Küreselleşme Hareketlerinin Ulusal Müzik Kültürüne Etkileri… Doç. Dr. H. Zeki Büyükyıldız*


Toplam Okunma: 17090 | En Son Okunma: 14.04.2024 - 16:27
Kategori: Araştırma Yazıları

Kültür endüstrisi söz verdiği konularda tüketicileri sürekli aldatmaktadır… Pop müzik, tüketim açısından “fast food” tüketimine benzemektedir… Küreselleşme süreci başlamadan önce de, Türk insanı, ulusal sazımız olan bağlamayı hep utanarak, utandırılarak taşımış, çoğu zaman içe dönük hareket etmek zorunda kalmıştır…. Türk Halk ve Sanat Müziği dinlemek, sanki çağdışı kalmakla eşdeğer bir psikolojik baskı yaratmaktadır….Küreselci yerelleşme (glolakizasyon) sürecinde yerel milliyetçilik akımlarının etkisiyle birçok plak şirketinden Türkçe dışı çeşitli kaset ve CD’ler yayınlanmıştır….Ulusal müzik ürünlerinin yeniden-üretimi ve tüketimi bilinçli ulusal politikalar gerektirir…

Günümüzün kaçınılmaz gerçeği olan küreselleşmenin hemen hemen tüm dünya toplumlarını çeşitli açılardan etkidiği bilinen bir gerçektir. Küreselleşmenin önemli etki alanlarından biri de kültürdür. Küreselleşme hareketlerinin ülkemiz müzik kültürüne etkilerine değinmeden önce, küreselleşme (globalizasyon), küreselci yerelleşme (glokalizasyon), kültür endüstrisi gibi çeşitli kavramlardan söz etmek uygun olacaktır.

Küreselleşme ve Küreselci Yerelleşme
Küreselleşme, gelişen teknoloji, ulaşım, iletişim, bilgi yayılımı gibi etkenlerin de katkısıyla dünya ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin, hatta bağımlılıkların ve zorunlulukların artması, sermayenin, işgücünün, kaynakların, malların küresel hareketleri olarak tanımlanabilir.

Küreselleşme dünyada yaşayan hemen herkesin yaşamını iyi ya da kötü olarak etkilemiştir. Küreselleşme az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere önemli bir katkı sağlayamamıştır. Daha da önemlisi bu ülkelerin geleneksel kültürlerinin yıpranmasına ve yozlaşmasına, aile ve yöresel toplum bağlarının zayıflamasına ve hatta kopmasına yol açmıştır. Diğer yandan küreselleşmenin getirdiği ciddî değişikliklerle hemen her ülkede genel ulusal kimlik yerine etnik kimliklere bağlılığın artması gibi, dinlere bağlılık da eskisinden daha belirginleşmiş, hatta köktendincilik akımları yayılmaya, etnik ve dinsel çatışmalar ve şiddet eskisine göre daha fazlalaşmaya başlamıştır.

Dünyadaki değişim eğilimini gözlemlediğimizde globalleşme ile birlikte dikkati çeken bir diğer olgunun glokalleşme (glokalizasyon) olduğunu görüyoruz. ‘Glokalizasyon’ veya ‘glo-lokalizasyon’ globalizasyon ve lokalizasyon kelimelerinin birleştirilmesinden türetilmiş bir terimdir. Glokalizasyon terimini ‘küreselci yerelleşme’ olarak Türkçeleştirebiliriz. Küreselci yerelleşme ‘küresel düşünüp yerel hareket etmek’ şeklinde açıklanabilir. Küreselci yerelleşme, küresel dünya gerçekleri göz önünde bulundurularak uluslararası ilişkilerde küresel düşünmeyi ve dünya ekonomisine entegre olmayı, ama bunun yanında merkezî yönetimin yerel yönetimler üzerindeki gücünün azaltılmasıyla yerel yönetimlerin gücünün arttırılmasını hedefleyen bir yapıya sahiptir. Siyasi ve ekonomik gücün merkezî hükümetin elinden yerel yönetimlere geçmesiyle demokrasinin daha güçlü hale geleceği iddia edilmektedir.

Diğer yandan, küreselci yerelleşmede en küçük kültürel kimliğin vurgulanması sonucu etnik toplulukların kendini göstermeye başlamasıyla tehlikeli bir yapılaşmaya gitme eğilimi ve devletin bölünmesi tehlikesi karşımıza çıkmaktadır. Zaten küresel güçler ulusal olanı değersizleştirerek, küçük bölgesel ulusçuluğu körükleyerek ulus-devletlerin küçük devletçiklere bölünmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Çünkü böylece, ‘parçala-böl-yönet’ politikasıyla ortaya çıkacak güçsüz küçük devletler istenildiği şekilde yönlendirilebilecek ve sömürü sisteminin içinde yerlerini alabileceklerdir.

Falinski’ise, bugün dünyada olanları açıklamak için ‘küreselci yerelleşme’nin en iyi tanımlama olduğunu belirtmektedir. Biz kendimizi aynı komşuluğun bir parçası olarak görürsek, barış ve mutluluk çok daha olasıdır. Yalnızca küreselci yerelleşme bunu başaracak gibi görünmektedir. Ondan korkmak ya da onu durdurmaya çalışmak yalnızca onun yararlarını fark etmemizi engellemez, aynı zamanda doğdukları fakirlik ortamından uzaklaşmayı amaçlayan milyonlara da çok zarar verir. ‘Glokalizasyon’ siyah ya da beyaza veya fakir ya da zengine, vs. karşı tutum takınmaz. Ancak kalifiye olanla kalifiye olmayan arasında ayrım gözetir, kısaca, bir hak, fazilet toplumu oluşturur. Bu ise, bizim toplumumuzun bu yeni meritokraside fırsat eşitliğini garanti altına almak için zorunluluğumuzdur (Falinski, 2000; 2).

Diğer yandan, küreselleşmeyi ve küreselleştirmeyi eleştirenler Batı ülkelerini ikiyüzlülükle suçlamaktadırlar. Stiglitz’e göre, gelişmiş Batı ülkeleri geri kalmış ya da gelişmekte olan fakir ülkeleri ticaret engellerini kal¬dırmaya zorladıkları halde, kendileri fakir ülkelere karşı ticaret ve gümrük engellerini kaldırmayarak gelişmekte olan ülke¬lerin tarım ürünlerini ihraç etmelerini önlemişler ve böylece bu ülkeleri ihracat gelirinden yoksun bırakmışlardır. Küreselleşme dünyadaki fakir insanların ve çevrenin büyük bölümünün yararına çalışmamaktadır. Bu konuda suçlu olan ülkelerin başında ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gelmektedir. Küreselleşme yoksulluğu azaltmayı beceremediği gibi dünyadaki istikran sağla¬mayı da başaramamıştır (Stiglitz, 2002, 28).

İzzettin Önder’e göre, küreselleşme olgusu kâr hadleri sıkışan gelişmiş ülkelerdeki sermayenin kendisine yeni faaliyet ve kâr alanları aramak için giriştiği yeryüzünü işgal hareketidir. Bu maceraya atılan sermaye kendi işçisini yoksullaştırmakta, gittiği yerlerde de yeraltı kaynaklarını ve insanı sömürmektedir (Önder, 2004; 12).

Bir başka eleştirel yazıda emperyalist devletler tarafından dayatılan Yeni Dünya Düzeni’nin aslında, ‘globalleşme’ adı altında uluslararası sermayenin gümrüksüz ve yasaksız bir pazar yaratma ve sermayenin uluslararasılaşmasından başka bir şey olmadığı belirtilmektedir. Uluslararası sermaye ucuz işgücü ve örgütsüz bir işçi sınıfı ortamı yaratmak amacıyla ulus devletleri zayıflatmaya veya yıkmaya çalışmakta, bu amaçla da özelleştirmeyi dayatmakta ve böylece o ülkenin kazanılmış birçok kurumlarının elden çıkarılmasına yol açmaktadır. Diğer yandan, küreselleştiriciler dünyada artık bağımsızlığın bir değerinin kalmadığı tezini savunarak insanların bağımsızlık ilkesinden vazgeçmelerinin propagandasını yapmaya başlamışlardır. Bunu gerçekleştirmek için de etnik ve mezhep farklılıkları kullanılarak halklar birbirlerine düşman ilan edilmekte ve dünyanın birçok ülkesinde iç savaşlar ve bölgesel savaşlar körüklenmekte ve binlerce insanın öldürülmesine neden olunmaktadır (Zaman, 1997; 68).

Emre Kongar’a göre, küreselleşme siyasi, ekonomik ve kültürel olarak üç boyutu olan bir kavramdır. Küreselleşmenin siyasi ayağı ABD’nin siyasi egemenliği ya da dünya üzerindeki siyasi jandarmalığı; ekonomik ayağı uluslararası sermayenin egemenliği anlamına gelmektedir. Küreselleşmenin kültürel ayağında birbirinden farklı iki ayrı sonuç ortaya çıkmıştır. Birincisi, ‘mikromilliyetçilik’ de denilen yerel milliyetçilik; ikincisi, dünya çapında kültürel birörnekliğin önünün açılmış olmasıdır (Kongar, 1997, 1).

Stuart Hall de, küreselleşmeyle birlikte ulus-devlet çağı geriledikçe ulusal kimliğin saldırgan ırkçılık tarafından yönlendirilen çok savunmacı ve çok tehlikeli bir biçime dönüştüğünü belirtmektedir (Hall, 1991; 5).

Yugoslavya’da ortaya çıkan ‘yerel ya da bölgesel milliyetçilik’ ulus-devlet yapısının parçalanmasına ve hatta aynı topraklar içinde daha önce barış içinde yaşayan etnik unsurların zalimce bir düşmanlıkla, çok kanlı savaşlara girişmesine yol açmış ve sonunda küçük devletçikler ortaya çıkmıştır.

Kültür Endüstrisi ve Kitle Kültürü
Horkheimer ve Adorno’ya göre, kültür sanayii günümüzde her şeye aynı damgayı basmaktadır. Filmler, radyolar, televizyonlar, dergiler bir bütün halinde tek bir form olduğu gibi, her biri kendi içinde de ayrı bir tür olan bir sistem oluşturmaktadır. Siyasal olarak birbirine zıt konumda olanlar bile müzikte aynı ritmlere özenle boyun eğmektedir (Oskay, 2000, XIV).

Eğlence vasıtasıyla tüketiciler üzerinde tasarrufu olan kültür sanayii bir eğlence kurumu olarak kalmaktadır. Eğlence geç-kapitalizm koşullarında çalışmanın uzatılması ve mekanik hale getirilmiş çalışma süreciyle tekrar başa çıkabilmek için bu süreçten uzaklaşmak isteyenlerin aradığı şeydir. Bununla birlikte, tatil yapanın ve elde ettiği mutluluğun üzerinde öyle bir baskı kurulmuştur ki, tatil yapanın ya da eğlenenin çalışma koşulları dışında farklı bir şeyle ilgilenmesine izin verilmez, tersine, çalışma sürecinin taklitleriyle karşılaşması için bu mekanizasyon işlemi eğlence metalarının fabrikasyon olarak üretilmesini de ayrıntılarıyla belirlemektedir. Fabrikadaki veya işyerindeki yorucu çalışma sürecinden kaçmak yalnızca bu sürece yeniden uyum sağlamakla mümkündür. İşyeri dışında, eğlence ortamında çalışma sürecine uyum koşulları yaratılır. Böylece eğlence, eğlence olarak kalmalıdır ve bunun için ayrıca çaba gerekmemelidir. İzleyici kendi düşüncelerine gerek duymamalıdır. Ürün önceden her tepkiyi hesaplar ve zihinsel katkıyı gerektiren her türlü mantıksal bağdan kaçınılır (Horkheimer ve Adorno, 1996; 24-27).

Kültür endüstrisi söz verdiği konularda tüketicileri sürekli aldatmaktadır. Arzu duyulan şeyleri; örneğin giysinin altındaki kadın göğüslerini veya spor kahramanının çıplak bedenini durmaksızın göz önüne sererek, başarısızlığı kanıksamış olmanın etkisiyle mazoşistleşmiş ve bayağılaşmış zevki uyarmaktadır (A.g.e., 30) .

Eğlence sektörünün ve kitle kültürünün belirgin unsurlarından biri olan ‘pop müzikle’ benzer yapı sergilemesi açısından bazı yazarların ‘kolalı içecekler’ hakkındaki görüşlerini de ortaya koymakta yarar vardır:

Craig Gilborn, popüler kültür nesnelerinin çeşitli sınıf ve tabakalar arasında yaygınlık kazanabilmesi için tadının, lezzetinin veya renginin yanısıra hatırlanması gereken bir ürün olarak sunum biçiminin bile uzun ve kesintisiz bilimsel araştırmalarla kararlaştırıldığını belirtmektedir. En ilginç örnek olarak da Cola’yı göstermektedir. Hemen her ülkeye giren Kola cinsi meşrubat şişelerinin çocukluktan erişkinliğe herkesin aşina olduğu, yakınlık duyduğu, boyundan basene kadar ‘kadın bedeni’ biçiminde oluşudur (Oskay, 2000; 196).
Ayrıca, şişenin metal kapağını da kıvırcık saçlı bir kadının başı olarak yorumlayabiliriz.

Arthur A. Berger ise, kola türü serinleticilerin ‘ikinci dereceden kokainin kuzeni olan narkotikler kadar serinletici ve canlandırıcı etkileriyle ve reklâmlardaki genç kız imajlarının ve diğer çeşitli etkilerle’ başarılı olabildiğini ileri sürmektedir. Canlandırıcı özellikleri, olağan gündelik yaşamda hemen ayaküstü içilivermeleri, çalışma yerlerinin vermediği serinlik ve dinlenmişlik duygusunu vermeleri Kola türü alkolsüz içecekleri her yerde aranır kılmaktadır:

“Reklâmlarındaki genç kız imajı ve genç kızın -monogamiden ve baba, koca, namuslu komşu, ciddi memur rollerini düzenleyen toplumsal normlardan sıkılmış insanın her an özlediği- doğaya yakın mekânlardaki ‘yasak aşk’ çağrısı yaptıran canlı ve çekici davranışları ayrı bir coşku öğesi olmaktadır. Böylece reel toplumla ilişkileri tehlikeye düşürmeden ve toplumsal değerlerden bir şey yitirmeden, sadece Koka Kola içmekle de ‘yasak zevklerin tadılabileceği kulaklara fısıldanmış’ olmaktadır. Bütün bunlar ise reel yaşamdan toplumsal yönden maliyetsiz ‘kaçışlar’ olmaktadır (A.g.e., 197-198).”

Kültür endüstrisinde reklâm öncelikli bir yere sahiptir. Kültür endüstrisinin ürettiği bütün ürünler standardize özellikler gösterir. Pop şarkıları, hit filmler ve çok satan kitaplar gibi kültürel ürünler sanki bir montaj fabrikasından çıkmış gibi standardize ve ticari başarılarından emin olunarak, gizli formüllerle üretilirler.

Küreselleşmenin Kültürel Etkileri
Ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesinde klasik merkez olan ‘ulus devlet’ küreselleşme sürecinde büyük güç kaybına uğramaktadır. Bu anlamda küreselleşme devletlerin uluslararası kuruluşlara bağlılığını da arttırmaktadır. Yeni teknolojilerin kullanımıyla yeni kültürel kodlar tüm dünyaya rahatlıkla yayılmaktadır. Küresel bir kültürün varlığını savunanlar yerel olanın küreselleşmesiyle ve özgün yerel kültürel ürünlerin kozmopolitleşmesiyle artık küresel kültürün oluştuğunu ortaya atmaktadırlar. Diğer yandan, bazıları ise bu türden bir kültürel yapının dünyanın farklı alanlarındaki çeşitliliği ortadan kaldırarak kültürel farklılık üzerinde bir hegemonya yarattığını öne sürmektedirler. Bununla birlikte, karşıt görüşte olanlar bu yapının alt kültürler üzerinde baskıyı kaldırdığını ve ‘başkalarının sesinin’ tüm dünya yüzeyine yayılmasını sağladığını belirtmektedirler. Ancak global kültüre yapılan en radikal eleştiri küreselleşmenin kültürel motifleri kullanarak kendi emperyalizmini yarattığı ve bu durumun sömürgecilikle aynı olduğudur (Baştürk, 2003, 6-7).

Erman Artun’a göre, küreselleşme farklı kültürlerden insanları bir araya getirmeye başlamıştır. Bu da halk kültürleri için tehlike çanlarının çalınmasıdır, ancak küreselleşme olgusu kültürel değişim ve gelişime bağlı halk kültürünün doğal akışını hızlandırıp aşındırmağa başlamıştır. Küreselleşme etkisiyle halk kültürünün halkla bağları zayıflamağa başlamış ve kendi kaynaklarının yanı sıra yabancı kaynaklarla beslenmeğe başlamıştır:

“Türkiye hızlı bir kültürel değişim ve gelişim süreci yaşamaktadır… Günümüzde halk kültürü ürünleri kitle iletişim araçlarıyla yayılmağa başlamıştır. Bu bir noktada teknolojinin sözlü geleneğin işlevini üstlenmesidir… Günümüzde halk kültürü yeni ortamlara, yeni şartlara uyum göstermeğe, gelenek dışı düşüncelerle beslenmeğe başlamıştır. Bu olgu geleneksel kültürü de etkilemiştir.

…Halk kültürü ürünleri küreselleşmeyle birlikte hızla değişmeye, hatta yok olmağa başlamıştır. Halk kültürü mirası olan bu ürünlerin eğitim programlarında yer alarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Kültür politikaları, günümüzün ve geleceğin kültür yapısının belirlenmesinde, kültürel mirasın korunması ve tanıtılmasında etkin bir rol oynar. Kültürünü korumayan, gençlere aktarmayan milletler yabancı kültürlerin etkisiyle yok olurlar. Bir gencin kendi kültürüne yabancılaşmaması, beğeni yönünden halktan kopmaması için ona ortak milli kültürün alt yapısı öğretilip sevdirilmelidir. Gençleri milletin ortak kültürü değerleriyle besleyip hazırlamak ailenin ve eğitimcilerin görevidir. Gençlere milli kültürün tarihi ve kültürel bir miras olduğu, milli kültür donanımı almadan evrensel kültürde yer alınamayacağı bilinci verilmelidir. Küreselleşen dünyada ayakta kalmanın tek yolu uygarlığa uymak, onu yakalamak kadar tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkmaktan da geçer. Anadolu insanı küreselleşme karşısında kültürünü koruyacak deneyim birikimine ve sağduyuya sahiptir (Artun, 2001; 2-3).”

Müzik ve Küreselleşme
İnsan sesi bizim ilk müzikal enstrümanımızdır. Hatta, insanın evrim sürecinde konuşmadan önce şarkı söylediğimize inanılmaktadır.
Müzik bütün diğer mallardan daha çok küreselleşmeye katkıda bulunmaktadır. Müzik endüstrisi birçok plak şirketinin dört büyük şirket tarafından soğurulmasıyla küreselleştirilmiştir. Küresel ticaret ve müzik sanayiine hükmeden ulusaşırı şirketler ulusal hükümetlerin düzenleyici kararlarından çoğunu ortadan kaldırtmıştır. Artık yeni düzenlemeler Dünya Ticaret Örgütü tarafından oluşturulmaktadır (Letts, 2000; 1).

Küreselleşmenin müzik üzerine etkileri çok çeşitli yollarla gerçekleşmektedir:
• İnsanların yer değiştirmesi; yurtdışına göç edenler veya yurda dışarıdan gelenler,
• turizm; yurtdışına gidenler, dışarıdan gelenler,
• konser turneleri; yurtdışına giden müzisyenler, yurt dışından gelen müzisyenler,
• eğitim için yurtdışına gidenler, yurt dışından ülkeye gelenler,
• müzik aletleri ve nota ticareti ile plak, kaset, CD, VCD, DVD vs. ticareti,
• reklâmlar,
• radyo ve televizyon yayınları, uydu yayınları,
• eğlence sanayii,
• müzik kitapları ve dergileri,
• ekonomik zorunluluklar,
• internet. (A.g.e.; 1-13).

İnternet müzisyenlere ürünlerini doğrudan müşterilerine ulaştırma olanağı vermektedir. Diğer yandan, telif haklarından muaf olmanın en iyi yolu internettir (Dolfsma, 2005, 1) .

Yaşadığımız küresel süreçlerin ve akışların etkisiyle tüketim kültürünün baskın olduğu çağımızda çocuklardan gençlere, gençlerden yaşlı kuşaklara dalga dalga yayılan ve genç kuşakta yoğunlaşan ‘pop müzik’ öğeleri teknolojinin de katkısıyla toplumda giderek baskınlaşan yaşam biçimine dönüşmektedir (Alpagut, 2005; 119).

Pop müzik, tüketim açısından ‘fast food’ tüketimine benzemektedir. Nasıl ki kitle kültürünün bir ürünü olan ‘fast food’a ulaşmanız ve tüketmeniz zahmet gerektirmezse, küreselleşen dünyadaki kitle kültürünün bir diğer ürünü olan pop müziğe (fast music) ulaşmanız ve tüketmeniz fazla zahmet gerektirmemektedir. İyi bir lokantada birçok çatal bıçak ve bardaktan hangisinin ne amaçla ve hangi sırayla kullanacağınızı bilebilmek için bilgi birikimine ve hazırlık aşamasına ihtiyaç vardır. Oysa, ‘fast food’ ürünlerini tüketmeniz için masa düzenlemek, tabak, çatal, bıçak, cam bardak ve fazla estetik gerekmez. Sadece yeme dürtüsü ve ihtiyacı yeterlidir, tıpkı ilkel insanlar gibi elinizle yiyebilirsiniz. ‘Fast music’i tüketmeniz için de bilgi düzeyi ve fazla hazırlığa gerek yoktur. Eğitim sürecine, bilgi edinmeye, kulak eğitimine, yani tüketmeden önce ön hazırlık yapılmasına fazla gerek yoktur. Fast music zaten sıradan insanın anlayabileceği düzeyde üretilir.

Küreselleşen dünyanın dev müzik şirketleri ve onların etkisi altında olan yerel şirketler cinselliği alabildiğine kullanmaktadırlar. Müzik kayıtları artık sıklıkla görüntü kaydıyla birlikte pazarlanma ve bunun için çok yüksek harcamalar yapılmaktadır. Hem kadın, hem de erkek sanatçıların video-clip’lerinde cinsellik unsuru belirgin şekilde vurgulanmaktadır. Cinsellik yalnızca görüntüyle sergilenmemekte, aynı zamanda şarkı sözlerinde de cinsellik ve tahrik unsurları sonuna kadar kullanmakta, müzik ürününün pazarlanmasında ve satılmasında cinsellik önemli bir katalizör görev üstlenmektedir. Kolalı içeceklerin şişelerinden reklâmlarına kadar kullanılan, suç işletmeden baştan çıkarıcı kadın imajı pop müzik ürünlerinde de belirgin şekilde yer almaktadır.

Küreselleşme hemen her ülke müziğini çeşitli şekillerde etkilemiştir. Örneğin, Avustralya Müzik Konseyi, globalizasyonun Avustralya müziğine bazı yararları yanında çeşitli zararlarının da olabileceğini belirtmektedir. Bu zararlardan biri, serbest ticaret anlaşmalarına bağlı olarak egemenliğin olası kaybı ve Avustralya radyosunda Avustralya müziğinin yayınlanması için hükümetin sanatçılara yaptığı desteğin yasaklanma olasılığıdır. Bu tehditleri önlemek için Avustralya Müzik Konseyi önemli rol üstlenmiştir (Music Council of Australia, 2005; 1).

Son yirmi yılda müzik endüstrisinde çok büyük şirket birleşmeleri, küçük şirketlerin büyükler tarafından yutulması gibi değişiklikler yaşanmıştır. Böylece büyük tekelleşmeler ortaya çıkmıştır. Uluslararası aktif dört büyük şirket vardır. Bu şirketler dünya müzik piyasasının yaklaşık %80’ini paylaşmaktadırlar. İki dev şirket Universal ile Sony dünya müzik ürünleri piyasasının %50’den fazlasını kontrol etmektedirler (A.g.e.).

Vogel’e göre, kayıtlı müzik (plak, kaset vs.) hemen hemen her kültürü ve her düzeydeki toplumu gönüllü olarak istila etmektedir, bu nedenle, eğlence hayatının en temel unsurudur. Kültürel etkileri yanında müzik sanayiinin çok büyük ekonomik etkileri vardır. %50 civarında bir oranla pop müzik günümüzün en önemli müzik çeşidi durumundadır (Dolfsma, 2005, 2) .

Müzik tüketimi toplumsal bir fenomen olarak sürecektir. Müzik tüketicileri müzikteki yenilikleri öğrenmek için müzik dergilerine, radyo ve televizyon programlarına ve canlı icralara daha az bağımlı olmaya başlamıştır. Küreselleşmenin yarattığı etkilerle müzikteki farklılık azalmaktan ziyade, sıradan müzik tüketicisinin kavrayacağı kadar artabilir ve bunun sonucu olarak da daha çok süperstar ortaya çıkabilir (A.g.e., 10).

Büyük plak şirketlerine en güvenli satış yaptıranlar şüphesiz Anglo-American süperstarlardır. Tek bir lisansla ürünün çok sayıda kopyalarının piyasaya sürülmesi, çok pahalıya üretilen ‘video-cilp’lerin bütün dünyada yayına konması, v.s. üretim maliyetini ve geri dönüşünden emin olunarak riski çok azaltmaktadır.

Stuart Hall, küreselleşmenin müziğe etkileri konusunda, “hiç başka müzikleri duymamış müzik kaldı mı?” diye sormakta ve şunları söylemektedir:
“Bütün çarpıcı modern müzikler geçişliliklerdir. Modern popüler müziğin estetiği, hibridin (melezin), geçişliliğin, diyasporanın, göçmenliğin estetiğidir. Modern müzik, Avrupa’nın eski uygarlıklar diye düşünmekten hoşlandığı bir yerlerden gelen genç birisi için heyecan verici olan müziklerin bir karışımıdır ve Avrupa’nın denetimindedir…(Hall, 1991; 12).”
Japonya sıklıkla küreselleşme fenomeninde kültürel melezleşme modelini ortaya koyan bir toplum olarak tanımlanır. Bununla birlikte, Japonya’da ortaya çıkan şey melezleşme değil, ulusal müzik kültürünün yeniden yapılandırılması sürecinde geleneksel müzik yerine Batı müziğinin konulmasıdır (Yuri, Mari and Hiromi, 2005; 67-82).

Türkiye’de de benzeri bir durum gözlenmektedir.

Hindistan’da ise, belli başlı müzisyenler, müzikologlar ve uluslararası ünlü icracılar, hemen hepsi Hint müziğinin küreselleşmeden çok az ürktüğünde hemfikirdirler. Onu hiç olmazsa dört bin yıldır kanıtları olan doğal bir süreç olarak adlandırırlar. Sıklıkla yurtdışında çalan iki ünlü müzisyen Pandit Shiv Kumar Sharma ve Üstad Zakir Hüseyin küreselleşmeyi olumlu karşılamaktadırlar. Sharma, Hint müziğinin geçen milenyum boyunca değişmeyi sürdürdüğünü belirmektedir. Hint klasik müziği küreselleşme gelmeden çok çok önce küresel olmuştur. Zakir Hüseyin küreselleşme konseptini ilk başlatanın Amir Khusro olduğunu belirterek, Ali Akbar, Bade Gulam Ali ve Ravi Shankar’ın Hint müziğini değiştirdiklerini, diğerlerine bu değişiklikleri kabul ettirmede başarılı olduklarını söylemektedir. Bununla birlikte, Amerikan şirketleri Dünya Ticaret Örgütü vasıtasıyla ham maddeden ve doğal kaynaklar yönünden zengin ülkelerdeki ticaretini korkutarak sürdürmektedir. Dünya Ticaret Örgütü UNESCO’ya katılmayı reddettiğinden bu yana zengin kültürel farklılıkları koruma altına alan anlaşmalara bağlı değildir. Bu nedenle örgüt Hindistan, Çin, Bangladeş, Endonezya ve diğer kültürel zenginliğe sahip ülkelerdeki zengin kültürel mirası globalleştirmede serbest kalmaktadır ve küreselleşmede ilk tehdit zengin müzik kültürü üzerine olmaktadır. Hiçbir Hint müzik yapımcısı Amerikan tekelleri karşısında direnememektedir. Birçok Hint firması Amerikan MNCs şirketinin eline geçmiştir (Ravindranath, 2002, 1-3).

Küreselleşmenin Türkiye’deki Kültürel ve Müzikal Etkileri
Ana değer yargısı ve hedefi para olan çok uluslu devasa şirketlerin ticarî amaçlı politikalarının dünya ülkelerine yansıması olarak ortaya çıkan küreselleşme beraberinde getirdiği kitle kültürünün etkisiyle ulusal kültürleri tehdit etmektedir. Küreselleşme ve kitle kültürü olağanüstü üretim kapasitesiyle her seviyeden insanın kolayca ulaşabileceği ve kolayca tüketebileceği ürünler sunmaktadır. Ayrıca, bu ürünleri tüketmek moda haline getirilerek cazip kılınmaktadır. Ulusal, geleneksel, bilindik ürünlerin tüketilmesi, tüketen insanların kendilerini kitlenin dışına itilmiş sanmalarına yol açmaktadır. Böylece, her kesimden insan kitle kültürünün dayatmalarına direnemez duruma gelmektedir.

Küreselleşme süreci başlamadan önce de Türk insanı ulusal sazımız olan bağlamayı hep utanarak, utandırılarak taşımış, çoğu zaman içe dönük hareket etmek zorunda kalmıştır. Kitle kültürünün edilgen yapısı sonucu kitle kültürü yayıcı, küreselci sermayenin sunduğu her tür unsur gibi müzik kültürü de ister istemez inanılmaz boyutlarda üretilen popüler kültür, popüler müzik yayılmacılığından etkilenmektedir. Kitle kültürünün yani, popüler kültürün dayattığı popüler müzik, kitle kültürünün bütün ürünlerinde olduğu gibi geleneksel ve ulusal olanla haksız bir rekabet içindedir. Küreselleşme ulusal olanın değerini daha da azaltmış, ulusal müzik ürünlerimiz yerine Batı pop müziğine, yani kitle müziğine yönelimler eskisine göre daha da artmıştır.

Gençler arasında yoğunlaşan Türkçe sözlü veya yabancı dilde Batı pop müziği yıllar süren kulak alıştırma politikaları sayesinde artık orta yaş ve üstü insanlarımız arasında da oldukça yaygın dinlenen müzik türü durumuna gelmiştir. Hemen her kesimden ve yaştan insan kitle kültürünün etkisi sonucu sürüden ayrılmama içgüdüsüyle, modalaşmış olan Pop müzik salgınından kurtulamamaktadır. Türk Halk ve Sanat Müziği dinlemek sanki çağdışı kalmakla eşdeğer bir psikolojik baskı yaratmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte ulusal bilincin de kaybolmakta olduğu görülmektedir.

Müzik de bir tüketim ürünüdür. Müzik üretilir, tüketilir, yeniden-üretilir, tüketime hazır hale getirilir. Kitle kültürü üretici ve pazarlayıcılarının büyük sermaye gücüyle tanıtımı, yayılması, pazarlanması, modalaştırılması sağlanan popüler müzik ulusal ürünler karşısında tartışmasız güçlü konumdadır. Bir yandan da pasif konumdaki tüketicilerin, araştırmaya gerek duymadan, zahmete katlanmasına gerek kalmadan, hemen yanıbaşında sunulan bu ürünleri tüketme kolaycılığının sonucu ulusal müzik kültürü olumsuz etkilenmekte ve yozlaşmaktadır.

Sekizinci beş yıllık kalkınma planında küreselleşme sürecinin, sunduğu önemli olanakların yanı sıra bazı olumsuz gelişmelere de yol açabildiği belirtilmektedir. Olumsuz sonuçlarından birinin talebin küreselleşmesi ve tüketici tercihleri ve yaşam biçimleri arasında güçlü benzerlikler oluşması nedeniyle ortaya çıkan kültürel tekdüzelik olduğu ifade edilmektedir (Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2000, 2-3).

Planın Küreselleşme Özel İhtisas Komisyonu Raporunun 7. maddesi ‘Kültürel Etkileşim ve Çok Kültürlülük’ başlığını taşımaktadır. Burada yer alan bazı konular şöyledir :

“…Küresel kültürün yerel insanlar tarafından karşılaşıldığında görülebilecek iki refleksten biri ’direnç gösterme’ diğeri ise ’uygun’ bulmadır…
Direnç boyutuyla, alt kültür kendi dilinin korunması için tepki gösterebilir. Örneğin, Fransa dilini korumak için mücadele etmektedir… İran devleti ülkesine uydu çanaklarının girmesine karşı çıkmıştır.
Uygun bulup, benimseme boyutunda küresel ürün ve fikirlerin kabul görme süreci hızlı bir biçimde gerçekleşebilir. Örneğin insan hakları, kadın ve çocuk hakkı ve çalışma hakkı gibi temel prensiplerin uzlaşılmasında karşılaşılan direncin zayıflığı, ya da Mc Donald’s’da olduğu gibi hızlı yemek yeme ve bu çerçevede ’fast food’ kullanımının artmasının yaygınlaşması toplum tarafından rasyonel kılınabilir.

Küreselleşme kültürel farklılıklar da doğurmaktadır. Küreselleşmenin geleneksel yaşam tarzına tahribat yapabileceği, küreselleşmenin neden olacağı dezavantajlar arasında sayılmaktadır…

Çok kültürlülükle ilgili önemli bir kavram yerelliktir. Bireyin kimliği, yaşadığı yöredeki diğer insanlar, tarih, doğa ve çevre ile etkileşim yoluyla oluştuğu için, çok kültürlülüğün bir erdem olarak kabulü yerel mirasın da toplumsal zenginliğe katılması anlamına gelecektir. Yerellik, çok kültürlülüğe hayati bir katkı ifade etmenin yanında, demokratik ve daha müreffeh bir toplumsal hayatın da yapı taşlarından birini teşkil edecektir:.. Tarih, doğa ve sosyal ve fiziki çevre ile etkileşerek biçimlenen yerel kimlikler, çok kültürlülük erdeminin başat olduğu bir toplumda …ulusal vasattan birer sapma değil, toplumsal zenginliği ve refahı artıran unsurlar haline gelecektir (A.g.e., 103-105).

Görülmektedir ki, devlet uygulayageldiği kültür politikalarını küreselleşmenin etkisiyle değiştirmiş, etnik unsurların belirginleşmesine zemin hazırlar hale gelmiştir. Aslında devlet politikasındaki bu değişimden önce, küreselleştirici güçlerin baskıları ve etnik unsurlara destekleri sonucu Türkiye’deki etnik unsurlar canlandırılmaya çalışılmıştır. Etnisite belirgin olarak müzik alanında kendisini göstermiş, çok sayıda Türkçe dışı müzik ürünleri piyasaya sunulmuştur.

Küreselleşme ve küreselci yerelleşme ulus-devleti zayıflatarak sonunda küçük devletçiklerin ortaya çıkmasına neden olacak olan politikalarla sürecini sürdürmektedir. Küreselci yerelleşmenin sonuçlarından biri yerel ya da bölgesel milliyetçiliktir. Bu tür milliyetçilik akımlarının ortaya çıkması sonucu Türkiye’de tabular yıkılmış, kürt, laz, ermeni, yahudi, gürcü, çerkez, rum müzikleri müzik piyasasında yer edinmiştir. Küreselci yerelleşme (glolakizasyon) sürecinde yerel milliyetçilik akımlarının etkisiyle birçok plak şirketinden Türkçe dışı çeşitli kaset ve CD’ler yayınlanmıştır. Çok sayıda etnik müzik kaset ve CD’lerinden bazıları şunlardır:

• ‘Eyhok’ Hakkari Geleneksel Müziği / Muzîka Gelêrî ya Hekariye (Kürtçe),
• Ayde Mori (Balkan dillerinde),
• Aravani (Lazca),
• Denge Axe (Kürtçe),
• Ba (Kürtçe),
• Çoksesli Ermeni Koro Müziği,
• Edirne Romanları (Çingene müziği),
• Gürcü Halk Müziği (Gürcüce),
• Katakofti (Yahudi ve Roman müziği) / De Amsterdam Klezmer Band- The Galata Gipsy Band,
• Rebetika 1918-1954 (Rumca),
• Karşılama (Çeşitli etnik Balkan müzikleri) / Brenna McCrimmon,
• Knar / Anadolu Ermeni Halk Müziği (Ermenice),
• Lawo (Oğul) (Kürtçe),
• Lazeburi (Lazca),
• Lazuri Birabape Heyamo (Lazca),
• Pontus Şarkıları / 1930 Ses Kayıtları (Rumca).

Bu kaset ve CD’lerin kutularında hem müzikler hakkında, hem de konusu geçen etnik toplumlar hakkında geniş açıklamalar yer almakta, etnisite canlandırılmaya çalışılmaktadır. Ülkemizin kültürel zenginliklerinin ortaya çıkarılması elbette gereklidir. Ancak, etnisitenin müzikal formlarıyla belirgin şekilde ortaya çıkarılması aslında bir ihtiyaçtan ziyade, küreselleştirici emperyalizmin ‘parçala, böl, hükmet’ şeklindeki herkesçe bilinen politikalarının sonucudur. Kültürel zenginlik gibi gösterilen etnik ayrışma temelde küresel sömürü düzeninin yeni tip versiyonunun hizmetindedir.

Yüce Atatürk’ün ulus-devlet ülküsünün küreselleşmenin getirdiği sonuçlarla günümüzde temelinden sarsıldığı görüntüsü ürkütücüdür. Elbette ki, ulus devletlerin eski güç ve konumunu yitirmesi hemen bütün dünyada küreselleşmenin belirgin sonuçlarından biridir. Küreselci yerelleştirme sürecinin Türkiye gibi farklı kültürleri de bir arada barındıran bir toplum açısından, Yugoslavya örneğindeki gibi, bölünerek yok olma sonucunu doğurmaması için ulusal birliğimize sıkı sarılmalıyız. Ulusal birlik bilinci insan vücudunun bağışıklık sistemine benzer. Ulus bilincinin yitirilmesi vücudun bağışıklık sisteminin çökmesi gibidir. Ulusal bütünlüğün oluşmasında Türk Halk Müziği’nin (Ulusal Türk Müziği’nin) katalizör rolü olduğunu unutmamalıyız.

Sonuç
Ulusal müzik ürünlerinin yeniden-üretimi ve tüketimi bilinçli ulusal politikalar gerektirir. Her bir birey kendisine ve ailesine karşı sorumlu olduğu gibi, ülkesine karşı da sorumludur. Ulus olarak ayakta kalmak için ulusal kültüre, dolayısıyla ulusal müziğe bilinçli olarak sahip çıkılmalıdır. Bu konuda devletin halkı bilinçlendirici çabalarına da özellikle gerek vardır.
____________________________________

Kaynaklar
Alpagut, Uğur. 2005. “Otantikten Klasiğe Müzik Kültüründe Gelişim-Değişim ve Kurtarıcının Eleştirisi” Folklor/Edebiyat, 42 (2): 115–120.
Artun, Erman. 2001. “Küreselleşme Olgusu Karşısında Halk Kültürü” http://www.turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/10.php
Baştürk, Şenol. 2003. “Bir Olgu Olarak Küreselleşme: Sorunlar ve Bir Çözüm Önerisi; Küresel Yönetişim” http://www.isguc.org/senol1.htm
Dolfsma, Willfred. 2005. “How Will the Music Industry Wheater the Globalization Storm?” http://firstmonday.org/htbin/cgiwrap/bin/ojs/index.php/fm/article/viewArticle/1461/1376
Falinski, Jason. 2000. “Glocalisation” http://www.regional.org.au/articles/government/glocalisation.htm
Hall, Stuart. 1991. “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik (The Local and the Global: Globalisation and Etnicity)” Çev. Hakan Tuncel, http://www.ilef.ankara.edu.tr/id/yazi/.php?yad=798
Horkheimer, Max ve Theodor W. Adorno. 1996. Aydınlanmanın Diyalektiği. Felsefi Fragmanlar II. Çev. Oğuz Özügül. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Kongar, Emre. 1997. “Küreselleşme ve Kültürel Farklılıklar Çerçevesinde Ulusal Kültür” http://www.kongar.org/makaleler/mak_ku.php
Letts, Richard. 2000. “(More than) 100 ways globalisation affects music” http://www.mca.org.au/web/content/view/29/6
Music Council of Australia. 2005. “Some examples of the issues it takes up for advocacy or other action” http://www.mca.org.au/web/content/view/132/6
Oskay, Ünsal. 2000. XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri -Kuramsal Bir Yaklaşım-. İstanbul: Der Yayınları.
Önder, İzzettin. 26.10.2004. “Emperyalizme Yol Açılıyor” Cumhuriyet, 12.
Ravindranath, P.K. 2002. “Globalisation and Indian music” http://www.tribuneindia.com/2002/20020125/art-trib.htm#1
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı. 2000. “Küreselleşme Özel İhtisas Komisyonu Raporu” http://ekutup.dpt.gov.tr/dunya/oik560.pdf
Stiglitz, Joseph E. 2002. Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı. Çev. Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural. İstanbul: Plan B.
Yuri, Ishii, Shiobara Mari and Ishii Hiromi. 2005. “Globalisation and national identity: a reflection on the Japanese music curriculum” Globalisation, Societies and Education, 3(1): 67-82.
Zaman, Süleyman. 1997. Mahzuni Şerif, Yaşamı, Dünya Görüşü, Şiirleri. Ankara: Yeni Doğuş Matbaası.




Hoşgeldiniz