Atatürk ve Opera…


Toplam Okunma: 5157 | En Son Okunma: 16.05.2024 - 00:40
Kategori: Değerlerimiz

“Bulgarlar ve Opera… Mustafa Kemal bunu işittigi zaman hayretten donakaldı. Demek ki Bulgarların bir de operaları vardı. Bizim egemenliğimizden kurtulalı üç-beş yıl olmasına karşın, Bulgarlar’ın operada rol alabilecek sanatçıları vardı. O denli şaşırdı ki ilk gece için operada hemen bir yer aramaya başladı. Ama başvurdugu yerlerden eli boş dönüyordu. Yeni geldiği için çevre de edinememişti. Neyse ki iyi bir rastlantı ile Eğitim Komisyonuna üye olan Şakir Zümre Bey ilk gece için iki yer bulabilmişti…

Atatürk’ün Sofya günlerini kaleme alan Altan Deliorman o geceyi söyle anlatıyor:

“Bulgarlar ve Opera… Mustafa Kemal bunu işittigi zaman hayretten donakaldı. Demek ki Bulgarların bir de operaları vardı. Bizim egemenliğimizden kurtulalı üç-beş yıl olmasına karşın, Bulgarlar’ın operada rol alabilecek sanatçıları vardı. O denli şaşırdı ki ilk gece için operada hemen bir yer aramaya başladı. Ama başvurdugu yerlerden eli boş dönüyordu. Yeni geldiği için çevre de edinememişti. Neyse ki iyi bir rastlantı ile Eğitim Komisyonuna üye olan Şakir Zümre Bey ilk gece için iki yer bulabilmişti.

Mustafa Kemal şık ve zarif giyinmeyi severdi. Elbiselerini Viyana’dan diktiriyordu. Operanın gala gecesinde siyah simokin giymişti. Bu siyah kumaş, sarı saçları ve mavi gözleriyle hem zıtlık hem de çekici bir renk uyumu yaratıyordu.

Perdenin açılmasına yirmi dakika kala operaya Fethi Okyar ile gelip yerlerine oturdular. Bu gece ünlü “Carmen” oynayacaktı. Tüm Sofya sosyetesi ve yabancı devlet temsilcileri yerlerini alıyorlardı. Sonunda sahnedeki atlastan yapılma ağır perde açıldı. Müzik başladı ve sanatçılar sahneyi doldurdular.

Bas kadın rolünde Porfola vardı.

Bu sanatçı yalnız Bulgaristan içinde degil dış ülkelerde de o günlerin en tanınmış “primadonna” sı idi. Bas erkek rolünde ise Makedonski oynuyordu. Makedonski de devrinin en iyi “bariton”larından biriydi.

İlk perde başarıyla oynandı. Alkışlar kesilip on beş dakika ara verildiğinde, kral locasından gelen bir yaver, Türk elçisi Ali Fethi Okyar ile Türk Ataşesi Mustafa Kemal’in kral tarafindan davet edildigini bildirdi. Gittiler. Kral Ferdinand uzun boyu, hafifçe kırlasmaya başlayan sakalı ve yumuşak bakışlarıyla sanki tek başına locayı dolduruyordu. Sağındaki koltukta kraliçe zarif ve açık bir tuvalet giymiş olarak oturuyordu.

Kral her iki konuğunu övdükten sonra sordu: “Sanatçıları nasıl buldunuz?”

Mustafa Kemal’in daha önce pek operaya ayıracak zamanı olmamıştı. Selanik, Manastır, Dersaadet, Sam dağları, Trablus çölleri, Trakya toprakları, uygulamalar, manevralar, savaşlar…

Opera eleştirisi yapabilecek müzik kültürünü nereden edinebilsin?

Tüm bildigi Paris’te izledigi bir-iki yapıttı. Ama ister istemez, biraz haklı, biraz da diplomatça, “Olaganüstü majeste” dedi. “Gerçekten olaganüstü…”

Ikinci perde başladığı zaman Mustafa Kemal neşesiz ve durgundu. Oyunu kimi anlar boş gözlerle izlediği oluyordu. Belli ki kafasında başka düşünceler vardı. Opera bittiğinde alkışlarla, perde birçok kez açılıp kapandığı sahneye buket buket çiçeklerin taşındığı, sanatçıların alkışlara belki de yirminci kez reveransla karşılık verdiği dakikalarda da Mustafa Kemal’de aynı durgunluk sürdü.

Şakir Zümre Bey, davet sahibi olmak önadıyla Bulgarya Oteli’nde bir “supe” hazırlamıştı. Operadan çıkınca oraya gittiler. Yanlarında General Kovaçef, General Fiçev ve milletvekilerinden Marko Totef vardı. Atatürk neşelenmeye ve açılmaya basladı. Bu arada Kovaçef’in güzel kızı Maria’yı da ilk kez gördü.

Kaldıkları Spendid Palas’a döndüklerinde saat gecenin ikisine geliyordu. “Iyi geceler” diyerek ayrıldılar. Mustafa Kemal kendi odasına, Şakir Bey de aynı kattaki kendi odasına geçti.

Aradan birkaç dakika geçmeden Şakir Bey bir gürültü duyarak irkildi.

Kapısı çalınıyordu. Gecenin ilerleyen bu saatinde kimdi bu?

Sakir Bey kapıyı açmadan sordu:

“Kim o ?”

“Benim, Şakir uyudun mu?” Mustafa Kemal’in sesini duyunca Sakir Bey kapıyı açtı. Mustafa Kemal’in üzerinde pijaması vardı.

“Uyku tutmadı, biraz konuşalim diye geldim” dedi ve içeri girdi

Karsılıklı oturdular. Mustafa Kemal düsünceliydi. Sonra birdenbire Sakir Bey’in yüzüne dikkatli bakarak şöyle dedi:

“Sakir, kim ne derse desin, simdi Balkan Savasi’nda yenilgimizin nedenini daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Oysa baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş, opera binası bile yapmışlar.”

O denli üzgündü ki Şakir Bey bu konuda bir sey söylese ağlayacak gibi duruyordu. Gözleri buğulanmışti. O anda “muazzam ve muhteşem” Osmanlı İmparatorlugu’ nu düsündügü, bu imparatorlugun baskenti Istanbul’u, Istanbul’un dar sokaklarını, köhne evlerini belleginden geçirdigi belliydi.

Sonra basini iki yana salladı:

“Ah” dedi. “Bizim ülkemiz de acaba operaya kavusacağı günleri görecek mi? O düzeye birgün çıkabilecek miyiz?”

Mustafa Kemal yatmak üzere kendi odasına dönerken gözlerinde umut dolu bir ışıltı yanıyordu. Derler ki bir devrime karar verdigi ve uygulamaya geçtiginde O’nun gözlerinde hep aynı ışıltının yanıp söndüğü görülürdü.

Mustafa Kemal daha sonra opera santaçıları ile tanıştı. Özellikle o günlerin en gözde ve güzel sanatçısı, primadonalardan Anna Todorova ile dostluğunu ilerletti.”

Mustafa Kemal 1934 yılında Türkiye’ye gelecek olan Iran Sahı Rıza Pehlevi’yi karşılamak için hazırlıkları kendi yürütüyordu.

Münir Hayri Egeli’yi çağırdı:

“Türkler’le Iranlılar soyca ve ekince kardeştirler” dedi. “Salt mezhep savaşı yüzünden birbirinden ayrılmiş olan bu iki kardeşin aslında bir olduğunu gösteren bir oyun yaz ve bunu opera halinde oynatalım.”

Sah’ın Türkiye’ye gelmesine bir ay gibi kısa bir zaman vardı. Bu çok kısa bir süreydi. Egeli bir süre duraksadı. Onun bu duraksaması Mustafa Kemal’in gözünden kaçmadı:

“Her buyruğu ben verecegim” dedi. “Izin almadan geceyarısı bile olsa yanima gelmeye, üstelik beni uykudan uyandırmaya bile yetkin var. Ancak şah’ın gelişinden iki akşam sonra opera oynanmalıdır. ”

Üç gün içinde Istanbul’dan Nimet Vahit, Izmir’e atanan Ahmet Adnan Saygun yolda trenden indirilerek Ankara’ya getirildiler. Dördüncü gün operanın ilk besteleri provaya konuldu. Yirmi gün içinde “Özsoy” operasi bitirildi. “Libretto”sunun yazımı çalismalarına düsünceleri ile Mustafa Kemal’in yön verdigi “Özsoy” operası ile Mustafa Kemal, İran Şahı Rıza Pehlevi’ye “dostluk, kardeşlik iletisini” verdi.

Bu olayı yeni bir çalışma izledi. Adnan Saygun ve Münir Hayri Egeli, Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişinin onbesinci yıldönümü dolayısıyla, yine Atatürk’ün katkılarıyla, yeni bir opera hazırlayıp sahnelediler.

Böylesi kısa zamanlarda, böylesi güzel işlerin ortaya çıkarılması, Mustafa Kemal’i derinden etkilemişti. Bir başka konuda bir gün bir bakanla görüşürken, kendisinden yapması istenen iş için belirtilen zamanın çok kısa olduğunu söyleyen Bakana Atatürk, yıllar sonra, söyle yanıt vermişti:

“Efendi, sen ne söylüyorsun? Biz yirmi günde opera yazmış, bestelemiş ve oynamış bir ulusuz. Yeter ki yapacağınız işe öncelikle kendiniz inanız.” …




Hoşgeldiniz