İdil Biret Topkapı Sarayı Konseri Bir Milad mı?.. Dr. Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 4000 | En Son Okunma: 17.04.2024 - 10:21
Kategori: Fikir Yazıları, Yazarlarımız: A.Sarı

İdil Biret’in Topkapı Sarayı Avlusu’ndaki şarap eşlikli konserinin “kutsal avlu” gerekçesi ve dini sebebler bahane gösterilerek sabote edilmesiyle ivme alan tepki hareketinin -o kesimdeki ve o kesimin yakınındaki insanların uluslararası müziğe bakışlarının yönlendirilmesi açısından- yeni bir mecraya doğru doludizgin sürüklendirilmeye çalışıldığı gözleniyor. İşte aynı mekanda Ayla Erduran’ın yine olay olan konseri… Gerekçe ise klasik Batı müziği dağarından kimi eserin kilise müziği ve Hıristiyan dualarını konu edinmesi…

Hıristiyan dualarının klasik Batı müziği veya bir başka deyimle uluslararası klasik müzik içinde bulunuyor olması bu müzik için yeni bir tesbit değil. Sözkonusu Hıristiyan duaları bu müzik içinde eskiden de vardı, şimdi de var.

Sözkonusu durumda “Ne niyetle dinlediğin önemli: Sadece müzik mi, Hıristiyan duası mı, yoksa her ikiside mi? Hangisi?..” demek mümkün gibi görünse de dikkati çeken nokta, şimdiye değin dillenmeyen olgunun yeni bir hareketle kaşınmaya başlanmış olması. Bu yeni bir boyut.

Artık birçok muhteşem klasik Batı müziği eserinde olduğu gibi Mozart’ın o görkemli cenaze müziğini yani ölü missası “Requiem”ini açıkta dinlemeniz, CD çalarınızda yüksek sesle çalmanız sırasında yanınıza birileri yaklaşıp müziğin içeriği hakkında sizi sorgulaması davranışına maruz kalmanız hadisesini meydana getirebilir.

Bu sorgulama sonrasında gelişmesi muhtemel olaylar zincirini, kişilerin davranış sertliği derecesine göre tahmin etmek mümkün. Durumun gidişatı gösteriyor ki böyle giderse yakın bir gelecekte ulu orta klasik Batı müziği dinleyemiyeceğiz.

Çünkü bu şekil bilgilerle/bakış açısıyla bilgilendiğini sanan ve bu dolma bilgileri yakınındaki insanlara aktaran o kesimdeki birçok insan, opera/çoksesli koro vb. tarzında duyduğu her müziği, hıristiyan propagandası zannedecek ve belki de kendinde tepki gösterme hakkını bularak dinleyen kişiye -tıpkı Ramazan ayında sokakta bir şey yeme tepkisinde olduğu gibi- sert sorgu şeklinde karşı çıkabilecektir ki işin gelecek açısından kestirilmesi gereken vehamet noktası burada yatmaktadır.

Ayla Erduran Topkapı Sarayı Avlusu’ndaki konserde bayıldı.

Bu kez de aynı avluda keman solistimiz Ayla Erduaran yine Vakit Gazetesi’ndeki bir yazıyla provake edilerek tepki konumuna düşürülmek istendi. Gerekçe anlattığımız gibiydi. Konser yarım kaldı. Açıkça bir hareket gerçekleşmese de öncesinde çıkan yukarıdaki konu içerikli söylentiler 76 yaşındaki sanatçımızın tedirgin olmasına, heyecanlanmasına neden oldu. Ve sonuç: Ayla Erduran sahnede bayıldı…

Madalyonun bir de öbür yüzüne bakalım:

Kendi kültürümüze, şiirlerimize, ilahilerimize, efsanelerimize; kısacası bize ait, bize özgü uluslararası müziğimizi oluşturamadık. Her alanda yapılageldiği gibi abartılı Batı hayranlığı pompalandı. Onlarla boy ölçüşebilecek eserlerimizi de üretemedik. Birçok işadamı için sadece istihdam sağlasın, ihracat yapsın diye devlet olanaklarının seferber edilmesi, yani devlet eliyle yeni zenginler yaratılması örneğinin müziğimizde gerçekleştirilmesine teşebbüs edilse de karar verici mercilerin bu konudaki cehaletleri yüzünden doğru seçim yapılamadı. 

Henüz emekleme aşamasında olan Çağdaş Türk müziğinde İlhan Usmanbaş’ın “Devr-i Kebir” & “Bakışsız Bir Kedi Kara” sı ayağı yere basmıyan o zamanlar kendilerini havalarda gören bir anlayışın ürünüydü. Çağdaş olmasına çağdaştı. Hatta o alanda ülkemizi temsil etti. Ama giydirilmeye çalışılan o gömlek dört beden boldu. Hala da bol. Mesele zaten öyle eserler yazılmasında değil. O eserleri yazanların bu ülke müziğine yıllar yılı -sözümona- yön vermeleri. Daha doğrusu verememeleri.

Veremediler. Başarılı olamadılar…

Bu nedenle de  kastettiğimiz anlamda üretilen besteler maalesef raflarda tozlanma aşamasını geçip örümcek ağlarıyla kaplandılar.

Türk müziğini uluslararası arenada geleneksellikten kopmadan üreten, icra eden, öğreten, benimsiyen besteci, müzisyen, öğretmen veya müzik uğraşanlarımız maalesef her iki kesim (Klasik Türk, klasik Batı müziği) tarafından da  “iki cami arasında binamaz” suçlamasıyla karşı karşıya kaldılar.

Sanki “illa bir kutupta yer almak zorunluluğu varmış; ya Batı müzikçi, ya da Türk müzikçi olunması şartmış” gibi yanlış bir tutum pompalandı yıllarca.

Hem Batı müziğini hem de Türk müziğini birlikte bilenler rağbet görmedi. Adeta dışlandı.

İşte sonuç: Sokakta, avluda klasik Batı müziği çalamama durumu…

Eh ne diyelim: Allah beterinden saklasın!..

________________________________

Ayhan Sarı
musikidergisi@hotmail.com
________________________________




Hoşgeldiniz