Geleneksel Kavvali Müziğinin Ustası Nusret Fatih Ali Han ve Kavvali Üzerine… Selçuk Küpçük(*)
Toplam Okunma: 7943 | En Son Okunma: 03.12.2024 - 08:42
1960’larda Batı öğretisinin birey’in iç dünyasında bir anlamı kalmadığı kanaatine varan birçok müzisyen, yazar, şair soluğu Doğu’nun gizemli(!) topraklarında almışlardı… Kavvali bütünüyle dînî-tasavvufî içeriğe sahip bir müziktir. Kavvali grubu(4) müziğe başladığı zaman dinleyici de transa geçer…Nusret Fatih Ali Han’ı çağdaşları ve önceki üstadlarından farklı kılan özelliklerin başında, Kavvali müziğini Pakistan sınırlarının dışında tanınan, dinlenen bir müziğe dönüştürmesidir. Kuşkusuz bunda 1985 yılında müzisyen Peter Gabriel ile tanışmasının önemli payı var. Batılılar O’nun için “Doğu’nun Pavarottisi” diyor… Batı bize bu ötekileştirici aralıktan bakmaktan vazgeçmedikçe, herşeyi yorumlamanın, tanımlamanın merkezinin kendisi olduğunu dayatmaktan uzaklaşmadıkça sağlıklı bir kültürel iletişimden bahsetmek mümkün olamayacaktır…
Geleneksel Kavvali Müziğinin Soylu Ustası Nusret Fatih Ali Han ve Kavvali Üzerine… Selçuk Küpçük(*)
“Nice insan, ruhun bedende müzikle şekil bulduğunu söyler;
Aslında bu eksiktir. Çünkü müzik hayatın tamamıdır”
Hâfız
Modernitenin birey’in hem içsel, hem de nesnel dünyası karşısında giderek içinden çıkılmaz bir hâl alması ve birey’in başta vahiy, gelenek ve otantiklik ile kurduğu ilişkiyi koparmasına yönelik eleştirel metinler üreten entelektüellerin başında hiç kuşkusuz Seyyid Hüseyin Nasr gelmektedir. Bütün bir Seyyid Hüseyin Nasr külliyatını okuduğumuzda ise bize aralanan en önemli kapı, Batı’nın ürettiği modernite bilgisinin tahripkâr tutumu karşısında İslam’ın tasavvuf bilgisinin önerildiğidir. Bu yüzden Batı’nın İslam ile kurduğu / kurabileceği sağlıklı ilişkiyi hızlandıran birincil olgunun tasavvuf olduğunu söyler ve “Sûfîlik’i hesaba katmadan İslam medeniyeti hakkında artık pek bir şey yazılamaz(1)” notunu ekler.
Modernitenin insanın varoluş gerçekliğini yok sayan ve bugün tartışmasız, çözülmenin son halkasına ulaşılan kurgusunun karşısında İslam Tasavvufunun yer aldığı bilgisi ile beraber yürürsek özellikle Batı’da 1960’larda oluşmaya başlayan Doğu sûfîzmine ilginin sebeplerini de sarih bir şekilde anlayabiliriz.
1960’larda Batı öğretisinin birey’in iç dünyasında bir anlamı kalmadığı kanaatine varan birçok müzisyen, yazar, şair soluğu Doğu’nun gizemli(!) topraklarında almışlardı. Bu süreç içerisinde Batılı müzisyenler otantik Doğu müziğini keşfederek aynılaşan ve fabrikasyon yığına dönüşüp tekdüzeleşen kendi müziklerini zenginleştirmek için karşılıklı iletişim ağını başlattılar. Hemen ardından bu müzisyenlerin ve grupların orkestrasyonunda, söyleminde, duruşunda ve yer yer şan tekniklerinde Doğu’ya ait müzikal kodların kullanıldığını görürüz.
Hatta daha ilginç bir bilgi olması bağlamında buraya not düşmek gerekirse önemli anarşist müzisyen John Cage’in “Batı müziğinin Rönesans’tan sonra yanlış bir dönüş yaptığına ve fazla egosantrik olarak süreç içerisinde etkisini kaybettiğine(2)” ilişkin düşüncesinden hareket edersek, zaten daralan ses evreninin bir şekilde genişleyebilmesi için kendisi dışındaki müzikal oluşumlara ve bu arada da özellikle Doğu müziğine ihtiyaç duyduğu ortaya çıkıyor.
Bahsettiğimiz sürece yalnız şöyle eleştirel bir koridordan da bakmak mümkün : Haçlı Seferleri ile başlayan Doğu’ya (merkezde İslam’a) ilişkin “öteki” zihni fakirliği ile bakan Batı, İslam topraklarından çaldığı teknolojik ve bilimsel bilgiyi kendi fiziki ve bilinçsel coğrafyasına kaçırırken, Doğu’ya ait kültürel birikimi küçümsemiş ve aşağılamış idi.
Post-modernite tartışmalarının gün yüzüne çıktığı ve ivme kazandığı son yüzyıl ortalarından itibaren Batı’nın bu sefer ikinci bir sömürü dalgası ile ortaya çıktığını iddia edebiliriz. O da Batı dışı kültürel birikimlerin kendisine göre tanımladığı şekli ile periferiden merkeze(!) taşınması ve taşınma yapılırken de Batı’nın bu birikimleri artık önemsediği söylemleri ile desteklenen yeni projedir. İşte bu projenin derinleştiği ve uzantısı olan 1980’lerin ortasında Pakistan’ın geleneksel sûfî müziği Kavvali’nin en büyük üstadı Nusret Fatih Ali Han’ı keşfeder Batılı müzik çevreleri.
Tarihsel köken itibariyle İran’da ortaya çıkmasına rağmen bugünkü Pakistan sınırları içerisinde asıl klasik formuna kavuşan ve bu coğrafyada yaşayan Müslamanların sûfî müzik tavrının ana omurgasını meydana getiren geleneksel Kavvali müziğini icra eden en önemli ailelerden birisinin evladı olarak 1948’de Fayzalabad’da dünyaya gelir Nusret Fatih.
Kavvali’de aileler çok önemlidir, çünkü bu müziği kuşaktan kuşağa aktaran, yapısını koruyan ve adeta bir okul misyonu görüp icracıların yetişmesine imkan tanıyan bir işlevselliğe sahiptir aileler. Tıbkı bizim Klasik Müziğimizdeki gibi müzikal bilginin aktarımı meşk ile, usta-çırak ilişkisi ile mümkündür Kavvali’de de. Pratik ve aynı zamanda bilişsel bir havzaya da açılan meşk “..yüzyüze eğitim biçimidir. Talebenin hocasının karşısında oturup başından sonuna dek, onun yaptıklarını, söyleyip okuduklarını, hareketlerini iyice anlaması, özümsemesi, yorumlaması ve sonra yüzüne karşı tekrarlaması…(3)” esasına yaslanan bu yöntem için bir anlamda sivil okul da diyebiliriz.
Nusret Fatih Ali Han bahsedilen bu meşk halkasına babasının rızası dışında, gizlice uzaktan dinleyerek göreceli bir şekilde dahil olur. Çünkü Pakistan’da itibarlı bir Kavvali üstadı olan babası Ali Han, oğlunun doktor olmasını istemektedir. Ancak O yine, bütün uzak tutmalara rağmen Kavvali şarkıları dinlemeyi, söylemeyi sürdürür ve babasının 1964 yılında vefatından sonra da amcası Mübarek Ali Han’ın grubuna katılır. İşte asıl meşk halkasına eklemlenmesi Nusret Fatih’in bu dönemine denk düşmektedir. Bu meşk’ler sırasında hem geleneksel Hint Müziğini, hem de Kavvali’nin bütün birikimini elde eder. 1971’de de amcasının vefatı ile grubun başına geçer ve bugün Nusret Fatih ismini konuşmamıza sebep olan asıl dönemi açmış olur.
Kavvali bütünüyle dînî-tasavvufî içeriğe sahip bir müziktir. Performans sırasında icracılar da, dinleyiciler de oturur vaziyeti alırlar. Ritüel bağlamında bizdeki Sema törenleri gibi geleneksel özel kuralları mevcuttur. Kavvali grubu(4) müziğe başladığı zaman dinleyici de yavaş yavaş transa geçer. Zaten müziğin amacının temelde bu olduğunu söyleyebiliriz. Dinleyici için ise bu süreç bir nevî yolculuktur. Nesnel olandan mânâ âlemine doğru, dünyevi olandan arınmaya yönelik bir yolculuktur amaçlanan.
Baş solistin Peygamber Efendimizi, Hz. Ali’yi, menkıbeleri, ilahi aşkı anlatan şarkıları ilerledikçe dinleyiciler zikir törenlerinde olduğu gibi bilinç düzeyinde başka bir boyuta taşınırlar ve ritmik sallanmalar, hayali dans etmeler ile dışa vurulan ve aynı zamanda müzik ile bütünlenen bir hâl’e ulaşırlar. Tabi burada baş solistin performansı, tasavvuf derinliği, karizması öne çıkar, amaçlanan bu hâl’e ulaşılabilmek için.
Nusret Fatih Ali Han’ı çağdaşları ve önceki üstadlarından farklı kılan özelliklerin başında, Kavvali müziğini Pakistan sınırlarının dışında tanınan, dinlenen bir müziğe dönüştürmesidir. Kuşkusuz bunda 1985 yılında müzisyen Peter Gabriel ile tanışmasının önemli payı var. Artık Gabriel’in Virgin/Real World Record firması ile çalışmaya başlayan Nusret Fatih buradan birçok albüm çıkarır.
Dünyanın farklı mekanlarındaki müzik festivallarinde ve özel konserlerde sahne alır. Martin Scorsesse’in yönettiği “The Last Temptation Of Christ” filmi başta olmak üzere birçok filme sesi ile katkıda bulunur. Alanında ciddi açılımlar getiren ve dünyaca öneme sahip müzisyenler ile ortak projelere imza atar. Ancak biraz evvel de söylediğim gibi O’nu asıl özne kılan şey, Kavvali müziğini dünyaya tanıtması ve bunu yaparken de müziğin özel ve geleneksel icra mantığını genişleterek, daha zengin bir form arayışının izini sürmesidir. Başta Caz olmak üzere, doğaçlama niteliği taşıyan icralar ile Kavvali’nin merkezinde barınan icracıya özgürlük alanı bırakan yorum genişliğini birleştirmesi, daha sert bir ritm algısına sahip olan bu müziği kısmen daha yumuşak ritm ile yürüyen bir sese eriştirmesi ve modern müziği tanıdıkça bu müziğin imkanlarından istifade ederek kendisine münhasır apayrı bir yoruma ulaşması bugün Nusret Fatih isminin özgül ağırlığını oluşturan şeylerdir. Hatta O’na büyük hayranlık duyan müzisyen Jeff Buckley kendisi ile yaptığı bir söyleşisinde Nusret Fatih’e, müziği ile Afro-Amerikan müziği arasında bir bağ olup olmadığını sorar(5). Çünkü Afro-Amerikan müziği ile kimi noktalarda benzerliği yakamıştır Nusret Fatih ve Buckley bunu farketmiştir.
Ya da şunu söylemek de mümkün: Nusret Fatih başka kültürlere ait müzikal birikimlerinden gerektiği kadar istifade ederek, elde ettiği müzikal mantığı Kavvali icrası içerisinde değerlendirmiştir. Bütün bu özellikler O’nu kendi otantik sınırlarından sıyrılabilen ve dünyanın her yerinde kendisini dinlettirebilen nadir isimlerden birisi haline getirmiştir. Ayrıca sesine ilişkin olağanüstü hakimiyeti, geniş ses aralığında dolaşabilmesi, tiz ve pes sesler arasında performanslı iniş çıkışları, algılamakta ve takip etmekte güçlük çekebileceğimiz kadar küçük parçalara bölünen sesler ile ardarda sıralanan gırtlak nağmeleri ve herşeyden öte ağzından değil, bizzatihi kalbinden ivmelenen bir ses ile Allah, Muhammed, Ali ve evliya aşkını dile getirdiğini bütün samimiyetiyle dinleyene hissettirmesi O’nu tartışmasız son yüzyılın en büyük sesleri arasına sokmaya yeterli olmuştur. Bir bluescu gibi doğaçlamalar yaparak sözler ile anlatılamayan aşkın hâlin, duygu ve düşüncelerin müzikal ifadesini görmek mümkün O’nu dinlerken.
Burada doğaçlamanın psiko-müzikolojik çözümlemesinden de bahsedebiliriz. Çünkü bir şarkının “doğaçlama bölümünde artık üst benliğin baskısı ortadan kalkmış ve ses’ler iç duygulanım için anlatım aracı olmuştur.[ve bu duygulanım anında –s.k] benlik saygısında aşırı bir artış vardır(6)”.
Doğaçlama aynı zamanda bir özgürleşim sürecini imler hem icracı, hem de dinleyici/katılımcı (Kavvali müziği açısından) için. Çünkü sınırları belirlenmiş, kontrol edilmiş, kısıtlanmış, doğaçlamaya kapalı bir müzik bizim tahayyül, trans ve yine Kavvali açısından mânâ alemine yolculuk gücümüzü de daraltır. Oysa doğaçlama sayesinde bu kapanın dışına çıkıldıkça bilincin dünyevi olandan özgürleşimi, kurtulumu gerçekleşir, imgesel olana varılarak bilinç başka ve zengin bir saygınlık alanına ulaşır.
Bütün bu tartıştığımız şeyler bir müzik hareketine ve özelde Nusret Fatih Ali Han’ın kişisel varoluşuna ilişkin ön belirlenimler. Ancak bu ve benzeri hususlara yaklaşımımızda “post-modernite tartışmalarının ortaya çıktığı anlardan itibaren Batı’nın, kendisi dışındaki kütlelerin birikimlerini yeniden bizim müdahalemizden uzakta tanımlama ve sınıflama çabası ve bu çabanın sonucunda da ortaya/vitrine sürdüğü ve ürün haline dönüştürdüğü olgunun içini boşaltması” meselesini gözardı etmememiz gerekir
Kavvali müziği merkezde aslında bir ibadet biçimi gibiyken ve bütünüyle İslamî kimlik taşır iken, Paris’in herhangi bir müzik marketinde “Doğu’nun gizemli topraklarından beyaz adamın keşfettiği son şey” olarak yer bulabilmekte ancak kendisine. Bütün bu süreç bizim dışımızda -tıbkı daha evvelki sömürü dalgalarında olduğu gibi- şekil almakta ve pazarlanmakta.
Şimdi son 30 yıldır Batı’nın birçok şehrinde Afrika’nın, Asya’nın, Güney Amerika’nın folklorik, mistik, müzikal değerleri etkinlikler, konserler, özel davetler, sergiler vs. ile kültürel hayatın vazgeçilmez projeleri gibi duruyor.
Burada şunu düşünmek hakkımız değil mi?
Batı bundan daha yüz yıl evvel bize ait bu bahsettiğimiz kültürel ögelerimizi küçük, ilkel, geri, fundamental(!), tehlikeli görmüş ve medeniyet sahibi olabilmemiz için bütün bu kültürel kodları reddetmemiz gerektiğini yerli işbirlikçileri ile dayatmamış mıydı?
Şimdi bize yaklaşımında değişen birşeyi gözlemlemek mümkün mü? Çeçenistan, Bosna, Afganistan, Guantanamo, Lübnan, Filistin, Irak… trajedilerinden sonra ne kadar iyimser olabiliriz?
Öyle ise yukarıda bahsettiğimiz bize ait ve bir zaman bırakmamızı istediği kültürel özümüzü şimdi önemsiyor gözükmesinde acaba hiç mi bir hinlik aramayacağız? Bizi bu hususta uyaran isimlerin başında İngiltere’de yaşayan Pakistanlı entelektüel Ziyaüddin Serdar geliyor. Serdar bu durumu “Batılı olmayan kültürleri Batılı liberal sekülerleşmenin ve nihilistik tüketimin ateşine atmanın yollarını arayan totaliter bir proje(7)” olarak tanımlar ve hepimizin yakından tanıdığı Batı merkezli/dayatımlı modernleştirme söyleminin yeni uzantısı şeklinde anlamamızı önerir.
Şimdi bu temel bilgiden hareketle Nusret Fatih Ali Han’ın 70’lerin sonundan itibaren Batı dünyasında karşılık buluyor gibi gözükmesinin çözümlemesini yapabiliriz:
İlk sorun şu ki Kavvali bugün artık kendi topraklarında iki farklı mekânda ve içerikte icra ediliyor. Birincisi geleneksel yapıya riayet eden ve bu müziğin amaçladığı asıl toplumsal tabaka olan tasavvuf cemaati tarafından dini mekânlarda paylaşıma sunumu. İkincisi de bu geleneksel sunumun/paylaşımın dışına taşarak dindışı mekanlarda ve tasavvuf cemaati dışı topluluklara sunumu.
Neyzen Kudsi Erguner, Nusret Fatih ile ilgili bir anısında şunu aktarıyor:
“Hindistan’a ve Pakistan’a yaptığım seyahatlerde üzülerek bu tür müziğin günümüzde evlilik törenleri, sünnet düğünleri, özel kutlamalar, büyük otellerde verilen partiler gibi özgün olmayan ortamlarda da icra edildiğini ve okunan eserlerin genelde güncel bir iki şarkıdan ibaret olduğunu gördüm(8)”.
Buradan şu sonuç çıkıyor ki aslında Batı tarafından kurumsallaştırılan popüler kültürün, nesnesi haline gelme tehlikesi taşıyan bütün geleneksel müzikler bir şekilde kendi varoluş paradigmalarını bozmadıkça, Anglo-Sakson pop müzik formatına indirgenemiyor.
Dolayısı ile önce Kavvali müziğinin kendi topraklarında çözülmesi ve gerçekliğinin dışına çıkması meselesi üzerinde durmak gerekli.
Gerek Nusret Fatih’in çalışmaları ve gerekse buna benzer yapımlar bugün müzik marketlerde “World Music / Dünya Müziği” adı altında tanımlanıyor. Tanımı uygun gören her zamanki gibi yine Batı…
Oysa bütün bu müzik tür ve akımlarının kendi orijinal isimleri mevcut… Ve bu isimler sadece bir isim olmasının ötesinde, içinde şekillendikleri kültürün derin izlerini taşımakta ve o kültüre ait özel bilgi gerektirebilecek dînî, folklorik, sosyolojik çağrışımlara yol aralamakta.
Dünya Müziği gibi genel tanım verilirken, o müziklerin özel hâllerinin manipüle edildiğini söylemek mümkün. Çünkü burada amaçlanan, bu müziklerin kendi kültürlerindeki karşılıkları değil, bütünüyle Batı kapitalizminin uzantısı olan bir algılayış ile sadece nasıl daha kolay pazarlanabilir arayışına vardırılmasıdır.
Kavvali özelinde konuşursak, Kavvali’nin icrası zaten başlı başına İslamî bir hüviyet ve kendi paradigması içerisinde bir ibadet türüdür. Ancak ne yazık ki herhangi bir müzik marketten bu tür müziği alıp dinleyen Batılı birey için bunun hiç bir anlamı yoktur. Çünkü burada anlam sunulmamıştır.
Metadır sunulan…
Nusret Fatih’in yayınlanan albümleri için mevcut sorunlardan birisi de, hayatta iken kendisi ile ilgili yapılan tanıtım, imaj, pazarlama, konser organizasyonu gibi büyük prodüksiyon hizmetlerini kontrol edebilecek mekanizmaya dahlinin çoğunlukla olamadığı meselesidir. Çünkü O Dünya Müziği’nin herhangi bir elemanı, müzik marketlerde yer alan herhangi bir albüm sahibidir(!) ve albümlerinin dergilerde, gazetelerde, tv programlarında hangi cümle ve imajlar ile tanıtıldığı gibi temel hizmetler yapımcı firma tarafından yönlendirilen bir sürece dönüşmüştür artık. Kuşkusuz burada da her zaman olduğu gibi Oryantalist söylemlerin izini sürmek mümkün gözükmektedir ne yazık ki.
Nusret Fatih Ali Han müzik tarihinin gelmiş geçmiş ön önemli sanatçılarından birisiydi. Bir Müslüman olarak yaptıkları ile kuşkusuz gurur duymak, eserlerini, söylediklerini yarına sağlıklı bir şekilde aktarmak gerekli. Batılılar O’nun için “Doğu’nun Pavarottisi” diyor. Bu işte bütünüyle yine Oryantalist merkezli bir okuma. Oysa biz şunu demeyi öğrenmeliyiz bir tavır olarak : “Pavarotti, Batı’nın Nusret Fatih’i”dir. Batı bize bu ötekileştirici aralıktan bakmaktan vazgeçmedikçe, herşeyi yorumlamanın, tanımlamanın merkezinin kendisi olduğunu dayatmaktan uzaklaşmadıkça sağlıklı bir kültürel iletişimden ne yazık ki bahsetmek mümkün olamayacaktır.
_______________________________
Nusret Fatih Ali Han müziği için Bkz:
http://www.youtube.com/watch?v=KM6FGsTjiKw&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=Cj510jk-BH4&feature=related
Alaturalara(paralara) dikkat:
http://www.youtube.com/watch?v=CwJGvYb9Q2M&feature=related
Dipnotlar :
1-Seyyid Hüseyin Nasr. Tasavvufi Makaleler. İnsan Yay. 2002
2-W. Duckworth. John Cage. Toplum Bilim dergisi. Müzik özel sayısı. Sayı :9 Mart 1999
3-Cem Behar. Zaman, Mekan, Müzik. Afa Yay. 1993
4-Kavvali grup ile icra edilen bir müziktir. Baş solist, tabla ve baya ikilisinden müteşekkil vurmalılar, harmoni denen körüklü tuşlu enstrüman ve el çırparak iştirak eden üyelerden oluşur genelde. Bununla birlikte sitar, tambur, davul, keman da kullanılabiliyor.
5-Jeff Buckly’in İnterview Magazine için yaptığı söyleşinin çevirisi. Ocak 1996
6-Metin Kalender. Jazz, Depresyon ve Blues. ArtiMento dergisi. Sayı :2 1999
7-Ziyaüddin Serdar. Postmodernizm ve Öteki. Söylem Yay. 2001
8-Kudsi Erguner. Nusret Fatih’in Hayali. Roll müzik dergisi. Sayı : 72 Şubat 2003
(KERTENKELE Edebiyat ve Düşünce Dergisi. 13. sayı)
(*) http://selcukkupcuk.blogspot.com/2008/01/nusret-fatih-ali-han-dounun-kadim-ses.html