Atatürk’ün “Müzik Devrimi” ve Kıbrıs… Eralp Adanır


Toplam Okunma: 11394 | En Son Okunma: 03.05.2024 - 20:07
Kategori: Tarih ve Anılar

Osmanlı’nın Ada’ya gelmesiyle birlikte Ada’da kalanlar ve daha sonra sürgün hükmüyle gönderilenler hem genel, hem de özel kültürleriyle birlikte geldiler… Kıbrıslı Türkler’in müzik alanındaki en “organize” olmuş şekli, 1925 yılında Dr. Derviş Kayyımbaşıoğlu ile Dr. Zekai Bey’in önderliğinde “Darül-Elhan” isminde bir müzik evi idi. Bu oluşum, Kıbrıslı Türklerin müzik-tiyatro alanında amatör bir “konservatuar” değerinde bir oluşumdu… O yıllarda Kıbrıs’ta bulunan özellikle Mevlevi Tekkesi’nde semahlar yapılmaktaydı. Mevlevi Tekkesi aynı zamanda; 31 Mayıs 1959′da kurulan Güzel Sanatlar Derneği için de önem teşkil eden bir mekandı…

Atatürk’ün “Müzik Devrimi” ve Kıbrıs… Eralp Adanır

“Geleneksel Çalgılarla İstiklâl Marşı”
Bugün biraz müzik geçmişimize bakalım istedim. Hani yazılanları gelecek kuşaklar için bir not etme babında…

Müziğimizin gelişiminde, geleneksel Türk müziğinin önemli yeri var. Osmanlı’nın Ada’ya gelmesiyle birlikte doğal olarak Ada’da kalanlar ve daha sonra sürgün hükmüyle gönderilenler sadece el işi aletleriyle, giyimleriyle değil, onlarla birlikte taşıdıkları hem genel hem de özel kültürleriyle birlikte geldiler. Belki “çalgıcılar” gelmemişti ama batı kültüründe evlerde genelde bir piyano yer alırken, Osmanlı-Türk geleneğinde ise bir “ud”, birkaç kuruşu olanlar için, evin duvarındaki yerini mutlaka alırdı. Ev içlerindeki meşkler kapalı devre devam ederken, özellikle düğünlerdeki gelenekler ölçüsünde çalgılar da yerini almıştı.

Osmanlı dönemindeki Kıbrıs için arşivlerdeki bilgiler daha pek araştırmacılarımıza, topluma açılmış olmadığı için, 1571-1878 İngiliz dönemine kadar olan periyot, tam anlamıyla bir muamma. Sadece birkaç bilgi dışında pek fazla birşey yok elimizde. Hal böyle olunca da İngiliz dönemi ve sonrasını elimizden geldiğince didik didik etmek durumunda kalıyoruz. Bir de unutmadan belirteyim; son on yılda yapılan derlemeler de en azından geçmişi kaydetme anlamında çok önemli çalışmalar olmaktadır.

İngiliz Dönemi-Kıbrıs…
1920’li yıllarda Kıbrıs’ta İngiliz sömürge döneminin hüküm sürdüğü ve bu sömürgenin ise, Kıbrıslı insanlara dayattığı kanunlar vardı. Örneğin; söz konusu yıllarda Türk bayrağı çekmek, özellikle milli kutlamalar yapmak, suç teşkil etmekteydi. Kıbrıslı Türkler için, yanı başlarında ve “anavatan” olarak saydıkları Türkiye’de ise, yüzyılların Osmanlı geleneği ve imparatorluğunun çöküşü ve yepyeni bir “Türkiye”nin doğuşu gerçekleşmekteydi. Bu “doğuş” süreci içerisinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün, ülkenin yabancılar tarafından işgaline son vermesinin ardından başlattığı çağdaşlaşma devrimlerinden biri de, müzik alanında gerçekleşmekteydi. Neydi gerçekleşen bu devrim? Bugün; Kıbrıs Türk kültürü içerisinde müzik alanında bir mihenk taşı olan ve 1925’te kurulan Darülelhan’ın beslendiği, Türk müziği (geleneksel) alanında yapılan bir devrimdi. O müzik ki, Darülelhan kurucularından Dr. Derviş bey ile Dr. Zekai beyler, İstanbuldaki talebelik dönemlerinde özel dersler aldıkları ve bu alanda bir oluşuma gitmekte teşvik edildikleri Türk müziği’ydi. Öncelikle Türkiye’deki bu gelişmeyi, Kıbrıs’taki müzik alanındaki gelişmelerle değerlendirerek bir göz atalım:

1926 yılında Atatürk tarafından gerçekleştirilen müzik alanındaki devrimin 1934’deki ilk halkasında, Klasik Türk müziğinin yasaklanması söz konusu olmuştu. Ama ondan önce; Cumhuriyet’in Osmanlıyla kültürel bağlarını koparmak isteyen “Batılılaşma” ideolojisi doğrultusunda “geri olarak algılalan” ama yüzyıllardır…kendine hakim bir geleneği olan Klasik Türk müziğinin yeniden üretilmesinin mekansal ve kurumsal imkanları ortadan kaldırılıyor, 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla önemli “bir halka kopuyordu”. 1926 yılında okullardan Klasik Türk müziği eğitimi kaldırılıyor ve 1930′lu yılların ortasında da 20 aylık bir süre için Türk müziğinin radyodan yayını yasaklanıyordu. Böylece 1920-30′lu yıllardaki müdahalelerle müziğin iradi olarak değişmesi istendiği için müzik üretiminde “boşluk” yaratılıyordu. Öte yandan da “alaturka-alafranga” kutuplaşması şeklinde uzun yıllar sürecek olan tartışmanın nedenleri de hazırlanmış oluyordu.

Kıbrıs’ta ise; Kıbrıslı Türkler’in müzik alanındaki en “organize” olmuş şekli, 1925 yılında Dr. Derviş Kayyımbaşıoğlu ile Dr. Zekai Bey’in önderliğinde “Darül-Elhan” isminde bir müzik evi kuruluyordu. Bu oluşum, Kıbrıslı Türklerin müzik-tiyatro alanında amatör bir “konservatuar” değerinde bir oluşumdu. Bu durumda; Kıbrıslı Türkler’in müzik alanındaki en “organize” olmuş şekli, 1925 yılında gerçekleşti diyebiliriz. “Darül-Elhan” olarak isimlendirilen bu kuruluş, müzik ve tiyatro kollarında çalışmalarını sürdürmekteydi. Tiyatro ve müzikaller denildiğinde hemen bir ismi not etmekte yarar var: Nazım Ali İleri… operetler ve yaptığı bestelerle “kendine özgü” üretimlerimiz ne zaman başladı dersek, Nazı Ali İleri’yi bir “başlangıç” olarak saymak hiç de yanlış olmaz kanısındayım.

Söz konusu “Türkiye Devrimleri” dönemine geri dönersek; oyıllarda Türkiye’de laik ve çağdaş bir Türkiye yaratmak için Atatürk’ün önderliğinde birçok devrim gerçekleştiriliyordu. Geri kalmış Osmanlı’dan bağını koparmak için bazen çok “hızlı” bir şekilde ve “radikal” yöntemlerle bu devrimlerin gerçekleştiğini de görüyoruz.

Türkiye’de söz konusu yıllarda müzik alanındaki gelişmeler böyle olurken, Kıbrıs’ta ise Klasik Türk müziği icra eden yeni bir oluşumla Kıbrıslı Türkler ortaya çıkıyordu. O yıllarda Kıbrıs’ta bulunan özellikle Mevlevi Tekkesi’nde semahlar yapılmaktaydı. Mevlevi Tekkesi aynı zamanda; 31 Mayıs 1959′da kurulan Güzel Sanatlar Derneği için de önem teşkil eden bir mekandı.

Kıbrıs Türk tiyatrosunun temelinin atıldığı yer olarak da söylenen bu Tekke, gerçek işlevini yitirdikten sonra Güzel Sanatlar Derneği’nin kuruluş dönemlerinde ev sahipliği de yapmıştı. Güzel Sanatlar Derneği; müzik ve tiyatro kollarından oluşan, Darül-Elhan’dan sonra gelen ikinci geniş teşekküllü bir “kurumdu”.

Darül-Elhan’ın kurucularından olan Dr. Derviş Kayyımbaşıoğlu, on yaşlarında iken bu Tekke’ye gider ve orada çalınan musikiyle kulağını geliştirmeye başlar. Hatta 15 yaşına geldiğinde, Kanun’uyla Tekke’deki müzik grubunun içerisinde yer alır.

Türkiye’ye tahsil için giden Dr. Deviş Kayyımbaşıoğlu, orada Klasik Türk müziği konusunda dersler de almış ve 1923 yılı sonunda Kıbrıs’a dönmüş. Klasik Türk müziğini hak ettiği yere ulaştırmak ve meyhane bucaklarından kurtarmak için birkaç arkadaşıyla birlikte çalışmalara başlamış ve 1925 yılında Darül-Elhan adıyla gerçekleştirdikleri ilk etkinliklerinde isimlerini de duyurmuş oluyorlardı.


  1926 yılında Türkiye’de başlayan Klasik Türk müziğine yönelik yasaklar, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve tüm bunları içeren “devrimin”, Kıbrıs’lı Türkler’i özellikle müzik yönünden etkilemediği, aksine ‘50′li yılların sonuna kadar Kıbrıslı Türkler arasında en çok rağbet gören ve en çok oluşumlara neden olan Klasik Türk müziğinin, Kıbrıs’ta altın çağını yaşadığı görülmektedir.

O yıllarda ülkemize konser vermek için gelen birçok Klasik Türk müziği üstadı da vardı. Bu üstadların geliş nedenlerinin başında; Türkiye’de icra ettikleri müziğin yasaklanmasından başka ne olabilirdi.

Yine o yıllarda Kıbrıslı Türkler’in İngiliz döneminde yaşadıklarını biliyoruz. Fakat müzikte Atatürk devriminin Kıbrıslı Türkler’e yansıtılması açısından herhangi bir “yasaklayıcılığın” olabileceğini pek düşünemiyorum, İngiliz yönetimi tarafından. Bu olsa olsa insanlarımızın Klasik Türk müziğine karşı duydukları sevgi ve bağlılığın, müzikal açıdan da perçinlenmesinden başka birşey değildir.

“Kara çarşafın”, tek tük olsa bile günümüze kadar gelmesinin yanında, 1920′li ‘30′lu yıllarda; bir yandan “kara çarşaf” giyenler ve kadınların toplum içerisinde öne çıkmaması açısından “dinsel” baskılar sürerken, diğer yandan; 1925 yılında kurulan Darül-Elhan’da korist olarak bayanların da yer aldığı görülür. Tıpkı Vedia Barut hanımefendi ve dayıbeyinin kızları gibi.

Kıbrıs Türkü; söz konusu yıllarda bana göre iki temel “ikilem” yaşamaktaydı: Birincisi; bir yanda din ve mutaasıplık kıskacı arasındaki insanlarla, İngiliz “çağdaş” görüşüyle bütünleşmiş insanlar.

İkincisi ise; Atatürk’ün müzik alanındaki devrimlerinin, Kıbrıslı Türkler üzerindeki “etkisizliğinin” bir göstergesi müzik alanında gözler önüne serilirken, diğer yandan; İngiliz; ikinci dünya savaşını bahane ederek yasakladığı bir çok şey içerisinde yer alan Türk bayrağı, ders kitaplarından Atatürk’le ilgili, ulusal günlerle ilgili tüm bölümlerin çıkarılması; Kıbrıs Türkü’nün Atatürkçülük konusundaki eğitiminin ve bağlılığının da bir örneğiydi.

Kıbrıs Türk’ü sanki; Osmanlı’dan gelme bağlarını koruyarak hem Atatürkçü hem de İngiliz uygarlığından yararlanmak istiyor gibi bir görüntü veriyordu.

Aynı ikilemi “tekke ve zaviyelerin” 1925 yılında Türkiye’de yasaklanmasında da yaşıyoruz. Kıbrıs’ta bulunan Mevlevi Tekkesi’nde o yıllarda ayinler yapılmakta, Kıbrıslı Türkler de bu yeri ziyaret etmekteydiler. ‘50′li yıllar öncesi ve sonrasında da Mevlevi Tekkesi’nin müzik çalışmaları için zaman zaman kullanıldığını görüyoruz.

Atatürk’ün gerçekleştirdiği müzik devriminde 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması, 1926′da ise Türk müziğinin yasaklanması gündemdeyken; gerek ismiyle (Darül-Elhan) gerekse oluşum nedeniyle (’gerçek’ Klasik Türk müziğini sevdirmek ve yaymak), Osmanlı’dan bağın koparılması çalışmalarında Kıbrıslı Türkler, yine “enteresan” diye nitelenebilecek bir davranış gerçekleştiriyorlardı.

Darül-Elhan’nın ikinci büyük başarısı olarak gazete sayfalarına yansıyan bu olay; Ada çapında ilk defa olarak 20′den fazla yaylı sazdan kurulu bir orkestra ile İstiklal Marşı’nın çalınması oldu.

Düşünebiliyor musunuz; bir yandan Türk devriminin karşıtı olan Klasik Türk müziğinin daha çok yaygınlaşması ve sevdirilmesi çalışmaları yapılırken, diğer yandan da Atatürk’e ve Türklüğe bağlılığın göstergesi olan “İstiklal Marşı”nın Türk müziği enstrümanlarıyla icra edilmesi yaşanıyor.

Bu ikilemler ‘50′li yıllarda da sürdü. Kıbrıslı Türklerin Anadolu’ya olan bağlılıkları ve bu bağlılığın güçlendirilmesi için milli duygular sürekli pompalanmıştır. Örneğin konser yerlerine Türk bayrakları asılıyor, etkinlikler genelde İstiklal Marşı’yla açılıyor, yapılan etkinliklerde Türkçe repertuarlar ve özellikle Klasik Türk müziğine yer veriliyor ve hatta folklor gösterileri de bir yandan sürüyordu.

Tüm bunlar olurken; Klasik Türk müziğinin hiçbir zaman Kıbrıslı Türkler arasında kayba uğramadığı, hatta Atatürkçülük ile “Osmanlı kalıntısı” olarak da dile getirilen Klasik Türk müziğinin, Kıbrıslı Türkler tarafından “harmanlanabildiğini” görüyoruz. (1)
______________________________
(fotoğraf kaynak: Altay Sayıl, Vedia Barut)
(1) http://www.yeniduzen.com/detay.asp?a=12816




Hoşgeldiniz