Türk Musıkîsinde Ölümsüz Bir Virtüöz: Tanburî Cemil Bey… S. Zeki Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 5013 | En Son Okunma: 27.04.2024 - 20:57
Kategori: Araştırma Yazıları, Değerlerimiz

Cemil Bey 9 Mayıs 1873 günü Hariciye’ci Tevfik Bey ve Zihniyar Hanım’ın oğlu olarak İstanbul’da doğar. Babası imparatorluğun Tahran Büyükelçiliği’de bulunan bir yüksek bürokrattır… Özellikle tanbur icrasındaki statik yapıya getirdiği dinamizm ile, tartışmasız tek ekol haline dönüşmüştür. Klâsik kemençede de keza sağ ve sol el tekniğini geliştirip, o güne kadar gerektiği şekilde kullanılmayan tellere kazandırdığı işlevle, bu sazı icrasının en üst sınırına yaklaştırmıştır. İşin ilginç yanı kemençe çalmayı, tanburda virtüöz olduktan sonra öğrenmiş olmasıdır… Şarkı’da Hacı Arif Bey’in yaptığını, saz eserleri besteciliği ve icrasıyla o yapmıştır…

Türk müzik tarihinin, özellikle saz musıkisinde kendisinden çok söz edilen, efsane kişiliği Cemil Bey’dir. Saz; özellikle tanbur ve kemençe icrasında o bir milâttır. Tanbur ve kemençe dışında lavta, rebab , viyolonselde de icranın mükemmeliyet zirvesine ulaşır. İcrada olduğu kadar saz eserleri besteciliğinde, yani, peşrev, saz semaisi ve taksim formlarına yeni ufuklar açmış, modern anlayışlar getirmiş bir bestecidir. Yani Şarkı’ da Hacı Arif Bey’in yaptığını, saz eserleri besteciliği ve icrasında o yapmıştır. Ondan sonra gelen saz eserleri bestecileri ve saz icracılarının en büyük şansı, Cemil Bey’in icralarının kaydedildiği taş plâklar olmuştur.

Cemil Bey 9 Mayıs 1873 günü Hariciye’ci Tevfik Bey ve Zihniyar Hanım’ın oğlu olarak İstanbul’da doğar. Babası imparatorluğun Tahran Büyükelçiliği’de bulunan bir yüksek bürokrattır. Musıkiye oldukça yakın bir kişiliktir. Bu yüzden Cemil Bey çocukluğundan itibaren musıki meşklerinin içinde yetişecektir.

Babasını kaybettiğinde henüz 3 yaşındadır. Amcasının gözetiminde büyümeye devam eder. Bu arada iki ağabeyi de başta tanbur, değişik sazlar çalmaktadır. Bu küçük Cemil’ in yaradılıştan mevcut büyük yeteneğinde bir kamçı olur.

Daha ilkokul yıllarında dönemin ünlü tanburîsi Bestekâr Ali Efendi’yi tanır ve onun öğrencisi olur.

Hariciye Nezareti’ndeki memuriyet yıllarında ve müzisyenliğinin başlangıcında tanbur icracılığı kimilerince tanburu ud gibi çalıyor diye eleştirilirken, kimilerince de virtüöz olarak nitelendirilir. Tanbura ilâveten yine o yıllarda Kemençeci Vasil’den kemençe dersleri alır. Bir kaç yıl içinde hocasını kemençe icrasında geride bırakır.

Özellikle tanbur icrasındaki statik yapıya getirdiği dinamizm ile, Cemil Bey tartışmasız tek ekol haline dönüşmüştür. Klâsik kemençede de keza sağ ve sol el tekniğini geliştirip, o güne kadar gerektiği şekilde kullanılmayan tellere kazandırdığı işlevle, bu sazı icrasının en üst sınırına yaklaştırmıştır. İşin ilginç yanı kemençe çalmayı, tanburda virtüöz olduktan sonra öğrenmiş olmasıdır.

1826’ dan bu yana ülkede yerleşmesi için ısrar edilen batı musıkisi rüzgârının Tanburî Cemil Bey’ i etkilememesinden söz edilemez. Onun, ”…şedarâbân ve ferahfezâ saz semâileri..” nde bu etki belirgin bir şekilde hissedilir.(1)
  Cemil Bey’in Türk müzik arşivinde bulunan 200’e yakın plâğının 80 kadarı “taksim”formundadır. Bunların her biri de başlıbaşına birer, tanbur, kemençe, lavta ve viyolonsel “konçerto”su niteliğindedir. Bu plâklardaki tanburla yaptığı Şedarabân, Sûzidîl, Nihavent, Nişaburek, Müstear, kemençeyle yaptığı Evcâra, Sultanıyegâh, Acemaşiran, Hüseynî, viyolonselle yaptığı Hüseynî ve Muhayyer, lavtayla yaptığı Kürdilihicazkâr ve Uşşak, yaylı tanburla yaptığı Yegâh ve Ferahfeza taksimleri halâ zevkle dinlenir ve saz sanatçılarınca örnek eserler olarak meşkedilir. Ancak bu garip çelişkidir ki :

“… Tamburî Cemil Bey ilk plaklarını yaptığı ve musiki çevrelerinde tanındığı yıllarda, tamburda klasik tavrı bozduğu ve hercaileştirdiği için haklı olarak tenkid edilmişti; ne var ki bugün, devrinde Tanburi Ali Efendi tarafından temsil olunan klasik tanbur tavrını bilen ve hatırlayan kalmadı denilebilir. …”(2)

Diğer 70 civarında plâğında ise, enstümanı ile ya bir soliste eşlik etmiş veya diğer birkaç saz ile birlikte herhangi bir saz eserini yorumlamıştır. Bu plâkları ona sadece Türkiye’de değil geniş bir coğrafyada büyük bir ün sağlamıştır.

“…Kendi arşivinde Tanburî Cemil’e ait 110 tane taş plâk olduğunu söyleyen Karabey’e göre ,Tanburî Cemil ile kayıt sistemlerinin ortaya çıkması Türk müziği için bir şans: Kayıt cihazlarını icad edenler, adeta ‘Osmanlı’ da Cemil Bey adında bir sanatçı doğdu, aman kayıt sistemlerini yetiştirelim de onun sesini kayda alalım’dediler de güzel tevâfuk gerçekleşti…” (3)

Cemil Bey hayatı boyunca 8 peşrev, 7 saz semisi, 3 oyun havası, 16 şarkı, 2 ninni besteler. Ferahfezâ, Muhayyer, Mâhur, Şedarabân peşrevleri, Şedarabân, Ferahfezâ, Hicazkâr, Muhayyer saz semaileri, ”Görmek ister gözlerim her dem seni” sözleriyle başlayan Hüseynî ve “Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok”sözleriyle başlayan Şehnaz şarkıları bu formun en tanınmış eserleridir.

Tanburî Cemil Bey gerek irticalen yaptığı taksimler ve gerekse bestelediği saz veya söz eserlerinde adeta bir kuyumcu titizliğindedir. Bunu, onun ney’ deki halefi diyebileceğimiz üstâd Niyazi Sayın şu anekdotla dile getiriyor :

“…Tanburi Cemil ve arkadaşları bir akşam bir evde toplanmışlar. O sıralarda da Cemil Bey, Şeddi Arabân Saz Semâisi’ni yeni bestelemiş. O akşam Cemil Bey, tamburunu değil de kemençesini getirmiş meclise. Eseri, tambur için bestelediğinden, kemençe ile çalmakta bir hayli zorluk çekmiş. Eserin dördüncü hanesine gelince durup tekrarlamış bu bölümü. İçine sinmeyince bir daha tekrarlamış, sonra bir daha… Sonra da’ yapamayacağım’ diyerek izin istemiş ve kalkmış. Anekdodu anlatan diyor ki :’Sabaha karşı evime giderken onun evinin önünden geçmem gerekiyordu. Üstâd, içeride halâ saz semâisi’ nin dördüncü hanesini kemençe ile çalıyordu..” (4)
Kültürümüzün önemli isimlerinden Hakkı Süha Gezgin, Cemil Bey’i bize şöyle tanıtıyor :

“ Uzun; fakat eski Türk atlıları gibi, belden yukarısı daha yüksek bir boy. Yürürken görünmez bir dağdan iniyormuşcasına azıcık öne doğru eğik duran bir endam. İnsan şefkat duyguları veren ince, nazlı omuzlar.

Solgun yüzünde bir gül durgunluğu vardı. Üst kapakları yumuk gözleri, size, içinde hiçbir hatırlayış kıvılcımı parlamadan bakardı. Zaten, kumral uçurumların dibi görünmezdi ki. Şakaklarından tatlı, yumuşak bir süzülüşle inen yüz çizgisi, çeneye doğru az katılaşır keskin bir irade kuvvetini belirtirdi.

Geniş alnında, düşünce sabahının açtığı derin izler olması, Cemil Bey’ de ilkin, çocuk hali bulabilirdiniz. Fakat derin ve büyük ilhamların ağırlığı altında bükülüp katlanan bu alın, sizi ansızın sarsar, gönlünüzü korkuya benzer duygularla doldurdu. Bunlara hafifçe titreyen uzun, asabî parmaklı, beyaz bir çift el de ekleyiniz. Tanburî Cemil’ i hayalinizde canlardırmış olursunuz…

…Fizikçiler, her perdenin belli bir tel titreyişinden doğduğunu söylerler. Fakat Cemil Bey’in mızrabiyle yayından çıkan (do) lar, (mi)ler… Hiç kimsenin yine aynı sazdan çıkardıkları (do) ve (mi) lere asla benzemez.

Yani şunu demek istiyorum ki, nağmelerin terkibi, makamların istifi değil, tek tek seslerde bile onun ölçüye sığmaz bir ayrılığı vardır…

Bir taksimini ele alınız. Onun mızrabından dökülen her notanın bir nur damlası gibi parladığını ve gönlünüzün ufuklarında mahyalar kurulduğunu duyarsınız…

….Cemil, gerçekten de elleriyle ağlayan, parmakları hıçkıran bir deha idi…” (5)

1916 senesinde uzun süredir çektiği “verem” hastalığı sonucu vefat ettiğinde henüz 45 yaşındadır.

Türkiye’deki olağanüstü nitelikteki her kişilik gibi Cemil Bey’in de kadir ve kıymeti ölümünden seneler sonra anlaşılacaktır. Devlet ve toplumun bu konudaki duyarsızlığı, ihmali ve nemelazımcılığını, Cemil Bey’ in hâtırasına bakışında da bütün çıplaklığıyla görebiliriz. Üstâd Niyazi Sayın’ın naklettiği bir anekdota göre :

“…Bir bayram günüydü. Tanburî Cemil Bey’in Aksaray Sinekli Bakkal’ daki evini yıkıyorlardı. Rica ettim, oda kapısını aldım. Üzerine kendisi kurşun kalemle fesli bir baş, oğlu Mesud Cemil de bir musevî resmi yapmış. Sokak kapısının üzerinde sol anahtarı bulunan tokmağını aldım, iki pencere kafesini aldım. Hiç olmazsa hatıra olarak bulunsun diye… Kapıyı Necdet Yaşar’ a verdim…” (6)

K A Y N A K Ç A :
(1) Bülent AKSOY,”Cumhuriyet Dönemi Musıkisinde Farklılaşma Olgusu”,Cumhuriyet’in Sesleri,Tarih Vakfı Yayınları,İstanbul/1999,s.33
(2) A.Turan ALKAN,”Eğer Aşka Bir Ceza Verebilseydim”,Zaman Gazetesi,4 Mayıs 2002
(3) Burhan ESEN,”Tanburî Cemil Çalıyor Hâlâ Gramofonda…”,Zaman Gazetesi 19 Nisan 2002
(4) Burhan EREN, “ a.g.e “
(5) Beşir AYVAZOĞLU,”Edebî Portreler”Timaş Yayınları,İstanbul/1997,s.366,368
(6) Alpay KABACALI,”Türk Müziği Terk Edildi”,Cumhuriyet Gazetesi,20 Kasım 1989
http://ferahnak.wordpress.com/2010/01/06/tanburi-cemil-bey-%e2%80%9c-turk-musikisinde-olumsuz-bir-virtuoz%e2%80%9d/




Hoşgeldiniz