Müzikle 180 Dakika… Göktan Ay


Toplam Okunma: 2369 | En Son Okunma: 19.05.2024 - 17:58
Kategori: Fikir Yazıları

Son yazılarımızda derneklerimizce yapılan Türk müziği konserlerinin uzun sürmesi konusunda olumsuz eleştiriler aldığımızı ve nasıl olması gerektiğini belirtmiştik… Gelişmiş ülkelerdeki araştırma sonuçlarına göre insanın bir konseri/konuşmayı oturarak izlemesinin süresi, en fazla 45’ olarak tesbit edilmiş. Bundan sonra dikkatler dağılıyor… Demek ki iyi bir konser süresi 120’dır, 15’ ara dahil olmak üzere… Bu da her bölümde alkışlar dahil 13-15 arası THM ve TSM eserine tekabül eder… Sempozyumlarda da sunuş süresi verildiği halde konuşma, bir türlü o süre içinde bitmez…

Müzikle 180 Dakika… Göktan Ay

Gerçekten alçak gönüllü olan bir insan kendisinden hiç söz etmeyen insandır… La Bruyere

Son yazılarımda derneklerimizce yapılan Türk müziği konserlerinin çok uzun sürmesi konusunda olumsuz eleştiriler aldığımızı ve nasıl olması gerektiğini belirtmiştik. Ancak, yine üzülerek görüyoruz ki, gönüller, kendini göstermeler, ben yaptım oldular kural dinlemiyor, aynı sorunlar yaşanmaya devam ediyor…Kadıköy ilçemizin 3-4 saat süren konserleri zaten dillere destan olmuş durumda ve Belediye’de, salon çalışanları da bundan rahatsız…O zaman müziğin; rahatlatıcı/dinlendirici/motive edici özelliği yerini olumsuzluklara bırakıyor doğal olarak…

Gelişmiş ülkelerde, bir kişinin oturarak bir konseri/konuşmayı izlemesinin süresi, en fazla 45’ olarak belirlenmiş. Bundan sonra dikkatler dağılıyor.. Biliyorsunuz okullarda dahi ders süreleri standarttır 45’ dır, şimdi 40’ olması için uğraş veriliyor.

Demek ki iyi bir konser süresi 120’ dır, 15’ ara dahil olmak üzere…Bu da her bölümde alkışlar dahil 13-15 arası THM ve TSM eserine tekabül eder. Konserden çıkan kişi de bir sonraki konseri özlemle bekler…

İnsanımızın doğasında var galiba… Sempozyumlarda da sunuş süresi verildiği halde, bir türlü o süre içinde bir konuşma bitmez… Açılışlarda mikrofonu eline alan, konser için gelmiş koltukta oturan dinleyiciyi düşünmez…Oturum/panel/tv programlarında başkanının, konuşmacılardan daha fazla konuşması…konserin ortasında protokolün içeri girmesi önlenemez…Ses tesisatları bir türlü gerekli neticeyi vermez…

“…Dünya müzik tarihi ile birlikte çoksesli Türk müziğinin de tarihini okuyabilirsiniz.
Konser rehberi denilen kitaplar henüz istenilen sayıya, niteliğe ulaşmadıysa da şimdilik açığı kapatıyor.

Çünkü konser programını ele aldığınızda, bu konudaki kitaplardan ilk bilgiyi öğrenebilmelisiniz. Gerek bestecisi, gerek özellikle o beste hakkında ayrıntılı olmasa da sunulan bu bilgi, sizi donanımlı bir dinleyici kılabilecektir.

Konserdeki icracı hakkında da ön açıklamalar olmalı.
Gerçi şimdi bu açığı internetten giderebiliriz diyeceksiniz. Bu benim için ikna edici bir açıklama olmuyor…..” *

Biz bu olumsuzlukları, sadece Türk müziği konserlerinde geçerli diye düşünüyorduk, ancak, aşağıdaki yazıdan da anlaşılıyor ki, bizim insanımız “operayı” da kendine uydurmuş…

“Karacaoğlan’ı biraz daha popüler hale getirmeli.. Halka yaklaştırmalı.. Operaya değil, Karacaoğlan’a merakları yüzünden gidecekleri de kucaklamalı..

Nasıl?..
Bir defa kısaltmalı.. Üç saate yakın opera uzun. Saymadım ama, bir düzineden fazla tenor şarkısı vardı.. Hüseyin başardı ama, kolay değil.. Perdeler birer saate inmeli ve opera iki saatte bitmeli..
İkincisi.. Yalçın Üstad, Karacaoğlan’da, baştan sona Karacaoğlan’ın dizelerine, yörenin halk oyunlarına yaslanmış, ama otantik müziği hiç kullanmamış.. En ünlü Karacaoğlan türkülerini bile yeniden bestelemiş. Bence hata etmiş.

“İncecikten bir kar yağar” gibi, milyonların ezber bildiği ve âşık olduğu bir halk ezgisini yeniden bestelemeye ve bu ülke halkını kendi türküsüne yabancılaştırmaya gerek var mı?.

Ulvi Cemal’in, Adnan Saygun’un, Fazıl Say’ın yaptığını yapabilir, bu en ünlü Karacaoğlan türkülerini, orkestra, solist ve koro için düzenlemekle yetinip, operasının içine serpiştirebilirdi..
Sevgili Tura, Karacaoğlan’ı yaz boyunca elden geçirirse, gelecek sezon önce Türkiye’yi, sonra dünyayı dolaşan bir Karacaoğlan’ımız olur, inanıyorum..**

Hani, Fikret Mualla’yı Paris’te ziyaret eden bir dostu sormuş:
“Nasıl?.. Fransızcayı öğrenebildin mi bari?”
“Hayır” demiş üstat, “Ama onlara Türkçeyi öğrettim…”
“Nasıl başardın bunu?”
“Hepsine borç takarak”…

“… Çok okuyabilirsin, çok şey bilebilirsin… Bunları yaşamına uygulayamıyorsan neye yarar. Lacivert pantolonun altına kahverengi ayakkabı ve beyaz çorap giyersen, istediğin yerde akademik eğitim al istediğin konuda doktora ver… O zaman bir şey göremezsin. Sadece bakarsın. Ne manzaranın, ne resmin-fotoğrafın hakkını veremezsin. Damağın gelişmez yediğini anlayamazsın. Davul-zurna ile Viyana klasikleri arasındaki farkı da… Yediğini, içtiğini, gördüğünü, yaptığını bilmeden yaşarsın. Sadece moda diye, sadece “Ben akademisyenim bunları yapmam gerekir” diyen papağan gibi…” ***

Konserler; sanatçılarla sanatseverleri bir araya getirmektedir. Bu nedenle sahne sanatı kuralları kesinlikle uygulanmalıdır… Müziği/sanatı sevmek güzel ama, kuralları ile birlikte…Kuralsız hiçbir şey yoktur…
______________________________________
* Hızlan, Doğan; Konsere ve CD almaya donanımlı gitmeliyiz,Hürriyet, 04.06.2010
** Uluç, Hıncal; Karacoğlan, Bir dünya prömiyeri…Sabah,22.05.2010
*** Işıklar, Aykut; Yaşam Okulu’nda adam gibi adam olma dersleri!, Bugün. 06.05.2010




Hoşgeldiniz