İnci Çayırlı Radyo Konseri: GTSM icrasında küçülme “öz”e dönüş müdür?.. Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 3650 | En Son Okunma: 20.04.2024 - 16:59
Kategori: Fikir Yazıları, Yazarlarımız: A.Sarı

TRT Müzik kanalında 19 Eylül 2011 günü saat 16.00 sularında İnci Çayırlı’nın solistliğinde gerçekleşen “Radyo Konseri” programında, geleneksel Türk oda müziğinin tarihsel tınısına uzun yıllardan beri -belki de- ilk kez tanık olduk. Sadece üç yetkin çalgı icracısı eşliğinde izlediğimiz konserde İnci Çayırlı’nın izleyiciye verdiği huzurlu atmosfer ve sesinin billurluğunda herşeyiyle net olarak özümsenen müzikal entonasyonun zevkine varma fırsatını yakaladık…

Çalgı grubu:
Kemençe: Derya Türkan İstanbul Radyosu sanatçısı
Kanun: Taner Sayacıoğlu İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu sanatçısı
Tanbur: Murat Aydemir İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu sanatçısı

Repertuar şöyleydi:

Hicaz Perşrev (1. bölüm) - Refik Fersan

“Kalbimde yanarken sevgin hasretin”
Hicaz
Beste: Fahri Kopuz
Güfte: Şadan Rüma

“Terket beni, artık yetişir, sende vefa yok”
Hicaz
Beste: Fehmi Tokay
Güfte: Mehmet Gökkaya

“Çıksam şu dağların yücelerine”
Hicaz
Beste: Arif Sami Toker
Güfte: Orhan Şaik Gökyay

“Bir gün geleceksin diye bekler deli gönlüm”
Uşşak (Taksim: Derya Türkan - Murat Aydemir)
Beste: Zeki Duygulu

“Her akşam tesadüfümüz muhakkak, yolumun üstünde yine sen varsın”
Uşşak
Beste: Ahmet Çağan
Güfte: Orhon Seyfi Orhon

“Ben yürürem yane yane”
Neva
Beste: Selahaddin Pınar
Yunus Emre

“Aşkınla bülbül gibi artmaktadır ahım”
Uşşak
Enderuni Ali Bey

“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın”
Kürdilihicazkar (Taksim: Taner Sayacıoğlu)
Beste: Münir Nurettin Selçuk
Güfte: Ümid Yaşar Oğuzcan

“Bu ateşi sen yaktın içime”
Beste: Necdet Tokatlıoğlu
Güfte: İlhami Behlül Pektaş

“Seni coşkun suların koynuna mehtap alamaz”
Kürdîlihicazkâr
Beste: Cevdet çağla
Güfte: Atıf Yâr

“Önümde açılmış kapısı aşkın”
Nihavend
Beste: Selahaddin İçli
Güfte: Fethi Dinçer

“Aşk nedir nasıldır bilen var mı?”
Nihavend
Beste: Avni Anıl
Güfte: İlhami Behlül Pektaş

“Bahar gelmiş neyleyim”
Beste: Şekip Ayhan Özışık
Güfte: meçhul

Bis eseri olarak ise bestesini Saadettin Kaynak’ın, güftesini Vecdi Bingöl’ün yazmış olduğu “Menekşelendi sular” yapıtının seslendirilmesinin ardından İstanbul Harbiye’deki Radyo Evi’nin Tanburi Cemil Bey Konser Stüdyosu’nda İnci Çayırlı’nın –tek- solist olarak katıldığı “Radyo Sanatçıları Konseri” sona erdi.

Günümüz geleneksel Türk sanat müziğinin (GTSM) gelinen sonucunda koltuk konseri izleyiciliği açısından toplumun artık büyük konser salonlarına değil, tıpkı sinema salonlarında yaşanıldığı gibi küçülen konser salonlarına, hatta odalarına; çalgı icracısı olarak da -hem bireysel, hem de grup icrasında- yetkin müzisyenlere ihtiyacının olduğu gözleniyor.

Tanık olunmaktadır ki 20.yy ikinci yarısının önemli toplumsal paylaşım araçlarından olan sinema salonları günümüzde küçülmüştür. 500 kişilik yazlık / kışlık sinema mekanları yerlerini nerdeyse 5-10 kişilik cep sinemalarına bırakmış, hatta daha da ilerisi, iki kişilik; yiyecek içecek servisi de yapılan sinemaların tanıtımları şehir sosyal imkanları reklamlarında daha sık servis edilir olmuştur.

Dernek, cemiyet veya kurumlarda çalışmalarını sürdüren amatör koroların korist yakını izleyicilerle dolan konserleri dışındaki GTSM TRT dahil, devlet koro/topluluk konserlerine gelen izleyici sayısı ortalama 200-400 kişi olup, ortalama 50 üzeri yaş grubundan oluştuğu gözlenmektedir.

Durum günümüz GTSM icra ortamı değişiminin, diğer bir deyişle GTSM’nin ilk icra şekline, yani öz’e(*) dönmesinin habercisidir…

Geleneksel Türk müziğinin öteden beri söylediğimiz “oda müziği” boyutu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından başlayan batılılışmadaki sentez arayışlarının sonucu olarak batı senfonik veya koral gruplarına özentiyi gündeme getirdi. 1980 darbesinin ardından kurulmaya başlanan Devlet Türk müziği topluluk/korolarının sanatçı hacimleri senfonik orkestra ve korolarla yarışır şekilde geniş tutuldu. Bunu “aşağı kalmama” kompleksinin de önemli bir belirtisi olarak niteleyen yazarlar görülmekteyse de bizce denenmesi gereken bir uygulamaydı. Böylece hem yılların üvey evlatlığı sona erdirilmiş, hem de Türk müziği geleceğinin temeline ana harç katılmış oldu.

Dönemin devlet yönetiminden kimse “dar kadrolu GTM koroları” kısıtlamasını getirmedi. Kuruculara “ilk zamanlarda” denen şu idi: Ne emriniz var?..

Sonuçta ortalama 80-100’er kişilik çalışma kadrosunu bulan Kültür Bakanlığı  Devlet TM koroları meydana geldi.(***)

Sistemsizlikte aksamaların olacağı biliniyor muydu?

Sözün burasını Cem Behar özetliyor ve diyor ki :

“(GTSM’ni) Oda müziği olmaktan çıkarıp koro haline geldiler. Konsere çıktılar. Kendilerine bir şef uydurdular; fraklı - smokinli, eli sopalı bir şef. Böylece modernleşmiş havasını yarattılar. Halbuki bu müzik en fazla 15 kişilik bir toplulukla icra edilir. Estetik ve teknik açıdan daha fazlasını kaldırmaz. Onlar 40 kişilik, 80 kişilik gruplarla çağdaşlık imajı verdiler. ‘Bakın, Schubert icra etmiyoruz ama aynı onu icra edenler gibi davranıyoruz,’ dediler… Ne yazık ki müzik politikası yerine müzikte politika yaptılar.”(1)

Müziğin dinlendiği mekanda –atmosferinde bulduğu değerin analizi bugün gözlenmesi-denenmesi-araştırılması gereken konuların başında geliyor.

Oda müziği deyimi büyük konser salonlarında ve kalabalık bir dinleyici kitlesi önünde icrayı içermez. İki ilâ on-on beş kişiden meydana gelen çalgı gruplarınca icra edilen müzik akla gelir.

Oda müziği açık havada, bahçede, havuz başında icra edilebilir… Deyim konser mekânıyla ilgili sınırlamalardan ziyade dinleyiciyle yakın ilişki ve dolaysız iletişim gibi müzisyenin doğrudan doğruya icra üslûbunu ve müzikal ifadesini yansıtmaktadır. Örneğin oda müziği grubunun içindeki tek tek her çalgının sesinin özel tınısının ve icra seviye, üslûbunun dinleyici tarafından açık ve seçik olarak algılanabilmesi… Bir müzik grubu içinde her zaman ney’in soluğunun tanburun derin tınlamasının, kanunun mızrap vuruşlarının hafif cızırtısı, kemençenin iç çekişlerinin açık seçik duyulması o konsere ayrı bir haz katıyor. Tabii ki erkek-kadın insan sesleri dahil tüm tınıların kişilik ve dengelerinin tek sesli icra sırasında bozulmaması önemli bir kural…
Geleneksel Türk müziğinin doğal mekânları küçük ve kapalı yerlerdi.  Saray, konak, köşk ya da evde bir oda. Dini müzikte ise bir tekke meydanı, hücresi veya semahanesi ya da cami. Topkapı Sarayı’nda dahi 15-20′yi geçmeyen icracı sayısı…

Tarihi bir mekanın yemyeşil çiçeklerle dolu bahçesinde gün batımından akşamın ilk dakikalarına uzanan konser atmosferinin etkisini bundan yıllar önce Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu tarihi binasının bahçesinde yönettiğim konserlerde yaşadık. Yaşattık…

* * *

Müzik hayatımızda aktif olarak varolan ama ne yazık ki yeterince dinleyemediğimiz son seslerden Kültür Bakanlığı Bursa Devlet Korosu eski şefi İnci Çayırlı’yı 2011 TRT’si programında; gerçek manada yetkinleşmiş -yalnızca- üç sazende eşliğinde izleyince O’nun GTSM geleneğinin devamında ne derece önemli bir sanatçı olduğunu düşündük ve Devlet Koroları’nın ilk kuruluş yıllarındaki (1976 değil, 1980’ler) o büyük amacın ilk Devlet Koroları Yönetmeliği’ne yansıyan naif ideali, sonrasında ise o naif idealin politikacılarca nasıl yok edildiği geldi gözümüzün önüne…

* * *

O naif ideal ile günümüz GTSM’ni karşılaştırdık.

“Büyümeyi beceremiyenler küçülmeye mahkumdur”

Demekten kendimizi alamadık…
__________________________________
(*) Sözü edilen öz’ün “İnce saz” mı olduğu konusunda küçük bir karşılaştırma bile, incenin tersi olan kaba veya literatürde geçtiği şekliyle “kaba saz” kelimesinin o dönem müzik düşünürlerimizin “terim bulmada” ne kadar “kaba” olduklarını gösterir gibi…
Bugün anladığımız anlamdaki “kaba” kelimesi o zaman başka bir manada mı algılanıyordu? Kaba zurna veya Tanburi Cemil Bey’in kaba kemençe’sinde olduğu gibi…

Kaba zurna/kemençe’deki kaba ile kaba saz’daki kaba aynı anlamı mı ifade ediyordu?
Tabii ki değil…
Biliyoruz ki o dönemde verem hastalığına “ince hastalık” deniyordu. Peki adı tıp dilinde tüberküloz olan verem hastalığı inceydi de karşılığı olan “kaba hastalık” neydi acaba?…
Biz bu kaba-ince kelimelerinin hala kullanılmasını geleneğe bağlılık olarak değil, konu üzerinde düşünülmüş bile olmamasına dikkat çekmek istiyoruz ve GTSM’deki “öz” derken “oda müziği” deyimini tercih ediyoruz…

(**) Fotoğraf: Ege Çoksesli Türk Oda Müziği Topluluğu – Soldan sağa: Dr. Ayhan Sarı, Volkan İncüvez(ney), Beril Çakmakoğlu(kemençe), Dr. Halil Altınköprü(Kanun), Egemen Erin(Ud). Ege Üniversitesi DTM Konservatuarı Salonu. 24 Mayıs 2007.

(***) İlgili devlet korolarının taşra illerindeki şubelerine giren sanatçı adayları, buralarda kadrolanır kadrolanmaz büyükşehirdeki korolara geçmek için politikacıların kapısını aşındırdırdılar. O zamana değin hiçbirşeyden haberi olmayan milletvekilleri de sanatçıların bu aşındırmaları sayesinde onlara hükmetmenin, özel konser gecelerine götürmenin zevkini yaşamaya başladılar.
Aynı sahneyi defalarca paylaşma onurunu yaşadığım muhterem Avni Anıl(1928-2008) hocam bir görüşmemizde şöyle demişti: “Ne zaman ki devlet korosu sanatçılarını mecliste, milletvekili peşinde gördüm, o zaman bu iş bitti, dedim”. Haklıydı. 40 kişilik taşra korolarında görev yapan sanatçı sayısı 8-10 kişiye düşmüş, büyükşehirdekiler ise 100′e çıkmıştı…

(1) http://www.milliyet.com.tr/ekler/gazete_pazar/990124/kitap/kitap.html




Hoşgeldiniz