Fransa’nın Efsanevi Kültür Bakanı Jack Lang: “Politikacılar kültür konusunda çok cahil”


Toplam Okunma: 3435 | En Son Okunma: 13.04.2024 - 08:56
Kategori: Arabesk Dönüşüm

“Kültür politikası kültür hayatını derinden değiştirecek adımları içermeli. Çocukların eğitimi, gençler için mükemmel programlar vb… Uyumlu bir şehircilik de kültür politikası. Genelleştirilmiş betonlaşmayı reddeden şehircilik anlayışıyla mücade etmek de bir kültür politikasıdır. Sinema endüstrisine destek vermek de… Kitap okumayı teşvik etmek de… İyi bir film, bir roman iyi bir amblem midir? Louvre’a yapılan cam piramit iyi bir amblemdir… Politikacıların büyük bir bölümü kültür konusunda cahil ve konuya ilgisiz. Konuya uzak kalmaları çok kötü…Bir şeyleri yapmak istiyorsanız yapabilirsiniz. İnanın bana bakan olmak şart değil…”

Jack Lang… Fransa’nın efsanevi kültür bakanını İstanbul / Çırağan Oteli’nin terasında püfür püfür esen kafesinde bekliyorum. Eski bakanın trafik yüzünden gecikeceği söyleniyor. Havuzbaşında üzerinde bornozları ellerinde cep telefonları volta atan erkeklerle boğazda gidip gelen tekneleri, gemileri izlemek gibisi yok derken Jack Lang geldi.

Trafik yüzünden arabadan indiği gibi yürümüş. Olağanüstü doğal. İlk izlenim bu.

Eşi ve ünlü aktris kızına el sallıyor. Minnacık, çok hareketli olduğunu belli eden jestler yapan karısı ve bütün Fransa’nın ilginçliği konusunda hemfikir olduğu kızını uzaktan görüyorum.

Eski bir bakana ne sorulur? Üstelik vakit bu kadar daralmışken… 20 dakikam kaldı. Bir randevuya daha yetişecekmiş. Bu arada Lang’ı gören otel misafirleri birer ikişer gelip ‘Merhaba’ diyor. Neredeyse fotoğraf çektirmek istiyorlar. Vaktimi iyice azaltıyorlar.

Eski bir bakana bakanlıktan sonraki ertesi gününü sormaya karar veriyorum. Bir devletin kültür politikası adına ne yapması gerektiğini elbette anlatacak. Bir bakan artık bir bakan olarak uyanmadığında ne hisseder? Özgür mü? Yalnız mı? Bu sorular aklımdan geçiyor.

Eski bir bakan tamam ama bir politikacının hiçbir zaman eski bir polikitacı olmadığını da anlayacağım hızlı söyleşim bittiğinde…

En güzeli, efsanevi bakanın bana da böbürlenecek bir şeyler armağan etmesi. Üstelik hemen. Söyleşinin başında kendimi ve gazetemi tanıtayım size dediğimde… “Radikal’i biliyorum. Sizi de… Feminist, dobra ve modern birisiniz” diyor.

Ve eski bakan daima siyaset adamı özgür ruh Jack Lang’la Boğaz’a nazır söyleşimiz başlıyor…

Mitterand’ın camdan piramidi Louvre’u… Jack Chirac’ın Paris Primitive’i Branly’deki… Fransız siyaset adamlarının kalıcı olma arzularını gösteren iki önemli müze. İkisinin arkasında da cumhuriyetçi evrensel olma iddiası var. Siz evrensel olana inanır mısınız?

Bugün kültür politikası dediğimiz zaman çok önemli bir konudan bahsediyoruz. Derin ve gönüllülükle yapılan bir mesele kültür politikası yapma meselesi. Toplumun kalbinin sanat olduğunu düşünmek gerekir. Aynı zamanda eğitim de önemlidir. Şu günlerde bir başlangıcın da başlangıcındayız. Bugün şu an pek çok şeye gebe. Ekonomik gelişmenin bir sürü şeyin değiştiği çok değişeceği günlerin başlangıcındayız. Avrupa’da kriz yaşanıyor, doğru. Çünkü kültüre ve eğitime yatırım yapılmadı. Bu son dönemde yapılmadı. Çin ve Hindistan’a kıyasla…

Çin ve Hindistan kültüre yatırım mı yaptı?
Eğitime kesinlikle. Üniversiteliye kesinlikle. Bilimsel araştırmaya kesinlikle. Kültüre özellikle yaptığını söylemek mümkün görünmüyor ama onların sanatları farklı. Geleneksel sanatları var her şeyden önce. Fakat Çin’de sanat adına da büyük bir kalkınma var. Bunu bütün dünya görüyor.

Kültür politikasından ne anlamalıyız biz sade bir vatandaş olarak? Ve siz bir politikacı olarak?

–Sonuçta benim için iyi bir kültür politikasının belli hedefleri olmalı. Kültür hayatını derinden değiştirecek adımları içermeli. Nedir bunlar? Çocukların eğitimi, gençler için mükemmel programlar televizyonda vb… Uyumlu bir şehircilik de kültür politikası içine girer. Genelleştirilmiş betonlaşmayı reddeden şehircilik anlayışıyla mücade etmek de bir kültür politikasıdır. Sinema endüstrisine destek vermek de… Kitap okumayı teşvik etmek de. Büyük projeler evet ama öncelikle kültürel ve sanatsal yaşamın derinlemesine bir değişikliğe uğratılması gerekiyor. Çok büyük projeler bunu gölgelememeli.

Branly müzesi gibi mi?
Bir anlamda evet… Gerçek bir kültür politikası, iki katmanlıdır. Günlük ve derinlemesine değişim ve simgel değişimin amblemleri.

Bu amblemlere gelelim. İyi bir film, bir roman iyi bir amblem midir?
Mesela Louvre’a yapılan cam piramit iyi bir amblemdir. Gerekli bir çalışmaydı kaldı ki… Sıfırdan yapılan bir çalışma değildi. Louvre’un böylesine bir genişlemeye ihtiyacı vardı. Dünyanın en büyük koleksiyonuna sahip bir müzeye yaptığımız bu çalışma, bu dokunma devrimciydi öte yandan. Bu çalışma benim kültür politikasından ne anladığımın güzel bir özetidir. Büyük projeler evet ama aynı zamanda ülke sathında gündelik projelerin devamlılığı esastır.

Bakanlığınız boyunca attığınız efsanevi adımlar var. Mesela kitaplara indirim yaptınız. En önemlisi çağdaş sanat adına hala bugün tartışılan FRAC sistemini kurdunuz. (Çağdaş sanata yatırım yapan bölgesel fonlar) FRAC’ın, bugün iyi işlediğini düşünüyor musunuz? Kültüre yapılacak devlet yardımı, sanatçıya nasıl ulaşmalı? Belli bir mesafeden mi? Ve bu mesafenin arası iyice açık mı yoksa yakın mı olmalı?

Bakın kültür politikası soru sormaktan ibarettir. Sizin de şu an yaptığınız gibi. Diyalektiktir. Aslında benim amacım devletin karar vermesini beklemeden ülke sathında karar verenleri çoğaltmaktan ibaretti. Çünkü devletin yardım kararını beklemek uzun zaman alabiliyor. Üstelik devlet hangi birine karar verecek?

Oysa FRAC modelinde merkez ortadan kalkıyor, çoklu bir merkez anlayışı onun yerini alıyor. Karar verenler çoğalıyor. Mesela Paris karar verirken Nantes da karar verebiliyor destek için.
Ben bakanlığa geldiğim zaman ülkede çağdaş sanat hemen hemen hiç yoktu. Paris dışında özel sanat galerileri bile yoktu. Ben çağdaş sanatın toplumun içine girmesini adeta sızmasını istedim. FRAC biraz da bunun sonucudur. Fransa’nın her bölgesinde çağdaş sanat fonları kuruldu. Bu fonların yarısı devletin yarısı ise bölgenin sorumluluğuna verildi. Ama ben sadece FRAC değil, uluslararası anlamda da çağdaş sanata destek verdim. Örneğin sanatçıya doğrudan sipariş konusunda önemli adımlar attık. Bu da elbette büyük polemik konusu oldu. Daniel Buren’e Palais Royal’in onur avlusu için bir iş sipariş ettim. Bunu FRAC değil, Fransa kültür bakanı olarak ben yaptım. Ve bu da olay yarattı. Pek çok insan karşı çıktı.

Ben de karşıyım. Tam da size demin sorduğum sorular yüzünden. Devlet yardımı yaparken sanatçıyla yüz yüze olmamalı. Mesafe olmalı. Yoksa feodalleşiyor ilişki.

Teori üzerinde sizin söylediğiniz doğru gibi geliyor olabilir ama tecrübelerle sabittir, ikisi de gerekli. Ayrıcalıklı kişilerin de karar alıp uygulamaları ve verdikleri kararların arkasında durmaları önemli. Komiteler de olacak bu yardımları dağıtan ama tek kişi de olmalı bazı kararları alan ve uygulayan. Ama yine altını çiziyorum. Bu tek kişinin o aldığı karara o kadar inanması gerekiyor ki onu savunacak gücü kendinde bulmalı sonra.

Peki çağdaş sanata ilginiz, inancınız diyelim nereden geliyor?
Ben yaratıcılığı hep sevdim. Her zaman yaratıcılığa inandım. Tiyatroyla başladım. Türkiye’ye ilk geldiğim zaman 21 yaşındaydım. O zaman bir tiyatro grubum vardı. Fransa’da avangard bir tiyatro grubu kurmuştum ve bu grupla turneye gelmiştim Türkiye’ye. Bakan olduğum zaman avangard bir tiyatro festivali kurdum. Mehmet Ulusoy’la öyle tanışmıştım. Aslında benim hep ilgi alanlarım yaratıcılık, yenilik ve modernlik oldu. Her zaman.

Ne oynamıştınız?
Çok özel bir sahneye koymaydı. Celine’in ‘Gecenin Sonuna Yolculuk’ kitabından esinlenerek gerçekleştirdiğimiz bir oyundu. Yaratıcılığın sonsuz formu var. Her birinden başka birine ulaşmak mümkün. Ama politikada yaratıcılık kadar kültürel miras da işin içine giriyor. Bu ikisi yan yana gelmez gibi görünüyor ama bence gelmeli. Benim formülüm budur bakın. Tartışma yaratacaktır ama olur.

Yaracıtılık beslenirken kültürel miras da korunmalı, devamlılığı sağlanmalı. Bugün bence İstanbul’da da olan bu aslında. Bir yandan eski Bizans surları restore ediliyor, korunuyor, bakımları yapılıyor. Bir yandan İstanbul Modern’de çağdaş sanat var. Santralistanbul’da hem eğitim hem sanat var. Çağdaş yaratıcılıkla kültürel miras birlikte yürüyor. Kültürel mirasa da yaratıcı olanlara da sahip çıkılıyor.

Kültürel miras ve yaratıcılık ikilisi tamam ama siyaset ve yaratıcılık ikilisi zor hatta imkânsız aşk değil mi?
Maalesef zor. Dünyanın her yerinde zor bir ikili bu. Politikacıların büyük bir bölümü kültür konusunda cahil ve konuya ilgisiz. Konuya uzak kalmaları tabii çok kötü. Ama imkansız değil. İstisnalar var. Bir gün gelip de size bu istisnalardan birinin Amerikan devleti başkanı olacağını söyleyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama öyle yapacağım. İstisnalar var ve bunlardan biri Obama. Çok kültürlü, eğitimli biri. Kültür ve barış için çok çaba harcıyor. Ve bunu samimiyetle yapıyor. Bunu görüyorum. Chicago’da özellikle fakir mahallelerdeki çocukların eğitimleriyle ilgili önemli tecrübeleri var. Bunları uyguluyor şimdi. Öte yandan bir istisna da Zülfü Livaneli. Yakın dostum hem bir yazar, müzisyen ve siyasetçi. Keşke daha da çok olsa böyle istisnalar.

İki dönem toplam 10 yıl kültür bakanlığı yaptınız. Bittiğinin ertesi gün ne hissettiniz artık bir bakan olarak uyanmadığınızda?
Ben çok ama çok şanslı biriyim. Kültürü seven biri olarak kültür bakanı olma şansını yakaladım. Ve bu görevi çok büyük bir özgürlükle yaptım. Mitterand’ın bana sonsuz güveni, inancı ve desteği vardı. Bana sonsuz imkanlar sağladı. Yaptığım pek çok şeyin hala devam ettiğini görüyorum. Bugün bile hala Louvre’dan konuşuyoruz. FRAC’tan konuşuyoruz. Dünyanın dört bir yanından davetler alıyorum. Sorunuza gelince… İki defa bakan oldum, dediğin gibi. İlk sefer bittiğinde seçimleri kaybettik çünkü. Çok çok çok üzülmüştüm. Çok ama… İkinci sefer bittiğinde farklıydı. O kadar üzülmedim. Çünkü beş yıl boyunca istediğim o kadar çok şey yapmıştım ki rahattım.

Üçüncü sefer olur mu dersiniz?
Evet, belki. Neden olmasın? Ama bakan olmadan da oluyor. Bir şeyleri yapmak istiyorsanız yapabilirsiniz. İnanın bana bakan olmak şart değil.

Son sorum: Dalai Lama da ruhen Marksist olduğunu açıklamışken… Sosyalizmin tanımı her geçen gün değişiyorken… Solcular hiç olmadığı kadar sağcı politikalar yaparken… Kendinizi nasıl bir sosyalist olarak tanımlıyorsunuz? Sosyalizmin geleceğine ilişkin nasıl bir öngörünüz var?
Evet, Dalai Lama’yı okudum. Çok haklı ruhen Marksist olmakta. (Gülüyor.) Sosyalizm benim için yeniliktir. Dışarıya açılmadır. Yaratıcılıktır. Eylemdir. İnsan sevmektir. İnsan tanımayı sevmektir. Birçok sosyalist politikacı bunları unuttu. Ama elbette istisnalar dediğim gibi. Latin Amerika’da Lula ve Chavez var. Her yaptığını takdir etmiyorum ama… İspanya kültür bakanının çok iyi olduğunu duyuyorum. Herkesi sayamam. Ben iyimserim. Umutluyum.(1)
__________________________________
(1) Ayşegül Sönmez “Jack Lang ile Röportaj” Radikal Gazetesi 31 Mayıs 2010
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=&ArticleID=999735




Hoşgeldiniz