Fazıl Say’dan Kültürel Başkaldırı - 2 …


Toplam Okunma: 5404 | En Son Okunma: 29.04.2024 - 19:16
Kategori: Eleştiri/Kritik, Toplum ve Müzik, Yazarlarımız: A.Sarı

Fazıl Say “Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum” dedi. Aslında hedefi “ne demek istediğini okuyamıyanlar” idi. “Sert tepki verdi” çözümlemesi ise en edilgen, en sığ anlayış. Ama yetiştiğini sanan kesimin içinde bunlardan çokça mevcut… Fazıl, bu toplumdan yetişme başarısını gösterip dünyaca tanınabilen ender sanatçılarımızdan… W. A. Mozart’ın kapı gıcırtısı sesinden bayılmasının yanında diğer marjinal hareketleri yok muydu? Vardı… Oysa Fazıl Say medeniyet açısından fersah fersah ileri olduğu kendi toplumuna serzenişleri, şimdi anlama kapasitesinde olmayan insanlara mesajlarıyla meşgul… Türkiye toplumunda kaba kuvvetle varolan ve bir yerlere de gelebilen sesli-sessiz magandasından kent sosyal teröristine değin sevmediğimiz -politikacılarca aktif halde tutulan- birçok insan tipi her an, hemen her yerde hayatımıza tecavüz ediyor. Bunlar, medenileşme süreçleri uzatılan, bu yüzden de barışamıyacağımız önemli bir kesim… Onlar ve benzerlerini sevmiyoruz. Bu nedenle de çoğu zaman kendimizi yalnız, nefessiz hissediyor, Allah’a sitem yolluyoruz…

Fazıl aslında diyor ki:

“Ey Türk Toplumu, ben artık sizi geliştirmiyenlere dayanamıyorum, tahammül edemiyorum!..

Biz de tahammül edemiyoruz!..

O cümlenin son iki kelimesine katılmasak da Fazıl Say’ın aslında ne demek istediğini anlıyoruz.

Dr. Ayhan Sarı

* * *

Konu üzerine Fazıl Say’ın son açıklaması(20.07.2010):

Arabesk yozluğu,” kültür ” olarak betimlenmeye başladı. Bu yanlıştır. Kültürü pisletmememiz lazım. “Arabesk soylulaşıyor” tarzı, hiç müzik bilmeyen kalemlerin yazdığı manasız yazılar bir cevap bulmalıydı.

Müziğin “m” sini bilmeyenler yüzünden ne hallerdeyiz!!!

Sert ve küfürlü başlamam benim taktiğim idi. Bu konu 15-20 kişinin elitist tartışması değildir. Bu konu 72 milyon Türk’ün bilmesi- tartışması- degerlendirmesi gereken bir konudur. Bir memleket kir okyanusu içinde müziğin yozunu, yaşam tarzının yavşak olanını taçlandırıyorsa , 40 yıl sonra, orada, o dönem, en azından bir kaç başkaldıran olduğu da hatırlarda kalır olmalı.
Fazıl Say(1)

Fazıl başkaldırısı -2′den basına yansıyanlar:

Facebook’ta “Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum” diyen ve bu nedenle bazı sanatçılarının tepkisi çeken ünlü piyanist Fazıl Say eleştirileri de dün Facebook’tan yanıtladı.
Aynı sözleri 2002’de de söylediğini hatırlatan Say, “O zaman halk bana karşı yüzde 95 muhalifti. Bugün ise yorumlara baktığımda yüzde 60 muhalif, yüzde 40 hak veriyor. Bu bence mühim bir değişim. Lütfen dikkate alınsın. Muhalif cephede ise siyasi boyutu da hesaba katın lütfen. AKP milletvekillerinin “Hangi müziği dinlersiniz?” sorusuna yüzde 98 oranda “Arabesk müzik” diye cevap verdiğini unutmayın. Orhan Gencebay’in “Berhudar Olun” sözü, verilen davetlere arabeskçilerin yoğunlukta katılması; bütün bunlar bir bütün” yorumunu yaptı. Say sözlerine özetle şöyle devam etti:

‘Alt tabakaya sesleniyorum’
-“Arabesk yavşaklığı ağır bir deyiş” diye itiraz edenlere şunu derim: Bu söz fazlasıyla yerine oturan bir söz. Umarım kalıcı olur… Dobra mı? Evet dobra! Beni eleştirenler de genelde arabesk müziği dinleyen alt tabakayı küçümsediğimi, bir müzik faşisti olduğumu söylemekte… Bir, alt tabakaya sesleniyorum. Lütfen daha fazla sömürmelerine izin vermeyin.

-Bana “müzik faşisti” diyenlere, Louis Armstrong cevap versin: “İki tür müzik vardır, iyi müzik ve kötü müzik”. Ne zamandan beri “iyi müziği savunmak” “faşistlik” oldu? Yalanla yaşamayın!

-Arabeski savunan ‘Muhalif cephe’ye gelince; kültürlü bir laf edecek kimse çıkamıyor. “Çok ayıp filan” gibi sahte ahlakçılığa (moralizme) tutunmaya çalışıyorlar. Müzikten anlayan, iyi ile kötüyü ayırt edebilen kimse konuşamıyor. Kaseti çıkmış arabeskçileri, “vahim ve acınası” bir halde -tabii ki bana karşı - bağırıp çağırırken okuyoruz. Sözlerime cevap arıyorum bulamıyorum. Bu kesimin 20 hatta 30 yıla ihtiyacı var diye düşünüyorum.

‘Cem Mansur yetenekli değil’

-Özellikle bizim camiadan kıskanan sesler bu tür konularda bana muhaliftir. Orkestra sefi Cem Mansur genelde, benimle bir türlü çalamamasına sinirlenip oldum olası muhalif durmuştur. Ben ise onu iyi ve yetenekli bir şef olarak henüz görmediğim için onunla çalmıyorum. Bunu anlasın artık… Birkaç popçu, topçu, birkaç sahte liberal aydın bu tür polemiklerden unvan kazanmayı sever. Dediğim gibi konu benim için analiz konusudur; arabesk çünkü müzik filan değildir.

Twitter’da kavga büyüdü…

Fazıl Say, twitter’da da kendisini eleştirenlerle tartıştı. Ahmet Hakan, “Orhan Baba’nın şarkıları bile bu kadar arabesk olamadı. Çok arabesksin birader” yorumunu yaptı. Mehmet Ali Ilıcak da Hakan’a “O eski halimden eser yok şimdi. Izdırap içinde yorgunum şimdi. Tutun kollarımdan düşerim şimdi. Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız” yazarak destek verdi.

Yorumlara sinirlenen Say ise, özellikle Ahmet Hakan’a tepki gösterdi ve “Çok değerli kafanın ütülenmemesi için takipçim olmayacaksın değil mi? Kıskandığın şey ne biliyor musun? Söyleyeyim. Sen bugün varsın. Ben yarın da varım… twitter takipçim de olmayıver. Az kullanırım” dedi. Hakan da Say’a “Ben bugün de yokum, yarın da olmayacağım. Sen bugün de, yarın da olacaksın ama ben senin gibi olmaktansa olmamayı tercih ederim” diyerek karşılık verdi. Sinirlenen Say, “Ah ah benim gibi olmakta ne var? Kendimi ifade ediyorum müzikle, tüm gezegen anlıyor. Sen ifade edemiyorsun. Türkiye anlıyor… Yanlışın var, arabesk olamam ki ben. Anlamadığın müzik konularını geç şimdi… Anayasa’ya ‘Havet’ oyu mu vercen” diye yazınca Hakan da “Alem adamsın vallaha Fazıl… Hoyratlığını dahiliğine veriyorum” yorumu yaptı.

Arabeskçiler enerji vampiri…

Fazıl Say’ın eleştirilen cümlesine Harun Kolçak ise destek verdi. Kolçak, “Fazıl Say’ın arabesk yavşaklığından utandığını söylemesi benim çok hoşuma gitti. Çünkü arabeskçiler enerji vampirleridir” yorumunu yaptı…(2)

Arabeskin “kralları” merkeze gelince, bir de orada tutunmaya çalışınca, “kraldan çok kralcı” olmaya, merkezin sözde “politikadan bana ne” söylemi içinden muhafazakâr ve politik bir dille konuşmaya başladılar.

ORHAN TEKELİOĞLU
Sosyal ironiler ilginç ve çok öğreticidir. İlk çıktığı andan itibaren arabesk bir sürü eleştirinin yanı sıra “yoz” olarak da nitelendirilmişti. Müziksel nesebinin, şeceresinin belli olmadığı, yani “soysuz” olduğu, bu nedenle “Türk musıkisi” içinde asla yer alamayacağı birçok müzik adamı ve aydın tarafından sıkça dile getirilmişti. Bir de isim taktılar bu “nesebi gayrisahihe”, aşağılama manasında “arabesk” dediler. Türkün “Arab”ı aşağılaması toplumsal bilinçaltımızın marazi bir başka dışavurumudur da, şimdilik bu konuyu açmayalım. Arabeskin macerası Türkiye metropolündeki demografik dönüşümün izdüşümü gibidir. Göçün aynı zamanda “kültürel beğenilerin” de göçü olduğu düsturuyla yaklaşmak zorundayız meseleye. Ancak böyle bir perspektiften bakınca, şehrin çevresine hızla yerleşen ama birbirlerini pek de tanımadan karışmak zorunda kalan homojen kültür gruplarının yarattığı heterojen bir beğeniler toplamı olduğunu fark ederiz arabeskin. Göçerlerin, yeni şehrin sakinlerinin bir “kültürel beğeniler salatası” olarak sabitleyip basitleştiremeyiz arabeski, aksine sosyolojik bir dönüşüm sürecinde bir kimliğin (çevre ya da “varoş” insanının) hem kültürel tercihler açısından bir dışavurumu hem de şehrin kültürüyle karışmasının hikâyesidir. Özetlemeye çalışırsak, varoştan doğan şehir kültürüyle karışarak melezleşen ve merkezileşmeye çalışan bir “kimlik müziği” olduğu söylenebilir. Aslında, sosyolojik olarak hiçbir müzik zaten “soysuz” olarak nitelendirilemez, arabesk de doğuşundan itibaren hem “melez” hem de şehirlidir. Merkezi kültür elitlerinin bu müziği hedef alması, bu “kendiliğinden” oluşan müzikal sentezi düşman bellemesi, hem onu daha da popülerleştirdi hem de “siyasallaştırdı”. Radyoda ve daha sonra TV’deki yayın yasağıyla başlayan bu siyaseten men sürecinin yarattığı sonuç starların ve dinleyicinin mağduriyetidir.

Arabeskin “varoştan” merkeze yürüyüşü bir 20 yıl kadar sürdü ve neticede benim “şehir arabeski” demeyi tercih ettiğim, aslında merkezileşen arabeski kastettiğim “mahcup” hali, “Türkçe pop” olarak 90’lı yıllardan itibaren yeniden neşet etti. İlginç bir süreçti bu, arabeski ruhen teslim alan, “poplaştıran” eski merkezin kendini yenilemesini bilen işbilir müzisyenleriydi. Başta Onno Tunç, Kayahan, Sezen Aksu ve tabii ki Ajda Pekkan, şehrin varoşla hemhâl yeni ruh halini benimseyip arabeskle popun ruh dünyasını öpüştürdüler. Arabeskin artık yok olduğunu düşündürten, ortadan kaybolduğunun sanılmasına neden olan, popun “mahcup” bir biçimde onu benimsemesi, kendine tahvil etmesiydi. Dönüşürken asıl darbeyi arabesk değil, arabeskçiler aldı. Bunun birçok nedeni varsa da, asıl altı çizilmesi gereken, bu insanların müziklerinden çok daha hızlı bir şekilde zenginleşmeleri ve merkeze yerleşmeleri oldu. Babalar artık Mercedeslere biniyor, mutena semtlerde oturuyor, varoşu terk ediyorlardı. Tabii ki bazıları durumu fark edip “beyazlaşmaya” çalıştılar (Müslüm gibi), bazılarıysa doğrudan merkezin dilini benimsemeyi tercih ettiler (Gencebay gibi). Son röportajlarından herhangi birini okuduysanız fark etmişsinizdir, Orhan Gencebay tipik sağ muhafazakâr bir orta sınıf mensubu gibi yorumlar yapıp örneğin Kürt meselesine ilişkin olabilecek en milliyetçi söylemi benimsemiş bir dilin içinden konuşuyor. Halbuki, arabesk müziğin çıktığı sorunsalın tam da ortasında yeni bir şehirli kimlik ve onun merkezde eşdeğer temsiliyetine ilişkin talep ve beklentiler vardı. Bu nedenle, “damar” anlatıları olan, “ağır abi” starların söylediği, “protest” bir duruştu. Varoşun mevzuları bu müziğe ruh veriyor, starlarını ister istemez “muhalif” bir konuma yerleştiriyordu. Arabeskin “kralları” merkeze gelince, hele bir de orada tutunmaya çalışınca, “kraldan çok kralcı” olmaya, merkezin sözde “politikadan bana ne” söylemi içinden muhafazakâr ve tabii ki politik bir dille konuşmaya başladılar. Baba, artık “muhalif” olamadığından öyle konuşuyor anlayacağınız, zaten arabeske de “serbest çalışmalar” diyerek onu da “soylulaştırmaya”, merkezileştirmeye çalışıyor.

Mahcubiyet bitti…

Şehir plancıların kullandığı önemli bir deyim “soylulaştırma” (gentrification ya da eski dilde söylendiği gibi, “mutenalaştırma”). Şehrin içinde sosyolojik olarak güçsüz insanların yaşadığı semtlerin, orta ve üst sınıf mensuplarının taşınmasıyla, sahibiyet değiştirmesi olarak tanımlanabilir. Bu metaforu kullanırsak, sadece semt değişmiyor arabesk için, bizzat arabeskçiler de değişiyor. Bu nedenle, “arabesk geri mi dönüyor acaba?” sorusuna odaklanan bir sürü yazı yayımlandı son birkaç aydır. Genç ve pırıltılı popçular (Işın Karaca, Göksel ve son olarak Şevval Sam gibi) “mahcubiyeti” bırakıp doğrudan arabesk söylemeye başladıklarından olacak, bu algı iyice güçlendi. 60’lı yılların sonunda başlayan ve ondan sonraki bir 20 yıla damgasını vuran arabeskin ortalardan “çekilmesi” (yani merkezi popla bütünleşmesi) nasıl tesadüf değilse, tüm hayatları boyunca mutena semtlerde oturan bazı müzisyenlerin muhayyel bir arabeske dönmeleri de kaçınılmaz olabiliyor. Evet, özellikle kaçınılmaz diyorum. Şehrin “ötekisi” ile yıllarca yaşadıktan sonra keşfedilen içimizdeki “öteki”den söz ediyorum. Nitekim, Radikal İki’de yayımlanan Nazan Özcan’la yaptığı söyleşide Şevval Sam, kendi “kültürel lapsusunu” şöyle dile getiriyor:

“Oyunculuk yaparken yararlandığım empati ve psikanalizi müzikte de kullanıyorum. Bir şifre çözme hali oluyor, illa ki o kültürde yaşaman gerekmiyor. O şarkıları esas sahiplerinden dinlediğim zaman, benim için oynanacak bir rol gibi analize açılıyor ve şifreleri çözdükten sonra, onu sesime geçirmeye çalışıyorum.” “Sosyal psikanaliz” diye bir şey yok ama, Şam’ın söylediklerini “yapıçözümcü” bir süzgeçten geçirirsek durum daha da netleşiyor. Türkiye metropolünün kültür haritasının dibine baktıkça onlarca “soyla” karşılaşan, önce onlarla ne yapacağını bilemeyen, gözünü, kulağını, yüreğini kapatan ve kültürel travmaya uğrayan “merkezi” bir insanın “ilk-açmazını” ve sonraki “açılımını” sergiliyor bu tavır. Söyleyerek kabul ediyor ve benimsiyor içindeki “çevre” kültürleri. Kolay bir iş değil belki ama kendi kültürleriyle yüzleşmesi gerekenler için (yani, aslında aklıbaşında herkes için) acil ve elzem.
Unutmayalım, o semtlerden ev almak kolay da, özellikle ilk başlarda yaşamak hiç kolay değil, hele bir de “mutena” bir semtten oraya göçmüşseniz. Zaten “soylulaştırma” kuramcıları, bu işin hiç kolay olmadığını, yıllarca sürebileceğini, bazen başarısız da olabileceğini söylüyorlar. Başta sözünü ettiğim ironi de bu zaten. Arabeski arabeskçiler değil, mutena semtlerden gelen sarkıcılar “soylulaştırmaya” çalışıyor. Peki, eskinin arabeskçileri bu arada ne yapıyor? Bir iki gün önce okudum, örneğin Emrah türküleri caz formunda seslendirecekmiş! “Soylu” bir amaç olduğu ortada ama, Emrah cazbant semtinde hiç oturmadı ki! Mutenalaşan semtlerin eski sakinlerinin işleri hiç kolay değil.(3)

(1) klasikbatimuzigi@yahoogroups.com, 20 Temmuz 2010, 18:17
(2) http://magazin.milliyet.com.tr/yavsaklik-lafi-yerine-oturdu/magazin/haberdetay/19.07.2010/1265279/default.htm
(3) ORHAN TEKELİOĞLU: Bahçeşehir Üni.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1007342&Date=16.07.2010&CategoryID=42




Hoşgeldiniz