Sanatçı Açısından Eleştiriler ve Eleştirmenler… Fazıl Say


Toplam Okunma: 3578 | En Son Okunma: 07.05.2024 - 22:04
Kategori: Eleştiri/Kritik

25 yaşımdayken, ABD’deki ilk konserlerim başladığında, hakkımda çıkan ilk eleştiri çok sert ve çok olumsuzdu. Ben bunu dert edinmiştim ve üzülmekteydim. Daha sonraki günlerde, iki farklı gazetede ise son derece iyi eleştiriler çıktı, aynı konserle ilgili… Her nedense, bu negatif eleştirinin iki pozitif eleştiriden daha keskin bir yeri vardı benliğimde. Biz insanoğlunda böyle bir huy var, kötünün etkisi iyiden daha kuvvetli. Belki de bu doğanın bir kuralı?.. Günümüzde bir konserle ilgili herkesin kendi fikrini yazdığı bir internet ortamı var artık…

Filozof Schopenhauer sorar:
- Bir Leopar bir Ceylanı avladığında, karnını doyurmak için aldığı “haz” mı daha kuvvetlidir, yoksa ceylan’ın ölürken çektiği “acı” mı daha kuvvetlidir?
(Elbetteki bu gün burada, konumuz ölüm değil, eleştiriler. Ancak unutmayalım sanatçı için de sanatı yaşamıdır. Tüm yaşamıdır! Dolayısıyle, ölüm -içsel anlamda ölüm- yaşamaya tezat bir duruşta, orada..)

O yıllara dönelim:
O zamanki menejerim beni yemeğe çağırmıştı ve bu konuda çok değerli bir tavsiyede bulunmuştu, o sözleri hiç unutmam:

- İyi eleştirilere inanıyorsan kötü eleştirilere de inanmak zorundasındır!

Doğrudur, sanatımızı sadece kendi hissiyatlarımız ile yönlendirebiliriz

Karanlıkta attığımız adımlarda, içimize çektiğimiz ve “iyi” olduğuna inandığımız nefeslerde.

Bir konser verirken; “çalan benim, dinleyen benim, değerlendiren benim ve eleştiren benim” gibi bir durum vardır. “Gerisi yoktur!” demiyorum. Böyle bir şey demek zaten yanlış olur. Ama konserin verildiği anda bu dediğim hayli ön planda olan bir fenomen.

Doğru nefes almak ve aklına kötü bir şey getirmeden o upuzun 120 dakikalık maratondan çıkmak gerekir. Pür dikkat bir konsantrasyon ve gizli bir “iç kuvvetin” yardımı ile.

O akşam o konserde aldığımız yüz binlerce notanın perfeksiyonu, güzelliği, niteliği ve niceliği, kişiliğimiz, duru ruhumuz, enerji alış verişimiz, vücut kontrolümüz, iyi hazırlanmış olmamız, bedensel iyi his, her şey - her şey işte bu 120 dakikanın içindedir.

Ve hala o konser bizim açımızdan, iyi de geçebilir, kötü de geçebilir…

İnsanlara nasıl yansıdığı konser sonrasının konusudur.

Eleştiri ise sadece gazetede çıkan bir şey de değil…

Müzisyen dostlarımızın, hocalarımızın, ailemizden birilerin eleştirileriyle de yaşıyoruz. Asıl onlar çok yapıcı ya da çok kırıcı olabiliyor.. .

Günümüzde ise, bir konserle ilgili, facebook’undan tutun, twitter’ına, ekşi sözlük’ten tutun yahoo-groups ‘a, youtube -”comment”lerinden tutun mysspace” comment”lerine, herkesin kendi fikrini yazdığı bir internet ortamı var artık.

Canlı konserlerden bahsettim. Şimdi de bestecinin bakış açısına göz atalım;
Beste yaparken, hata düzeltme şansı çok daha fazla. Beğenmediğimiz, içimize sinmeyen bölümü çıkartıp yeniden yaratmak elimizde.
Besteci, ressam, yazar, heykeltraş, yönetmen ve şairler ile aynı gruptandır. Yorumcu ise “performing arts” (sahne sanatları) grubunda.

Hayatımda, çok eleştiri aldım. Pozitif ve negatif hepsi dahil…

Şimdi kendi perspektifimden baktığımda:

İyi bulduğum bir konsere çıkan pozitif eleştiriler övünç kaynağıdır.

İyi bulduğum bir konserime kötü eleştiri çıkmasında oluşan bunda “haksızlık var!” içgüdüsüdür…

Kötü çaldığıma inandığım bir konserime iyi eleştiri çıktığında bendeki etkisi şaşırmaktır.

Kötü konserime kötü eleştiri çıkmasının bendeki etkisi utançtır.

Bestecilik durumu ise hakikaten daha farklı, konu çok daha subjektiftir.

Örneğin, meşhur hikayedir;

Brahms, 1. Senfonisi çalındıktan sonra gazetede çıkan kahredici eleştiriye karşı, eleştirmene bir mektup yazma zorunluluğu hisseder. Mektup kısa ve öz;
-Sayın bay …. ; şu an tuvaletteyim. Önümde senfonim ile ilgili yazdığınız eleştiri duruyor. Birazdan ise arkamda duracak!

Kızgınlık!..

Ben de çok kızgın oldum kimi zaman. 18 yaşımdayken beni, bir eleştirisinde yerden yere vuran Filiz Ali’ye hala kızgınımdır. Burada “sevgi” yok. Olamıyor. Eleştiride de yoktu çünkü…

Bazen de durum bu, hayatın getirisi bu!..

Brahms’ın kızgınlığı konusunda ise hemen buna da tezat bir fenomen daha aktaralım:
Brahms yazdığı mektuplarda, yazılarda, Çaykovski’yi yerden yere vurmuş, şarlatanlıkla bile suçlamıştır..

Şundan eminim ki hepimiz haksızlık etmişizdir ve de haksızlıklara uğramışızdır.
Bu değerler hakikaten subjektif.

Müzik denilen sanatı kelimeler ve cümleler ile ifade etme şansı o kadar az ki, maalesef konu dönüp dolaşıp bir yerlerde tıkanmakta hep.

Müziği iyi yapmayı, kelimeler ve cümleler ifade etseydi, onları kutsal kitap yapardık ve dünya üzerindeki 6 milyar insanın hepsi o cümleleri uygulayarak müthiş müzisyen olurdu.

İçindeki EŞSİZ SARAYI “soyut bir dil olan müzik ile ifade etmeyi” başarabilen müzisyenler, ve onların somut, kişisel yaşamları, söyledikleri, tartıştıkları, yedikleri içtikleri vesairesi.. Çok ayrı dünyalar olabiliyor.

Tarihteki en büyük müzisyenler bile sevilen veya sevilmeyen insanlar da olabiliyorlar. Mühim olan ise tek bir gerçek var o da insanlık duvarına bir tuğla ekleyebilmek.

Fazıl Say (Haziran 2010)




Hoşgeldiniz