Merhum Sadi Yaver Ataman’ın “Türk İstanbul” Kitabı Üzerine… Y.Doç.Dr. Göktan Ay


Toplam Okunma: 3435 | En Son Okunma: 16.05.2024 - 07:20
Kategori: Eleştiri/Kritik

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü) tarafından yayınlanan, İTÜ TMDK Öğretim Görevlisi Süleyman Şenel’in yayına hazırladığı, Sadi Yaver Ataman’ın yazılarından oluşan “Türk İstanbul”* önemli bir boşluğu doldurdu. Emeği geçenleri gönülden kutluyor, alanla ilgili kişilerin ve özellikle konservatuar öğrencilerinin mutlaka okumaları gerektiğini vurgulamak istiyorum…

Merhum Sadi Yaver Ataman’ın “Türk İstanbul” Kitabı Üzerine… “Okunuyor mu dersiniz?”… Y.Doç.Dr. Göktan AY

‘Her yeni fikir, başlangıçta diğerleri arasında azınlıkta kalır.
Thomas Carlyle

Bu yazımda, bazı konular üzerinde durmak, yorumlar yapmak istiyorum;
Kitabın “Folklor Kaynaşmaları ve Müzikoloji Bakımından İstanbul” makalesinde “İstanbul’da, tutsakların musiki bilenlerinin, daha çok paraya satıldığını, Piton dö Tournefort adında bir gezgin de şöyle anlatmaktadır: “Onları yüksek fiyata satabilmek için, itina ile terbiye ederek raksetmek, şarkı söylemek, çalgı çalmak gibi şeyler öğretilirdi. İçlerinde zaten bu hususlarda usta olanlar vardı. Bunlar, yeni yetişenlere hocalık yapıyorlardı.” Yine bu çağda, Eremya Çelebi adında bir Ermeni tarihçi de bu konuda şunları yazmıştır. “…Bu kızları (esir kızları) satın alan bazı adamlar, kendilerine hanendelik ve rakkaslık öğretirler. Bunlar türlü türlü muzika çalmasını bilen erkeklerle beraber, Paşa, Hanım ve Sultan gibi yüksek kimselerin huzurunda san’atlarını icra eder ve Herodiya’nın kızı (Salome) gibi kıvrak vücutlarını titreterek raksederler. Sultan ve Valide, yanlarında bunlardan hususi bir takım bulundururlar ve Padişah bazen onları dinleyip sefayab olur.”**

Yorum: Bu satırlardan da anlaşılacağı gibi, o çağda da insanların belli özelliklerinin yanında bir sanat dalı ile uğraşmasının ayrı bir değer olduğu bir çok kaynakta da belirtilmektedir.. Özellikle tutsaklardan musiki ile uğraşanlarının yüksek fiyatla satılması bir değerin ifadesiydi. Yeteneği olanların özel eğitime alınmaları da düzenli/ciddi eğitimin gerekliliğine inanılmasındandı. Müzik-raks, her zaman ve çağda, saraylarda, konaklarda, evlerde hayatın değerli bir parçası olarak görülmüştü. Ülkemizde çalgı çalanlara- aşıklara-bestekarlara-yorumculara değer verildiğini yazılı kaynaklardan öğreniyoruz. Çalgıların (bağlamaların) evin en önemli ve yüksek yerine asıldığını/konulduğunu ve bu geleneğin asırlardır devam ettiğini de biliyoruz.

“Bir yanda genç bir Türk, kendisinden yaşlı bir Bostancı’ya (Padişah saray muhafızlarından)şarkı öğretiyordu. Bostancının çok güzel bir sesi vardı. Türklerin adetleri veçhile, daha dikkatli olabilmek için vücudunun yarısı, geri kalan kısmı üzerinde bir topaç gibi sallanıyordu.” Fransız izlenimcisi, şarkının havasına kapılarak, ileri geri sallanmayı biraz da mübalagalı olarak topaç gibi sallanmak şeklinde almıştır.

Yorum: Ülkemizde sanatçıya eşlik etmek yaygındır. Bu elle, başı- kolları sallayarak, mırıldanarak olabilir. Bu hem sanatçıya dinlediğini/izlediğini hissettirmeyi, hem de içinde kalmış duygularının ortaya çıkarılmasını göstermektedir. Zaten her müzik; bir ritme sahip olduğu için, insan üzerinde değişik algılama/paylaşım/hareket/eşlik sistemleri oluşturmuştur. ritim ezginin önemli bir tamamlayanıdır… Hayat zaten bir ritimdir…

Aynı izlenimci: “Türkler bizim gibi yazılı kaidelerle ve notaya alınmış havalarla çalıp okumazlar, bütün gün diz vurarak, ağızdan öğrenirler. Bu usul mucibince, bu talebe de hocasının kendisinden önce terennüm ettiklerini tekrar ediyordu” diyerek, Türk musikisinin geleneksel kuralı olan “meşk” usulünü anlatmak istemiştir.

Yorum: Türk müziğinde önemli bir uygulamadır “meşk”. Her ne kadar kişiler eğitim kurumlarında, belli saatlerde ders yapsalar eğitim alsalar da, işin uzmanı olan kişi ile bire bir karşılıklı çalıp-söylemek kişiye çok şey kazandırır. Meşk ile sadece iyi çalmak ve iyi okumak değil onu bütünleyen kültürlerde, etiklikte devreye girer.
Ancak, bu alıntıda Türkler’in yazılı kaidelere ve notaya itibar etmedikleri gibi bir eleştiri vardır ki, bugün dahi –maalesef- doğruluğu kabul edilebilir. Konservatuarların, Müzik Eğitimi ABD lerin, Güzel Sanatlar Liselerinin çoğalmasına rağmen yazılı/basılı kaynaklara olan ilgisizliği izah etmek zordur. Bunun doğruluğu için başta Pan yayıncılık olmak üzere, sayıları çok az olan müzik yayıncılarıyla görüşmeniz yeterlidir… Yazılı kaide demek araştırma/bulgu/sonuç/bilimsellik demektir…Uygulama ve teori mutlaka birbirini tamamlamalıdır…

“17. yy başlarında, İstanbul’da altıbin profesyonel musikici bulunduğunu, “mehter” adı ile sarayın resmi musiki takımlarından başka, yetmişbir çalgıcı loncası bulunduğunu Evliya Çelebi’den öğreniyoruz.”
Yorum: O zamanki nüfusa oranladığınız 6.000 sayısı ve 71 sayısı çok fazladır. Ve doğru ise bugün ülkemizin sanat anında çok önde olması gerekir. Mehter’in resmi olarak var olduğunu ve önemli bir boşluğu doldurduğunu biliyoruz. Ayrıca, Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bir çok konuda fazla abartılar/eklemeler olduğunu biliyoruz.. Günümüzde dahi bu sayının olduğunu tahmin etmiyoruz.

“Profesyonel sanat icra eden, daha önce sözünü ettiğim onbinlerce tutsağın ve yüzlerce Mehter’in, sarayda, orduda ve meydanlarda icray-ı ahenk ettikleri ve dokuz takım davlumbazların gümbürlendiği bir kentte, musiki hareketlerinin önemini ve ihtişamını kavramak hiç de güç değildir.”

“İstanbul’da musiki hareketleri, sadece saraya, bey ve paşa konaklarına mahsus değildi. Bir milletin, hatta coğrafya bölgesinin tarih içinde yaşattığı ve yüzyıllar boyunca başarı ile sürdürdüğü bir san’at dalının yaygın hale gelmesinde çağın büyük ustaları İtri ve diğerlerinin önemli rolü olmuşsa da, ne çare ki nota icad edilmiş olmasına rağmen, yazılı musikiye itibar edilmemesi yüzünden, bu ustaların eserlerinin çoğu karanlıkta kalmış, söz gelimi Itri gibi ustalar ustası bir san’atkarın, yüzleri aştığı sanılan bestelerinden günümüze, ancak yirmi kadarı ulaşabilmiştir.”
Yorum. Maalesef müzik tarihimizin en eksik tarafıdır, yazılı musikiye itibar edilmemesi, kaynakların günümüze ulaştırılmaması…Yüzlerce beste/kaynak/bilgi günümüze ulaşmadığı/kaybolduğu gibi, yaptıkları eserleri evinde saklayıp resmi kurumlara vermeyen müzik insanları da var…
Ve maalesef, hala çalmak/söylemek, bilimselliğin önünde gidiyor…Basılı müzik eserlerinin/CD lerinin satışı, kadrolu müzik insanları sayısıyla paralel gitmiyor…
Konservatuar hayatımda, sürekli hocalarıma hatıralarını/yaşadıklarını yazmaları yönünde sohbetler ettim. Ancak, aramızdan ayrılan Nida Tüfekçi, Neriman Tüfekçi, Ercümend Berker, Cevdet çağla, Cüneyt Orhon, Ayhan Turan gibi hocalarımla Türk müziği tarihinin bir bölümü daha kayboldu gitti. Şimdi Fikret Değerli, Yücel Paşmakçı, Nevzat Sümer, Tülin Yakarçelik, Tülun Korman, Sadun Aksüt gibi birikimleri olan/görevlerde bulunan değerli sanatçı/hocalardan yaşadıklarını acilen bekliyoruz…

Son olarak, bu kitabın yazıldığı tarihteki fikirlerle/uygulamalarla, bugünküleri karşılaştırmaya, sonuçlar çıkarmaya ne dersiniz?
Bekliyoruz…
__________________________________________________
*Ataman, Sadi Yaver; Türk İstanbul, Yayına Hazırlayan Süleyman Şenel, İBB Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Yayınları, 2. Baskı, 2006 İstanbul
**Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul Tarihi/XVII. Asırda İstanbul1988, Eren yayıncılık ve Kitapçılık Ltd.Şti., 2. Baskı, s.56




Hoşgeldiniz