Gizli Halk Musikisi… Vahid Lütfü Salcı(1883-1950)*


Toplam Okunma: 8565 | En Son Okunma: 16.04.2024 - 22:02
Kategori: Türk Halk Müziği

Gizli Halk Musikisinin Hakiki Karakteri Dindışıdır. Benim tetkiklerim üzerine hasıl ettiğim kanaate göre şimdiye kadar Türkiye’de kullanılmış ve hükmünü icra etmiş olan musiki nevileri şunlardır: 1. Osmanlı pasaportu verilmiş ve Türk etiketi yapıştırılmış (Şark musikisi), 2. Garp musikisi 3. Başta Mevleviler olmak üzere Rufai ve Kadiri gibi tarikatların kullandıkları (şehir açık tekke musikisi)…

4. Şark musikisinden müteessir olan şehir Bektaşilerinin kullandıkları (şehir gizli tekke musikisi),

5. Köylerdeki Mevlevi, Rufai ve Kadiri tarikat mensuplarının şark musikisinin biraz daha basitlendirilmiş şekli olan (köy tekke musikisi),

6. Mevzuumuzla sıkı sıkıya alakadar olan ve öz Türk musikisi sinesinde yaşayan (açık halk musikisi),

7. Dava ve mevzuumuzu ifade eden (gizli halk musikisi),

8. İçimize sonradan girmiş olmakla beraber halk tarafından pek çok şükran ve minnetlerle karşılanan ve zaman zaman hepimizi milli havalar ile ağlatmış bulunan (Şark ve Garp musikisi ile karışık halk musikisi), »bandolar«,

9. Tatlı bir bela gibi sonradan başımıza musallat olan (caz musikisi)

Bunlardan, gizli halk musikisi ilk görünüşte tekke musikisi gibi görünse de bu görüş yanlış bir görüş olur.

Gizli halk musikisi, açık halk musikisi ile eş ve kardeş olan ve aynı tarz ve şekil ifade eden ve diğer nevilerden büyük farklarla ayrılan Türk alevi, Bektaşi ve Kızılbaş musikisidir.

Öteki tarikatlar edebiyat ve musiki parçalarına -şekillerine göre- nutuk, semai, ilahi, gazel, devriye gibi isimler vermişlerdir. Bunların en maruf şekilleri ilahidir. Bu ilahiler edebiyatın en çok semai şeklindedir.

Gizli halk musikisi de kendi başına teşkilatlanarak isimler almıştır. Bunun en başlıca ve şöhretlisi nefeslerdir. Bu nefesler oturak, dört köşe, şahlama gibi isimlere ve kısımlara maliktir. Ağır nefeslere’ oturak derler. Bu nevi nefesler ağır usulde olur ve otururken okunur. Biraz hareketli ve canlı nefeslere dört köşe derler. Bunlar adeta usulünde biraz oynakça olup muhabbetlerin heyecanlı devrelerinde okunur. Daha oynak ve hareketli nefeslere de şahlama derler. Bu tarz, oyun nefesidir. Sema edilirken okunur, çalınır ve oynanır. Bunların hepsinde de açık halk musikisinin karakterinin tam kendisi vardır.

Edebiyatı da dini gibi görünürse de nevi şahsına mahsus ve diğer tarikatlar: ve tekke edebiyatına benzemeyen müstakil bir halk edebiyatıdır.

Nefesler daima koşma şeklinde olur. Semai şeklinde olanları da vardır.

Köy gizli halk edebiyat ve musikisinde diğer tarikatların ilahileri okunmaz ve çalınmaz. Okunması ve çalınması günah sayılır. Onlar; kendilerinin dava ve ifadelerini söyleyen ve iddia eden manaları ihtiva etmiş olsa da divan edebiyatının ağdalı bir şekli olan gazel tarzını da kullanmazlar. Onların edebiyat ve musikilerinin şekli yalnız ve yalnız açık halk edebiyatının temiz bir şekli olan koşma şeklidir. Bunlar da nefeslerdir.

Nefesler, inanışlarını ve bütün dava ve duygularını, insani, içtimai ve hayali macera ve menkıbelerini ifade ederler. Bunlarda koyu bir tekkecilik ve dincilik değil davada bürhancılık vardır:

Zahide aldanma sözü yalandır
Hoca heyetinde haram zadeye
Her kavli hilafı magzı Kuran’dır
Cehdetme beyhude istifadeye

Cahillere haltı kelam edermiş
Göya ki varisi Peygamber imiş
Allah lanet etsin haram der imiş
Haktan bize ihsan olan badeye

Bu ham ervah vaiz kamil olaydı
Dini Harabi’ye kail olaydı
Müslüman olurdu nail olaydı
Şarapla yıkanmış bir seccadeye

Gel güzelim kaçma bizden
Yadı değiliz eriz biz
Biz yol ehli kardeşleriz
Erkan içinde yoluz biz

Biz gezeriz halden hale
Söyleniriz dilden dile
Ko gezelim elden ele
Taze açılmış gülüz biz

Eğer zahirde batında
Görünen her sıfatında
Cevheriz sarraf katında
Nadan yanında puluz biz

Pir Sultan’ım ne ağlarsın
Gözünden kan yaş dağlarsın
Sen bizden ateş umarsın
Yanmış od olmuş gülüz biz

Bu iki örnek iyi tetkik olunursa bunlara koyu bir tekkecilik değil, o vasıta ile. garp harsını kabul ve ona temessül etmiş olan müteassıp sofularla mücadele eden kayıtsız, alakasız fakat vurucu bir halk edebiyatı demek caiz olur.

Bir de deryadil bazı boş azade Emrah’tan örnek alalım:

Masevadan geçip nuş eden gelsin
Şerabı aşk ile bir bademiz var
Hakikat pirinden himmetin alsın
Donanmış meclisi amademiz var

Sofi gel aldanma bu nakşı kare
Sen de öz başına bir çare are
Bi tekellüf durma ebrü yare
Bizim o mihrabta seccademiz var

Bir de, halk ve saz şairlerinden Aşık adlı şairin koşmasını verelim. Bu koşma, dediğimiz serbest tekke telakkisine daha açık bir örnektir. Şair, hem yarına, hem de pirine hitap ediyor:

Yüz çevirme bizden ey gülü rana
Öyle hakikatsiz pirsiz değiliz
Bizde de bulunur bir saçı Leyla
Biz de halimizce yarsız değiliz

Kimsenin hakkında sôz sôylemeyiz
Ehli hakikati zem eylemeyiz.
Öyle her dilbere gönül vermeyiz
Kanaat ehliyiz arsız değiliz

Sana insaf vere Hazreti Mevla
Niçin açılmazsın ey gülü rana
Bir buse muradım vermedin hala
Uyurken almayız hırsız değiliz

Aşık eyler hakka her dem İbadet
Hak erenlerden alırız beşaret
Selman Baba gibi sahip keramet
Erkanımız vardır yolsuz değiliz

Bu koşma bazı cönklerde Gevheri’ye kayıt edilmiştir. Bay Sadettin Nüzhet’in »Gevher« adlı kitabında da Gevheri’ye kayıt edilmiştir. Onlar da »Selman Baba gibi sahip keramet« yerine »Hacı Bektaş gibi sahip keramet« yazılıdır ki, şimdilik her iki ihtimali de, varid görmek lazımdır. Koşma, hangisinin olursa olsun, halk şairlerinin tekke telakkisinde sıkı bir, tekke ve mezhepçiliğe hızlı bir alaka ile bağlı olmadıklarını gösteren bir vesikadır. Çok koyu bir Kızılbaş şairi olarak tanıdığımız Pir Sultan bile:

Allah verdiğini almaz dediler
Bana verdiğini aldı neyleyim,

Diyerek kayıt çemberinden fırlamıştır. Hele bunlarda Arap dini, Arap harsı(kültürü) hiç yoktur. Bu nevi edebiyatta bu gizli örnekler pek çoktur. Bunların musikileri daha çok dinsiz ve daha çok Arapsızdır. Tamamile Türk musikisidir. Buna dair de bir örnek verelim:

Geçen »Gizli Halk Musikisinde Armoni Hareket ve Alametleri« başlıklı yazımızda örnek olarak verdiğimiz çoksesli beste ve onun sözleri, meşhur »Pir Sultan’ındır. Bunun melodisi, İstanbul’da birçok seneler evvel herkes tarafından söylenen ve şimdi yine birçoklarımızın hatırladığı »Çavuş« türküsünün aynidir. Bu parçada söylenen »Niçin gitmez Yıldız Dağın dumanı« yerine »Çok sallama kasatura fırlar belinden« İkinci okunuşta da »Belinden çavuş belinden belinden« ikinci okunuşta da »Belinden çavuş belinden, belinden« ve ekseriya üç defa okunarak üçüncüsünde de »Yandım çavuş. yandım senin elinden« derlerdi.

Yıldız Dağı bestesinin güftesi içinde Anadolu Alevi kabileleri içinde yaptığım tetkikatta onların ihtiyarları şöyle bir rivayette bulunuyorlar:

Pir Sultan’ı Hızır Paşa asmak için takip ettirirken o, kız kardeşi »Elif« ile -bir rivayette- kızı Yıldız Dağına gitmiş. Şair, vaziyetin fenalığından müteessir olduğundan hem derdini döker, hem dağın yüksekliğinden ilhamlar alırmış. İşte o zaman bu nefesi söylemiş:

Gelmiş İken bir habercik sorayım
Niçin gitmez yıldız dağın dumanı
Gerçek erenlerden haber alayım
Niçin gitmez yıldız dağın dumanı

Hateminin al kırmızı taşı var
Ben de bildim ne talihsiz başı var
Bahçesinde bülbül sesli kuşu var
Dost yüzü görmeyen düşman bilinür

Benim şahım al kırmızı bürünür
Niçin gitmez yıldız dağın dumanı
Mürşit cemalinden Ali görünür
Niçin gitmez yıldız dağın dumanı

Ben de bildim şu dağların şahısın
Nice yücelerin yüzü mahisin
Abdal Pir Sultan’ın seyrangahısın
Niçin gitmez yıldız dağın dumanı
Dumanı Elif dumanı dumanı

Pir Sultan hem bu nefesi söyler, hem de Elif’e hitap edermiş. Manzumede nakarat olarak bulunan »Niçin gitmez Yıldız Dağın dumanı« mısraının ikinci okunuşunda Elif’e hitapla; »Dumanı Elif, dumanı, dumanı« dediğinden bütün Alevi kabileleri de böyle okurlardı. Bu itibarla gerek beste ve gerek güftenin söylenişi »Çavuş« türküsü ile karakteristik bir birlik ifade etmektedir. Yıldız Dağı bestesi ve nefesi daha eski olduğu için Çavuş türküsü bestesinin, açık halk musikisi ile sıkı sıkıya alakalı olmasından dolayı, Yıldız Dağı bestesinden müteessir olmuş olduğu ve onu yadırgamadığı şüphesizdir. Bunun gibi bir çok gizli halk musikisi bestelerinin dışarıya sızmamış ve işitilmemiş olmalarına rağmen -hele o devirlerde- açık halk musikisi bestelerinin dışarıya sızmamış ve işitilmiş olduğu anlaşılmaktadır.(1)
Vahid Lütfi Salcı
__________________________________________
(1) http://www.folkloredebiyat.com/gizlimusiki.html

* * * * * * * * * * * * * * *

* Vahit Lütfi Salcı Kimdir? 1883-1950… Tuğrul Asi Balkar

Folklor ve halk edebiyatı araştırmacısı, Alevi ve Bektaşi müziği, edebiyatı ve dinsel oyunlarına ilişkin çalışmalarıyla tanınan Vahit Lütfi Salcı’nın asıl adı Abdülvahit Coşkunlu’dur, 1883 yılında İstanbul’da doğmuş, 3 Şubat 1950 tarihinde Kırklareli’nde yaşamını yitirmiştir.

1883 yılında İstanbul Kadırga’da doğan Vahit Lütfi’nin babası telgraf müfettişi Lütfi Bey, annesi tabip binbaşı Nuri Bey’in kızı Naciye hanımdır. Vahit Lütfi’nin kendi kökeni hakkında yaptığı araştırmalara göre büyük büyük dedesi Salcıbaşı Salih Usta Türklerin Rumeli’ye ilk geçişleri sırasında sal yapan ustadır.

Vahit Lütfi’nin ilk evliliği Ankara’da olmuş, kısa süren bu evliliğinden olan ilk çocuğunu ve eşini I. Dünya Savaşı öngünlerinde yitirmiştir. İkinci kez, 1925 yılında Kırklarelili halk şairlerinden Mestan Baba’nın kızı Ayşe ile evlenmiş, Ülkü ve Lütfi isminde iki çocuğu olmuştur. Çocuğu Ülkü 1941 yılında ölmüş ve olay Vahit Lütfi’yi çok etkilemiştir.

Vahit Lütfi önce bir süre Nuruosmaniye’deki Taş Mektep’te, ardından bir süre de Darüşşafaka’da öğrenim görmüş, sonra Harbiye Nezareti Sanayi İdadisi’nde ve Kuleli Askeri İdadisi’nde öğrenimini sürdürmüştür. Daha sonra girdiği Mektebi Harbiye’den, ikinci sınıftayken Trablusgarp’ta sürgün olan bir akrabası ile yazıştığı için siyasal nedenlerle çıkarılıp Dersim’e (Tunceli) sürgün edildi.

4,5 yıl Elazığ’da ve ardından Sivas’ta kaldı. Sivas’ta iken Sivas Valisi şair Reşit Akif Paşa bölgede halk edebiyatı araştırmaları yaptırdı. Bu araştırmalardan birinde gittiği Rus sınırından geçerek Rusya’ya kaçtı. Moskova’da Moskova Konservatuarı öğretim üyelerinden Profesör Lebiski’nin aile orkestrasında ikinci keman olarak çalıştı.

1908’de, İkinci Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a döndü. Çeşitli yerlerde müzik öğretmenliği ve memurluk yaptı. Balkan Savaşı sırasında önce İstanbul’a ardından Ankara’ya gitti. Burada kısa sürecek ilk evliliği gerçekleşti. Birinci Dünya Savaşı’nda önce EdirneKaraağaç’ta sonra Çanakkale’de Yarbay Mustafa Kemal’in birliğinde görev yaptı. Çanakkale Savaşı’nın ardından Şam, Kudüs, Trablusşam’da bulundu. Savaşın sonlarına doğru İstanbul Çamlıca’daki Küçük Zabit Mektebi’nin müzik öğretmenliğine atandı.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Trakya’ya dönen Vahit Lütfi Kırkkilise’de Karakaş Mahallesinin sığırtmaçlığını yaptı. Bu arada Yunanlılar tarafından arandığını öğrenince Balkan köylerine Kofçaz’a kaçtı. Bir anlatışa göre Yunanlılar Vahit Lütfi’yi yakalamış ve işkence görmüştür. Bir başka anlatışa göre ise Kurtuluş Savaşı günlerinde Vahit Lütfi göbeğine kadar sakal bırakmış, başında yapağı sarığı elinde demir âsâ tüm Trakya’yı dolaşmıştır.

Bu yüzden tüm bölgede Vahit Dede diye ilinmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Kırklareli’ne yerleşti. 1948’de bu ilin Yoğuntaş bucağı nüfus memurluğundan emekliye ayrıldı.

Bir Bektaşi dedesi olan Salcı, özellikle Alevi köylerindeki cönkleri ve çeşitli belgeleri inceledi; çalışmalarını halk müziği, halk oyunları, gizli Türk müziği, gizli halk oyunları, halk şairleri, Trakya’daki Türk kabileleri, Türkleşmiş Hıristiyan şairler, Alevi kadın şairler ve Kızılbaş şairler üzerine yoğunlaştırdı. Daha önce yalnızca tarikat mensuplarınca bilinen gizli müzik ve oyunları derleyip yayımlamış, birçok yeni şairi tanıtmıştır. Ağızdan derlediği nefesleri notaya da alarak bunların kaybolmalarını önlemiştir. Yapıtları folklorcuların bugün de yararlandığı çalışmalardır.

Yayınlanmış Yapıtları:
1. Feryadı İstibdad (1910, sürgün anıları)
2. Hafiye Darbesi (1911, piyes 5 perde)
3. Saz Şairleri Gibi (1940, şiir)
4. Gizli Türk Halk Musikisi ve Türk Musikisinde Armoni Meselesi (1940, derleme/inceleme)
5. Gizli Türk Dini Oyunları (1941, derleme/inceleme)
6. Benim Gibi (1945, şiir)

Yayınlan(a)mamış Yapıtları:
1.Kızılbaş Şairleri (3 cilt)
2.Türkleşmiş Hıristiyan Bektaşi Şairleri
3.Trakya’da Türk Kabileleri (2 cilt)
4.Alevi Kadın Şairleri (2 cilt)
5.Kırklareli Şairleri
6.Trakya Şairleri
7.Yayınlanmamış Bektaşi Nefesleri ve Notaları (2 cilt)

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER:

SAZ ŞAİRLERİ GİBİ…
Nerden verdin sen bu derdi başıma,
Son ömrümde bunu mu nâsib ettin?
Bakmadın mı fazla aşan yaşıma,
Bu gurbette beni sen gârib ettin.
Yaratmak ise eğer kasdın senin,
Yarat kalbinde merhamet zâlimin.
O sevgilimin, o yârin, âfetin,
Neden bana hicrini karib ettin.
Gerçi dâim benimle beraberdir,
Bir peridir, bir insandır, tam erdir,
Bana acır gibi bir hali vardır,
Niye üzmeğe beni tergib ettin.
Ben gideyim artık başka diyâra,
Açıldı, kapanmaz artık bu yâre,
(Vahit)in oldu kalbi pâre pâre,
Böyle bir fesatlığı tensib ettin.
1935 Alpullu

NEFES
Âşıklar her cefaya göğüs gerer,
İncinme gönül incinme, gücenme,
Dervişler nihayet murada erer,
İncinme gönül incinme gücenme.
Münkir olanlar hor görür dervişi,
Fitne, fesattır hep onların işi,
İncitmek isterse seni bir kişi,
İncinme gönül, incinme gücenme.
Bu dünya böyle gelmiş böyle gider,
Cahil olanlar kalbinde kin güder,
Vermesin acı sözler asla keder,
İncinme gönül, incinme gücenme.
Hak talip olanlar yüzüstü yürür,
Yüzünü cemale, mihraba sürür,
Kem göz olanlar gönlü kem görür,
İncinme gönül, incinme gücenme.
Yandırsın cisminde nârı firakı,
Artık gitsin defeyle şu merakı,
Sana peymanesinden sunsun rakı,
İncinme gönül, incinme gücenme.
Sen gezme bu yollarda çalılıktır,
(Vahit)in cemale aklı çalıktır,
Bu dünyanın sonu fukaralıktır,
İncinme gönül, incinme gücenme.
1930 Kırklareli

NEFES
Zâhit o okuduğun
Kur’an, o Kur’an değil,
El bağlayıp durduğun,
Divân o dîvân değil.
Çok yanlıştır hesabın,
Hak değildir kitabın,
Var zannetme imânın.
İman o imân değil.
Bildim dertli olduğun,
Sararıp da solduğun,
Derman deyu bulduğun,
Derman o dermân değil.
Seni boşa yandıran,
Hakkı buldum sandıran,
Gece gündüz kandıran,
Şeytan o şeytan değil.
Şeytan senin amelin,
Aldandığın emelin,
Rahman deyu bildiğin,
Rahman o Rahman değil.
Ey zâhidi serseri,
Huri, gilman sersemi,
(Vâhit)ten al haberi,
Gilman o gilman değil.

NEFES
Doğmamış nuru gibi nur,
Ukulü hayretlerde kor,
Âşıklara gülbank okur,
Şahım Âli Nutki baba.
Âlicenap, Âlihinem,
Âli haslet, Âli kerem,
Dertlilere derman, merhem
Şahım Âli Nutki baba.
Eflakimizin güneşi,
Muhammet Álinin eşi,
İrşat eder her dervişi,
Şahım Âli Nutki baba.
Bürc’i kâinatta ahter,
Tevhit dergâhında rehber,
İşte Áli, işte Kanber,
Şahım Âli Nutki baba,
Dergâhında oldu sacit,
Kadrini ne bilsin zahit,
Beni metheyledi (Vahit),
Şahım Âli Nutki baba.
18.8.1934 Çamlıca

NEFES
Velilerin Velisisin,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
Er Türklerin birisisin,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
Horasan ilinden geldin,
Osmancığa öğüt verdin,
Dört köşeye öğüt verdin,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
Sen inkılapçı bir ruhsun,
Sevgililer gibi şuhsun,
Bize ikinci bir Nuhsun,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
Karacöyükte oturdun,
Anadolu oldu yurdun,
Sen bir millî devlet kurdun,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
Kitaplar açar kaparım,
Sana çelenkler yaparım,
Türk olduğuna taparım,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
Pirin Ahmet Yesevîdir,
Yerin Kalbinin evidir,
Kulun (Vâhit) Alevîdir,
Hünkâr Hacı Bektaş Veli.(2)
_________________________________________
(2) Mevlüt Yaprak “Vahit Lütfi Salcı’nın İzinde” Ulusal Yayınları, 2003, Edirne




Hoşgeldiniz