Üretim İçin Çalışmak/Araştırmak Gerek… Göktan Ay


Toplam Okunma: 2501 | En Son Okunma: 12.05.2024 - 18:11
Kategori: Fikir Yazıları

“Ülkemizde üretim, ancak, üniversitelerde unvan almak amacıyla zorunlu olan şartları yerine getirmek için yapılmaktadır…Özel ve devlet üniversiteleri sayısı 150’ye ulaşmıştır, ama yetişmiş öğretim üyesi var mıdır?.. Ne yazık ki bu üniversitelerin bazıları “yüksek lise” seviyesindedir… Üniversitelerin en önemli eksiği ise araştırma (ve geliştirme) alanında… Belirtmek istediğimiz diğer bir husus yabancı dilin gereksizliği değil, akademik yükselmede engel olarak konulması, geçemiyenler ile geçenler arasındaki bilimsel çalışma oranının tesbit edilmesidir…

Üretim İçin Çalışmak/Araştırmak Gerek… Göktan Ay

“Ülkemizde üretim, ancak, üniversitelerde unvan almak amacıyla zorunlu olan şartları yerine getirmek için yapılmaktadır. Unvan alındıktan sonra fazla üretim yapmadan, süreyi doldurduktan sonra yükselmek mümkündür. Doç. olduktan sonra çok çalışmaya ve yabancı dile de zaten gerek yoktur.” Bu bakış açısı ülkemizde maalesef yaygınlaşmaya başlamıştır ve her toplantıda ortak sorun olarak konuşulmaktadır…

Özel ve devlet üniversiteleri sayısı 150’ye ulaşmıştır, ama yetişmiş öğretim üyesi var mıdır? Ya da devlet üniversitelerinden özellere kaçışı durdurmak için bir çaba gösterilmekte midir?

Bilmiyoruz…

“…Üniversite deyince ortaya iki beklenti çıkar:

1) Çeşitli sektörlere uzman ya da uzmanlaşmaya hazır elemanlar yetiştirmek.
2) Araştırma yaparak, bilimsel bilginin ilerlemesini sağlamak.

YÖK’ün internet sitesine göre bugün Türkiye’de 146 üniversite var: Bunlardan 95′i devlet, 51′i vakıf üniversitesi…

Ne yazık ki bu üniversitelerin bazıları “yüksek lise” seviyesinde ama yine de iyi-kötü eleman yetiştiriyorlar.

Bizim üniversitelerin en önemli eksiği ise araştırma (ve geliştirme) alanında.

Hocalar ders yükü altında araştırma yapmaya “vakit ve enerji” bulmakta zorlanıyor. (Hoş araştırma meselesi bazılarının umurunda değil; o da ayrı konu.)

Tek engel vakit ve enerji mi? Hayır! Bazı üniversitelerin kuruluş ve işleyiş biçimleri de araştırma yapmaya elverişli değil.

İstanbul Şehir Üniversitesi’nin en iddialı olduğu alanlardan birisi işte bu!
“Biz araştırma ağırlıklı bir üniversite olacağız” diyen Rektör Prof. Gökhan Çetinsaya’ya, bunu nasıl yapacaklarını sordum…

“Bir kere hocalarımız ders yükü altında ezilmeyecek… Ayrıca çok kapsamlı, dijital bağlantılı bir kütüphane kuruyoruz… Ve en önemlisi, araştırma fonlarımız olacak” dedi…*

Bize göre, akademisyen, sürekli çalışmak ve üretmekle yükümlüdür. Bunun içinde maddi ve manevi açıdan kafasının rahat olması şarttır. Sadece kurum içinde kalmak ve oradaki şartları yerine getirmek yeterli olmamalıdır. Yayınevlerini dolaştığınızda, amatör olarak alanımızla uğraşan ve birçok yayını olan kişileri görmek mümkündür. Bu; şiirde, romanda, hikayede de böyledir. Kısaca, amatör kişilerin eserleri/üretimleri, müzik alanındaki (yazı, kitap, makale v.b.) üniversitede akademisyen olanların eserlerinden/üretimlerinden fazla ise, biraz durup düşünmek gerekmez mi?

Sivas’ta görev yapan çok değerli bir halkbilim araştırmacısı, akademisyen arkadaşımın (örn. Dr. Doğan Kaya) 30’a yakın basılı eseri vardır (ama yükselmede değerli yoktur!), kendisi bu çalışmalardan vakit bulamadığı için ÜDS yi(yabancı dil yeterlik sınavı) verememektedir (zaten uzun zamandır da sınavlara da girmemektedir) bu nedenle de titri hala doktordur. Ancak, alanındaki ünvanlı kişilerin ne yazık ki o sayının dörtte biri bile eseri yoktur.

Herhalde bu durum her üniversitede mevcuttur ve kişilerin alandaki “markasını”, mesleğine olan “ilgisini”, “bilgisini” ve “etikliğini” göstermektedir.

“Doçent adayları veya yardımcı doçentler, sahip oldukları unvanlarını elde edinceye kadar; yüksek lisans, doktora ve yardımcı doçentlik aşamalarında, yabancı dil sınavlarına girip başarılı olmuşlardır. Bu başarılarına rağmen, “olmadı bir daha” mantığıyla, yeniden merkezi yabancı dil sınavına tabi tutulmaları ayrı bir haksızlıktır. 2547 Sayılı Kanun ilk çıktığı yıllarda (Yürürlük tarihi: 06. 11. 1981), doçentlik unvanına sahip olup profesör olmak isteyenlere, şimdiki sisteme benzer merkezi yabancı dil sınavı öngörülmüştü. Birkaç kez sınava girip başarılı olamayan o dönemdeki doçentler, bu duruma şiddetle itiraz ettiler, kısa süre sonra, 1991 yılında 2457 Sayılı Kanunun ilgili maddesi değiştirilerek, profesör olmak isteyen doçentlerden yabancı dil sınavı şartı kaldırıldı. Böylece profesörlük kolay elde edilebilen bir unvan oldu. Bunun açık göstergesi, doçent olduktan sonra, zorunlu beş yılın sonunda, hemen herkesin profesör unvanını çok rahat elde etmeleridir. Bu sürenin sonunda Profesör olamayanların çoğu, bilimsel eksiklikten ziyade, yönetim kademeleriyle sağlıklı ilişki kuramaması veya yönetim kademeleriyle düşünce paralelliğinin bulunmamasıdır. Ciddi bir denetim sonucunda durumun böyle olduğu görülecektir.
Burada belirtmek istediğimiz husus yabancı dilin gereksizliği değildir:

Birincisi; yabancı dilin merkezi sınavla zorunluluk haline getirilerek adeta bir dayatma yapılmış olması ve akademik yükseltmede engel olarak konulmasıdır. Zira işaret edildiği gibi, bu aşamaya gelinceye kadar en az üç sefer yabancı dil sınavına girmiş ve başarılı olmuş birisini tekrar tekrar zorlu sınavlara (merkezi yabancı dil sınavına) tabi tutarak önünün tıkanması ve engellenmesidir.

Bu çok önemli bir haksızlıktır.

O zaman şu da sorulabilir; profesör olmak için merkezi yabancı dil sınavına tabi tutulan doçentlerden bu sınav neden kaldırılmıştır?

Maksat yabancı dilin öğretilmesiyse, o zaman akademisyenleri, başta yardımcı doçentler olmak üzere sırasıyla yurtdışına göndererek kısa sürede bu iş çözülebilir. İkincisi ise; güçlü olanın zayıfı ezmeye çalışmasıdır. Başka bir ifade ile yabancı dilin gereklilikten çıkarılarak zorunlu hale dönüştürülmesi yanlışlığı ile yardımcı doçentlerin sürekli olarak baskı altında tutulmaya çalışılmasıdır.

Doktora, Yardımcı doçentlik ve yardımcı doçentlikten doçentliğe geçişte çok şey istenmesine rağmen, doçentlikten profesörlüğe, kanuni beş yıllık zorunlu bekleme süresi dışında, birkaç yayın yeterli olabiliyor. (Kanunda, yayın sayısı, yayın niteliği çok açık olarak belirtilmemiştir). Dolayısıyla bu unvan, çok rahatlıkla elde edilebiliyor.” ** Yabancı dil sınavını aşan akademisyenlerin bilimsel çalışmalarına şöyle bir bakmak yeterli olacaktır.
“Lisede Sofokles okuduk, klasik Türk Musıkisi’ne sövmeyi, divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık, devletin yayımladığı kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leonardo’dan önemsiz, Mevlana Dante’den küçüktü, Itri ise Bach’ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti.” ***

Yönetimler, altların/çalışanlarının sorunlarını çözmek, özlük haklarını korumak ve gidermekle yükümlüdürler…Üreten akademisyenler inançla çözüm için bekliyor.

Bakınız Melih Cevdet Anday ne güzel söylemiş;

Uyuyamayacaksın
Memleketin hali seni uyandıracak
Oturup yazacaksın..
Çünkü, sen artık o eski sen değilsin
Sen şimdi işsiz bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak, sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın, düzelmeden memleketin hali.
Gözüne uyku girmez ki, uyuyamayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar;vakur, metin, sade
Çalacaksın… (Telgrafhane)

Son haber: Türkiye Bilimler Akademisi’nden (TÜBA) üç önemli uyarı: Politik kararlarla kurulan üniversiteler niteliksiz. Üniversite öncesi eğitim kalitesiz. Saygın bilim dergilerinde Türkiye ‘yok. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), Türkiye’nin bilim ve teknolojideki mevcut durumunu içeren ’TÜBA Bilim Raporu 2009’da dikkat çekici uyarılara yer verdi. Raporda Türkiye’de çok sayıda üniversitenin politik kararlarla kurulduğu belirtilirken ilköğretimden itibaren Türk eğitim ve öğretim sisteminde yaşanan aksaklıklara işaret edildi. TÜBA tarafından hazırlanan ‘TÜBA Bilim Raporu 2009’da, Türkiye’de bilimsel yaklaşımların TÜBİTAK’ın kurulmasından bu yana geçen 46 yıl, TÜBA’nın kurulmasından bu yana geçen 16 yılda önemli aşamalar kaydettiğine dikkat çekildi ancak Türk toplumu nun hâlâ bir bilim/bilgi toplumu durumuna gelemediği savunuldu. Memurlar.net, 23.06.2010
______________________________
*Aköz, Emre; Yüksek lise değil hakiki üniversite, Sabah, 22.06.2010
** Yıldırım,Kazım; Akademik ünvanın problemli alanı: Doçantlik ve doçentlik sınavları , memurlar.net, 21.06.2010
*** İlhan, Attila; Hangi Batı, Türkiye İş bankası Yay. 2002




Hoşgeldiniz