir kavram geliştirilir. Bu kavramın temel altyapısı, modern olmanın gereğinin çok sesli müzik yapmak ve dinlemekten geçtiği üzerine kuruludur.Teknolojik gelişmelerin, görüntü ve ses kayıtlarına getirdiği akıl almaz boyuttaki kazanımlar, müzikte de ancak kitlesel tüketimle ayakta kalabilecek bir sanayiyi ortaya çıkarmıştır. Bu sektörün ayakta kalması,yaşaması daha da ötesinde hızla büyümesi ise üretilen materyallerin dünya genelinde hızla tüketilip daha sonra atılması anlayışıyla sağlanacaktı.

Bu gün “… Dünya Müziği Merkezi Finlandiya’daki müzik kurumlarından biridir. Bu kurumun işlevi, dünyadaki değişik müzik çeşitleri hakkındaki bilgileri birçok değişik yollarla toplayıp, konuya ilgi duyanlara sunmaktır. Merkez, müzik araştırmaları yürütmekte, müzik etkinlikleri düzenlemekte, kayda alınan müzik örneklerinin, yapıtların ve diğer yayınların yapımını gerçekleştirmekte ve bilgilendirme işlevini dünya çapında yerine getirmektedir…” (4)

Böyle bir piyasayı oluşturmak için, Doğu’ nun her şeyiyle olduğu gibi müziğiyle de ilkel olduğu ve sanatsal bir değer taşıyamayacağı, gerçek müziğin sadece “polifonik” müzik olduğunu, azgelişmiş ülke insanlarına kabul ettirmeleri lâzımdı. Bunu da İkinci Dünya Savaşı’ ndan sonra, özellikle SSCB yıkılana kadarki “soğuk savaş” yılarında eksiksiz olarak yerine getirdiler.

Avrupalı’ nın “hümanist” liğinde olduğu gibi, müziğinde de evrenselliği hastalıklı, sorunlu, çifte standartlar taşıyan değerler taşır.
Müzikte evrensellik, dünyaya hükümran olmuş emperyal güçlere itirazsız teslimiyetin maskelenmiş söylemidir.

Entelektüel anlamda her ne kadar Klâsik Batı ve Caz müziği üzerinde kurgulanan evrensellik, piyasa ekonomisi olarak daha ziyade pop müzikten nemalanmaktadır. Başta “eurovision” olmak üzere bir yığın yarışma ve festivallerdeki ana amaç, müzik sektöründeki ciroyu her geçen gün biraz daha fazla şişirmektir.

“… Timothy Taylor’un ‘Global PopWorld Music, World Markets’ adlı kitabından öğrendiğimiz kadarıyla dünya müziğinin pazar payı daha 1995 senesinde klasik müzik (yüzde 2.9) ve cazın (yüzde 3) payına erişmiş. Bugün dünya müziğinin payı nereye ulaştı bilmiyoruz…

… Virgin, Tower Records ve FNAC gibi dünyanın en büyük müzik plak ve CD satıcısı zincirlerde dünya müziği rafları giderek daha geniş alanlar kapsıyor. Belki Türkiye’de daha bunu görmüyoruz, ama ülkemizin çok farklı kesimlerinin ortak beğeni platformu olan Beyoğlu’ndaki her müzikevinden dünya müziği sesleri yükseliyor…” (5)

Dünya müziği olarak lânse edilen şarkılar ve solistlerin dinleyici kitlesi devasa rakamlara ulaşmakta, bu da başta “ sony “ gibi dev plak ve prodüksiyon şirketlerinin cirolarına yansımaktadır. Albümlerle ilgili olarak yapılan reklam ve propagandanın geri dönüşü, dünyanın her bölgesindeki seri konserler olarak ortaya çıkmaktadır.

Müzik dahil bütün sanat dallarında bir eserin ortaya çıkıp, herhangi bir kıymet kazanmasında ana unsur “ özgün” olmasıdır. Yani millî bir nitelik taşıması gerekir ki, aslında bu da yeterli ve tamamlayıcı bir özellik değildir. Özellikle folklorik öge taşıyan müzik eserleri aynı zamanda bölgesel ya da yerel çağrışımlar da vermelidir. Bütün bu verilerle hazırlanan eser, olağanüstü çağrışımlar taşıyorsa, zaten evrensel zeminde de kendiliğinden kabul görecektir.

Bu ölçüler dışında, Batı’ nın sistemi ile, duygu, düşünce ve zevklerini esas alarak, oluşturulan “yapıtlar”ın, hegomonik kültürlerin acemice taklidine tekabül eden ezgi karikatürlerinden başka bir anlamı olmayacaktır.

Ülkemizde “ evrenselcilik” anlayışıyla müzik yapanların, yapıtları yahut yorumları için ülke dışından aldıkları ilgi, alkış ve ödülleri, kendi halkından alamadıklarında, siyasî, sosyal ve ideolojik gerekçelerle “ulusalcı” kesilmelerindeki ironiyi hayretle ve ibretle izliyoruz.
Aslında dünya ölçeğinde olan bitenler, tekelci müzik sanayiinin belirlediği eksen üzerindeki kabul ve redlere göre şekilleniyor. Müziği sadece alınır - satılır bir meta olarak görenlerce sergilenen bu tavırda garipsenecek bir yan da yoktur. Ancak , onu tüketen, edilgen dinleyiciler olarak böyle bir anlayışa boyun eğiyorsak, daha açık bir ifade ile, bize sunulan müziği, sırf “ evrensel” olarak etiketlendiği için, hiçbir itiraza konu etmeksizin kabulleniyorsak, vahim bir kimlik ve kişilik sorunu da gündeme gelecektir. Bu düşünceyi doğrulayan bir söyleşide, müzisyen Muammer Ketencioğlu, bu konuda kendisine yöneltilen soruyu şöyle cevaplıyor :

“… Şimdi Sony sana gelse, zeybek yorumlarının altına sampler, synthesizer ve rhythm box döşeyip, İngilizce vokallerle remix yaparak Dünya Müziği haline getirip, dünya pazarına çıkarmayı teklif etse ne derdin?

Biraz ayıp kaçacak ama onlara dil çıkarırdım. Dünya Müziği, müzikte popülizme denk düşen bir şey. Ben kültürlerin kendi içlerinde bir sistem, aynı zamanda da diğer sistemlerle kucaklaşan yapılar olması gerektiğine inanıyorum. Herhangi bir kültürü öğrenmenin basitleştirilerek veya indirgenerek becerilebileceğini düşünmüyorum. Bu yüzden klasiklerin çocuklar için basitleştirilmiş versiyonlarını da hiçbir zaman okumadım. Bu, aslında aydınların halkı bilinçaltında aşağılaması ve aynı zamanda da onları sınırlaması anlamına geliyor. Sonuç olarak Dünya Müziği’nin sınai bir temeli olduğunu ve tam da bu yüzden daha baştan, kalıcı değerler üretememeye mahkum olduğunu düşünüyorum..”. (6)

Türk musıkîsinin meseleleri üzerine derinlemesine kafa yoran beyinlerden biri de elbette ki rahmetli üstâd Cinuçen Bey’ dir. Müzikte evrensellik konusuna dair de oldukça çarpıcı düşünce ve yorumlarda bulunur.

20. yüzyıl Türkiye’ sinde genel geçer değerin , millet olarak aslında “kendinin sahip olduğu değerleri , yabancıya mal etmesi, yabancını değerlerini de kendine mal etmesi” olarak görür. Örnek olarak da mimarîde, müzikte, yazıda, minyatürde asırlardır üretilen değerlerin hepsinin de Araptan-Acemden, Yunandan-Bizanstan, Rumdan-Ermeniden alındığı gibi sakat bir bakış açısını gösterir.
Böyle bir giriş yaptıktan sonra da, evrensel müzik yaptıklarını iddiaların önüne şu özet cümleyi koyar:

“Batılının evrensellikten anladığı”otantiklik”, yani “asliyyet”dir. O da bizim en çok korktuğumuz ve kaçtığımız şey”
Dedikten sonra, 200 yıllık aşağılık kompleksimizle, evrensellik adına Van Gogh, Gılgamış ve Midas’ ın kulakları ismiyle operalar dahi bestelemekten geri kalmadıklarını söyler ve evrenselliğin ne olduğu, daha doğrusu ne olmadığını,

“… Önce Paris’te “Academie Intemationale de Lutece”ih 13. Uluslararası Büyük Sanat Yarışmasında tek altın madalyayı kazanan, akabinde Fransız Radyosunca LP ve CD olarak yayımlanan, Bayatiaraban makamında beste’lediğimiz mevleviayini de dünyanın bütün büyük plak mağazalarında, ülkemizin adının altında yıllardır saulıp duruyor. Eğer şu evrensellik, kendinin olanı, kendinden vazgeçmeden çağa sunabilmek demekse, onun müzik meraklısının para verip alacağı, asliyyetine sahip bir sanat eseri olarak ortaya koymak demekse, bu şeref bize yetmez mi? Ud Konçertosu besteleyip de, önce özendiğim kültürün insanlarını kendime güldüreyim mi?…” (7) cümleleriyle açık seçik anlatır.

Sözün özü, bir eserin evrensel olmasının temel kuralı,öncelikle taklitten ve basmakalıplıktan arınmış, özgün ve millî karakteristik tınılar taşımasıdır. Böyle olursa ve uluslararası iletişimin gerektirdiği şartlar akılcı bir şekilde değerlendirilip, gerçekçi sunumlar yapıldığında da zaten evrensellik kendiliğinden gelecektir.

Örnek mi ? İşte neyzen Kudsi Erguner ; 30 senedir, geleneksel ve millî kimliğinden en ufak bir taviz vermeyerek, o statü içinde aranan bir isim olarak, misyonunu aynı gayret ve heyecanla sürdürüyor.
_________________________________________________

K A Y N A K Ç A :
(1) Alev ALATLI, “ Dünya Görüşü ve Müzik”, Türk Musikisi Vakfı Konferansı Notları, www.alevalatli.com
(2) Selçuk KÜPÇÜK, “ Nusret Fatih Ali Han : Doğu’ nun Kadim Ses Birikimi”, Yeni Dünya Dergisi, Kasım/2007 sayısı
(3) Selçuk KÜPÇÜK, “ Dünya Müziği Kavramı Üzerine” Hece Dergisi, Aralık/2000 sayısı
(4) http://www.infopankki.fi/tr
(5) Korkmaz İLKORUR, “ Dünya Müziği”, Radikal Gazetesi, 13 Şubat 2003
(6)Muammer KETENCİOĞLU, “Dünya Müziği’ne dil çıkarırdım!”, Sol Dergisi, 1 Haziran 2001, sayı: 135,
(7)Cinuçen TANRIKORUR, “ Müzikte Evrensellik- II “,sayı 78, l Haziran 1996




Hoşgeldiniz