Halk Bilimi Açısından “Anonim” ve “Ferdî” Türkülerin Yaratılış Bağlamında Mukayesi… Doç. Dr. Hüseyin Yaltırık*


Toplam Okunma: 7614 | En Son Okunma: 20.04.2024 - 13:08
Kategori: Araştırma Yazıları

Âşık Edebiyatı’na mahsus şiirler folklor yönünden bakıldığında ferdî özellik taşıdıkları ve yaratıcıları belli oldukları için anonim değildirler. Türkü olarak isimlendirilmezler, buna karşılık “Deyiş, Nefes, Semah, Taşlama, Methiye, Nevruziye vb.” ya da son zamanlarda bazı yeni üretilen örneklerde olduğu gibi “türkü formunda beste, beste-türkü” vb. isimler altında zikredilirler. Ne var ki âşık şiirlerin ezgileri çoğunlukla anonim halk müziği karakterindedir…

Halk Bilimi Açısından “Anonim” ve “Ferdî” Türkülerin Yaratılış Bağlamında Mukayesi… Doç. Dr. Hüseyin Yaltırık*

İngilizce bir terim olan “Folklore” Türkçe “Halk Bilimi/Halk Bilgisi” manasına gelmektedir. “Halk” kelimesinin yüklendiği anlam içinde aynı zamanda “halk tabakası (daha ziyade yüksek tahsil yapmamış ve hayat tarzı birbirine çok benzeyen, benzer ekonomik, kültürel ve sosyal hayat yaşayan insanlar) da kastedilmektedir. “Halk müziği, halk tiyatrosu, halk edebiyatı, halk dansları vb.” kavramlar içinde geçen ve ingilizce’deki “folk” karşılığı olarak kullanılan “halk”ın ise yukarıda zikredilenden daha farklı bir anlamı vardır: Bir ürünün taşınması ya da aktarılması sürecinde o ürüne katkı ya da çıkarım yaparak onu biçimlendiren ve anonimlik sürecine katılan herkes “halk”tır.

Bir kelimenin sadece sözlük anlamı ön plana alınarak o kelimenin “ima ettiği anlamı, mecaz anlamı, argodaki vb. anlamları çoğu zaman göz ardı edilir. Bu yönden bakıldığında, “folklor” kelimesindeki “halk” kavramı, kelimenin coğrafî veya siyasî anlamıyla karıştırılarak kimilerine göre, “Cumhurbaşkanı da, Başbakan da halkın bir bireyidir ve folklor teriminin “folk”unda yer almalıdır.”(1) Oysa folklorda, halka ait kültür unsurlarının -bir anlamda anonim unsurların- araştırılıp meydana çıkarılması esastır. Çünkü folklorun amacı, (ferdîyetten tamamen ayrı olarak) halkta yaşamış ya da yaşamakta olan sahipsiz bilgi ve pratikleri (anonim unsurları) belli metod ve tekniklerle araştırıp derlemek; bunları inceleyip sonuçlarını insanlığa sunmaktır. Bu, bir halk ürününün yerelden ulusala; ulusaldan evrensele yani yerel kültürden medeniyetlere doğru yaptığı bir yolculuktur. Nitekim yurdumuzda bu konuyla ilgili başlıca kitaplarda bu amaç açıkça belirtilmektedir. (2)

“Anonim” terimi de dilimize yabancı dillerden geçmiştir. Kültürel unsurlar ve eserler için “Halka ait”, “imzasız”, “belli bir kişiye ait olmayan”, “yapımcısı, üreticisi bilinemeyen” anlamlarında kullanılan bir terimdir. Türk Halk Edebiyatı ve Halk Müziği’nde yer alan eserlerin büyük çoğunluğu anonimdir. “Türkü” olarak adlandırılan bu ürünler genelde “Anonim Halk Edebiyatı” içinde yer almaktadırlar ve bunlara “Halk Türküsü” denmektedir. Bununla beraber Âşık tarzı şiirler yaratılış bağlamında türkülerden ayrılmakta ve kendine has bir edebiyat olarak kabul görmektedirler. Biz bu makalemizde, bu iki türün birbirleriyle ilişkisini, ortak ve farklı yönlerini inceleyeceğiz.

Prof. Dr. Şükrü Elçin, Halk Edebiyatı Araştırmaları I isimli eserinde “Halk Edebiyatı Kavramı” bahsinde şunları yazmaktadır:

“Türk dilinde ve düşüncesinde “Halk Edebiyatı” tabiri oldukça yenidir. Türkiye’de aşağı yukarı 60 - 70 yıldan beri “Divan Edebiyatı” dışında kalan saz ve tekke şiiri nev’inden ferdî mahsullerle, malzemesi dile dayanan atalar sözü, destanlar, masallar, hikâyeler, fıkralar, bilmeceler, maniler, türküler, ağıtlar, ninniler vb. gibi ilk söyleyicilerini umumiyetle tespit edemediğimiz eserler, bu tabirle yaygın hale gelmiştir. Memleketimizde halkçılık, Türkçülük ve milliyetçilik hareketlerinin tesiri ile düşünülen bu tabirin şumulüne giren mahsullerle, bunların mahiyetlerini açıklayabilmek için “halk”, “edebiyat” ve “folklor” kelimelerinin delâlet ettiği manalar üzerinde durmak lâzımdır. Türkçe’de bazen “kavim”, bazen devletin teb‘ası, bazen de “millet” ve “ümmet” manalarında kullanılmış olan “halk” kelimesi ve mevhumu, dinî, siyasî ve içtimaî hadiselerle iş bölümünün meydana getirdiği bir takım sınıfların ve zümrelerin doğması ile ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi İslâmiyetten önceki Türk hayatında, idare eden sınıfla idare edilen “boy, il, ulus veya budun” arasında duygu, düşünce, ülkü; kısaca ifade etmek gerekirse hayat ve kâinat anlayışı bakımından büyük bir fark yoktu. Aynı müşterek sade dilde “ozan” denilen şâirler tarafından “kobuz” adı verilen sazlarla çalınarak terennüm edilen aşk ve tabiat şiiri “koşuk”lar, “savaş, göç vb.” büyük hadiselerin manzum hikâyesi destanlar; veya matem münasebetiyle yakılan “Sagu”lar, Totemizm, Şamanizm ve Budizm gibi inanç veya dinlerin manevî havası içinde bütün Türklerin estetik heyecanlarına tercüman oluyordu. Türklerin büyük çoğunluğu İslâmiyeti kabul ettikten sonra göçebe veya yerleşik halkların iktisadi hayatlarında sürekli değişiklikler olmadığı için -düşünüş tarzı kısmen hariç- zevkte ve yaşama şekillerinde eski an’ane devam etti. Ancak şehirlerde ve kasabalarda kurulan medreseler, mahdut sayıdaki insanları yeni dinin emrinde islâm ilimleri ile bilgi bakımından üstün hale getirince manevi havanın birliği bozuldu… “Halk” telakkisi medreseliler tarafından sınıflandırıldı: “Havas” ve “avâm” adları ile bir ikilik doğdu… Avrupa’da “Halk” hayatının maddî ve manevî cephelerinin tetkiki folklor denilen ilmin doğmasına sebep oldu (…). Avrupa folklor çerçevesinde değerlendirdikleri destan, masal, atalar sözü, bilmece, türkü ve ninni gibi kollektif karakter taşıyan eserleri “sözlü anlatım” manasında “oral tradition” ya da “oral literature” isimleri altında toplamışlardır. Radloff, Kunoş, Paul Sebillot, Van Gennep ve Edmond Sussey gibi Avrupalı Tükologlar da aynı kanaatle topladıkları malzemeyi ferdî ya da anonim olduğuna bakmaksızın “Lilerature Populaire” (Halk Edebiyatı) olarak düşünmüşlerdir.
Avrupalılar arasında benimsenmiş bu görüşe bağlanan Gökalp, Fuad Köprülü ve Rıza Tevfik, halkın tasarrufundaki gelenek mahsulü eserleri Türkçe’ye tercüme yoluyla “Halk Edebiyatı” olarak isimlendirmişlerdir. Ahmet Kutsi Tecer’le Pertev Naili Boratav da daha sonra bu görüşe katılmalarına rağmen Fuad Köprülü ile bilikte bazı yazılarında Ferdin damgasını taşımayan eserleri edebiyat dışında tutmuşlardır.
Kabullenmiş bir görüşe göre edebiyat, dar manasıyla, söz ve yazıyla yapılan edebî değere sahip ferdî dil mahsulleridir. Bu tarife göre “Literature Populaire” adı altındaki mahsullerin edebiyat dışında kalması gerekir. Hâlbuki milletlerin en eski hayatlarında yaratılan eserler ferdin malı olmaktan çok cemiyetin mahsulüdürler ve bu mahsuller onların zevk ve düşüncelerine tercüman olmuşlardır. Bu gün asıl edebiyat sayılan mahsuller zamanla bu eserlerin gelişmelerinden meydana gelmişlerdir. Orta ve yeni zamanlarda, yaratıcısı belli manzum eserler, vezin, kafiye, şekil gibi nazmın dış unsurları açısından tamamıyle ilk mahsullerin tekniğine ve geleneğine bağlı kalmışlardır. “Kalem şuarası” adı verilen ve saz çalmasını bilmeyenler istisna edilirse, müzik günümüze kadar eserlerin bünyesinden ayrılmamıştır. Bu eserler de genellikle tahsil görmemiş aşiret, köy, kasaba ve şehir insanlarıyla bunların “Yeniçeri” ve “Tekke” muhitleri gibi yine halktan ayrılmamış zümreleri arasında tarih seyri içinde İslâm dini, tasavvuf ve buna bağlı tarikatlarda yaşamıştır. Bu mahsulleri yaratanlar, halkın içinden gelen, onun zevkini terennüm eden ve kısmen aynı dünya ve ahiret görüşünü paylaşan insanlardır. Bu nedenle doğuş özellikleri ne olursa olsun, anonim ve kollektif karakter taşıyan mahsullerle, tarihî bir gerçek olan Tekke ve Saz şairi adını alan ferdî eserler; Halk hikâyeleri, köy orta oyunu (köy seyirlik oyunları), Meddah, Karagöz ve Orta Oyunu hatta Kukla bile “Halk Edebiyatı” sahasına girerler.” (3)

Konumuzun asıl hedefini oluşturan “Türkü” halk edebiyatının en önemli türlerinden biridir. Türküler genellikle ezgileriyle birlikte bir bütünlük arzederler. Bununla beraber birçok mecmua, defter ve eski yazmalarda “Türkî/Türkü” başlığı altında yazılmış şiirlere rastlanır ve bunların ezgi kayıtları bulunmayabilir. Tarihin derinliklerinden günümüze sadece sözleriyle aktarılmış pek çok türkü bulunmaktadır. Türküler genel olarak “Anonim” mahsullerdir. Başlangıçta bir kişi tarafından söylenmiş veya yazıya geçirilmiş olsalar bile zamanla cemiyetin ortak duygu, düşünce ve duyguları potasında eriyerek kuşaktan kuşağa, nesilden nesle sözlü olarak aktarılmışlar ve ferdî izler kaybolarak anonim nitelik kazanmışlardır. Bu yönüyle türküler folklorun “Halk Edebiyatı” sahasının “Anonim” mahsuller kısmında yer almışlardır. Pek tabii olarak türküler daha çok “koşma” ya da “mani” biçiminde olmuşlar ve zamanında mutlaka bir ezgi ile söylenmişlerdir. Bu ezgilerin doğuşu türkünün şiirsel yapısındaki doğuşu gibidir. Çoğu zaman aynı anda şiirle birlikte yaratılmazlar. Şiirler, daha önce yaratılmış olan ve İngilizcede “Stock melody” olarak tabir edilen mahalli ezgilere (Kalıp Ezgilere/ezgi kalıplarına) döşenmişlerdir. Bu ezgi kalıpları halka ait olup (yani ferdî izleri kaybolmuş olup) halk müziğinin çeşitli “dizi”lerinde bulunmaktadırlar. Diziler belli bir makamı belirlemezler. Bu nedenle Türk Müziği’nde makam olarak adlandırılan Uşşak makamı, Muhayyer makamı, Karcığar makamı, Gerdaniye Makamı, Bayatî makamı, Neva makamı yerine bu makamlarda kullanılan “dizi” kavramı halk müziği yönünden doğru bir yaklaşım olarak görülmektedir. Halk türküleri “Anonim Halk Edebiyatı ve Müziği” kavramı içinde yer alırlar.

Diğer yandan Orta Asya’dan günümüze kadar “Şaman, baksı, ozan” gibi adlarla anılan ve yanlarında mutlaka davul, tef, kopuz gibi müzik aletleri taşıyan ve halkın çok değer verip hürmet ettiği şifacı kişilerin benzerlerini bu kez ellerinde bağlama ile Anadolu’da “Mürşit, dede, derviş, baba, zakir, âşık, güvende” gibi adlarla önceleri tekke ve zaviyelerde, günümüzde ise Bektaşî meydanlarında ve Alevî cemlerinde, erkânlarda görmekteyiz. Türk Halk Edebiyatı içinde anonim halk edebiyatının hemen yanıbaşında bir de ferdî yaratmalara dayanan ve “Âşık Edebiyatı (Âşık tarzı edebiyat)” olarak adlandırılan bir edebiyat yer almaktadır. Dinî-tasavvufî konuların da işlendiği bu edebiyat ürünlerinin ortak bir yönü şiirlerin en son dörtlüğünde şairin “mahlas”ının ya da isminin (tapşırılması) zikredilmesidir. Dede Korkut’un kolca kopuzundan Anadolu dedelerine, âşıklara uzanan zaman boyutunda Türk şiir geleneği korunmuştur. “Trakya Bölgesi Tasavvufî Halk Müziğinde Güfte-Beste İlişkisi” başlıklı doktora tezimizde bu konuda şu hususlar yer alır:

“Moğol istilâsının yarattığı gerginlik ve üzüntünün etkisiyle halkın maddî-manevî olarak çökmesi ve Orta Asya’dan Anadolu’ya doğru yüzyıllar önce başlayan göçlerin devam etmesi, Türk Edebiyatı’nın XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da yeni bir görünüm kazanmasına sebep olmuştur. Türkistan’da Ahmet Yesevî’nin dinî-didaktik şiirlerinde hayat bulan İslâmiyet, böyle karışık olayların yaşandığı bir dönemde Anadolu’da kendine yeni ve elverişli bir ortam bulmuştur. Anadolu halkı, savaşın yarattığı sıkıntıları unutmak niyetiyle kendisini bu akımın heyecanına kaptırmış, İslâm dinini eski şaman inançlarıyla da birleştirerek yeniden yorumlamıştı. İslâmiyet, çeşitli tarikatların doğup yeşerdiği tekke ve zaviyelerde, değişik tarzlarda yorumlanarak yayılmaya başlamıştır(4). Bu tekke ve zaviyeler sadece ibadet yeri olmakla kalmayıp saz şairleri ve Hak âşıklarının söz konusu tarikatların görüşlerini yansıttıkları ve adına nefes, nutuk, ilâhî vb. adlar verilen şiirler çalıp söyledikleri mekânlar olmuş; kaynağını Yunus’un coşkun lirizminde bulan tasavvufî edebiyatın, Türk Halk Edebiyatımız içinde kendine önemli ve haklı bir yer edinmesi de kaçınılmaz olmuştur.(5)

Esaslarını büyük ölçüde eski Türk şamanizmi ile tasavvuftan alan ve Yunus Emre’den sonra 15. yüzyıldan itibaren kuvvetli şahsiyetlerini yetiştiren Bektaşîlik, Ahilik, Abdallık, Hurufîlik, Kızılbaşlık, Kalenderîlik ve Haydarîlik gibi tasavvuf yollarında yetişen şairler söyledikleri veya yazdıkları “Nefes, nutuk, methiye, devriye, güzelleme, taşlama, şathiye, muamma vb. şiirleri sade Türkçe ile yazarak Türk’ün kallbini fethetmişlerdir. Daha ziyade Bektaşî tekkelerinde gelişen Bektaşî-Alevî şiiri Türkiye’de aydınlar tarafindan 60-70 yıldan beri “Saz Şairi” veya “Âşık Edebiyatı” adı verilen şiirin tam hüviyetiyle ortaya çıkmasını hazırladı. 15. yy. ortasına kadar devam eden “Ozan” yerine islâm tasavvufundan gelen “âşık” terimi yayıldı.(6)

Âşık Edebiyatı’na mahsus şiirler folklor yönünden bakıldığında ferdî özellik taşıdıkları ve yaratıcıları belli oldukları için Anonim değildirler. Bu şiirlerin sözlerindeki ferdî aidiyet bakımdan folklorun içinde yer almazlar. Bundan dolayıdır ki Türkü olarak isimlendirilmezler, buna karşılık “Deyiş, Nefes, Semah, Taşlama, Methiye, Nevruziye vb.” ya da son zamanlarda bazı yeni üretilen örneklerde olduğu gibi “türkü formunda beste, beste-türkü” vb. isimler altında zikredilirler. Ne var ki âşık şiirlerin ezgileri çoğunlukla anonim halk müziği karakterindedir. Azerî kökenli âşıklarla Anadolu’lu âşıklar arasında müzik icrası ve söyleyiş özelliği yönünden çok belirgin farklılıklar vardır. Kullanılan saz tipinden lehçeye(7), tonal yapıdan dizi isimlerine kadar bu fark çok belirgindir.

Anadolu’da 17. yüzyıl Türk saz şairleri açısından altın bir devir olarak nitelendirilir. Âşık Ömer, Gevherî, Kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Şahinoğlu, Kâtip Ali, Karacaoğlan vb. bu dönemin en ünlülerindendir. 18. yy. bir önceki kadar parlak geçmemiş, 19. yy. ise bazı şairler saz çalmadıklarından “kalem şuarası” olarak Divan edebiyatının tesirine maruz kalmıştır. Bayburtlu Zihnî, Dertli, Seyrâni, Tokatlı Nuri ve Erzurumlu Emrah dışında, Ruhsatî, sümmanî, Celalî, Muhibbî ile aşiret sahibi Dadaloğlu, Deliboran, Beyoğlu, Seyit Osman vb. bu dönemin en belirgin isimleridir.

Son döneme imza atan Âşık Veysel Şatıroğlu ve Âşık Ali İzzet Özkan gibi ustalara her geçen gün yenileri eklenmekte ve âşıklık zinciri devam etmektedir. Bunun yanı sıra çeşitli vesilelerle halktan derlemeler yapılmakta ve anonim halk edebiyatı ürünleri olan halk türküleri özellikle TRT bünyesinde hem önemli bir arşiv malzemesi hem de yaşayan bir müzik türü olarak işlevini sürdürmektedir.

Özetle, bu iki önemli türün birincisi “Anonim Halk Edebiyatı” ürünleri olan halk türküleri hem şiir hem de müzik açısından folklorun tamamen içinde yer almakta ve Türk Halk Müziği’nin en önemli yönünü oluşturmaktadır. İkincisi ise (Âşık Edebiyatı) şiirlerin ferdîliği yönünden folklorun dışında kalmakta; fakat kullanılan müziğin genellikle anonim olması yönünden folklorun içinde yer almaktadır. Burada en belirleyici unsur, en başta sözünü ettiğimiz “Halk”ın, “Folklore” içinde anonimlik olgusunu temsil etmesidir. Nasıl müzikteki “Kompoze etmek” (Bestelemek) ferdî bir yaratma olup imza sahibi “Halk” değil de “Halktan belli başlı bir kişi” ise; Âşıkların son dörtlüğe isimlerini ya da mahlaslarını koydukları şiirler de böylesine ferdî yaratmalar olup şahsa aittirler. Bu nedenle folklorun dışında yer alırlar. Her iki türün müziği ise ortaktır ve anonim olanlar Türk Halk Müziği olarak adlandırılmaktadır. Âşıkların ürettikleri şiirler genellikle “Deyiş, Nefes” vb. isimler almakta, buna karşılık halk türküleri ise genel olarak Türkü başlığı altında anılmaktadır. Son zamanlarda halk türküleri tarzında ferdî yaratmaları temsil eden “Türkü formunda beste” ya da “Beste Türkü” gibi yeni kavram ve terimler bir ihtiyaçtan ortaya çıkmakta ve “halk türküsü” kavramına uymadığı için “fert türküsü”nü temsil etmekte ve bu nedenle de “Türk Sanat Müziği” ürünleri gibi folklorun dışında sayılmaktadır. Yaratıcısı belli olan bu ürünler, folklorun dışında, Türk halk müziği evine bitişik bir komşu evi olarak düşünülmeli ve asla bir çatı altında sayılmamalıdır. Çünkü tapuları farklı olup, aitlikleri de farklıdır. Biri, belli bir kişiye ait olup o kişinin duygu, düşünce, estetik değer ve sanat anlayışını sunarken, diğeri yani halk müziği ürünü olan bir halk türküsü belli bir kişiye ait olmadığı için halkın ortak duygu, düşünce, estetik değer ve sanat anlayışını sunar. Onun aitlik hanesinde ilk yaratıcısı olan bir fert değil, sadece “Halk” yazar, “Anonim” yazar. Bu da pek tabii üretim, yaratım, yakım; başka bir ifadeyle ürünü ortaya ilk çıkarım bağlamındadır. Anonim bir türkünün yani halk türküsünün son taşıyıcıları kayıtlanırken günümüzde genellikle “Kaynak kişi” terimi kullanılmaktadır. Şüphesiz kaynak kişi o ürünü ilk çıkaran değil, sadece taşıyandır. Eskiden beri bu türküleri kaynak kişilerden derleyenler de “Derleyen” olarak kayıtlarda yer almışlardır. Kaynak kişiler, TRT notalama sürecinde “Kimden Alındığı” ifadesiyle anılmışlardır. Muzaffer Sarısözen zamanından bu yana süregelen bu uygulama TRT THM notaları üzerinde açıkça görülmektedir.

Sonuç olarak yaratılış bağlamında türküler halk bilimi bakış açısından artık kesin çizgilerle iki grupta toplanmaktadırlar. 1- Halk Türküleri 2- Fert Türküleri (Ya da Ferdî Türküler)

Halk türküleri geleneksel ve kuşaktan kuşağa aktarılan anonim ürünleri temsil ederken fert türküleri ya da ferdî türküler “Türkü formunda beste”leri ya da “Beste türkü”leri kapsamına almaktadır. “Âşık tarzı” ise Edebiyatta olduğu gibi kendine özgülüğü ile bu ikisi ile ilişkili bir yapıyı temsil etmektedir. Müziği yönüyle anonim olana bağlı, söz itibarıyla ferdî olana bağlı bir yapı arz etmektedir. Bu haliyle bu üç yapıyı bir benzetme ile şöyle özetleyebiliriz:

Bu üç farklı yapı bir mahallede aynı çatı altında olmayan, tapuları başkalarına ait ve birbirine bitişik üç komşu ev gibi görünmektedir. Bu üç komşu evin sol tarfta olanı “halk türküleri”ni ortada olanı (deyiş, semah, nefes vb.) âşık tarzı ürünlerini, sağ tarafta olanı ise “fert türküleri”ni yani “türkü formunda besteler”i, türkü benzeri “piyasa şarkıları”nı vb. ürünleri barındırmaktadır. Soldaki ev ile sağdaki ev sakinleri folklordan ötürü birbirlerine “küsülü” olduklarından gidip gelmezlerken, ortadaki evin sakinleri soldaki ve sağdaki komşularına sık sık gidip gelmektedirler. Aslında her üç evin sakinleri ayrı ayrı çok değerli olup kültürel mirasımızı temsil etmektedirler. Birbirinden üstün değil, sadece birbirinden farklıdırlar. Bu farkı anlamada terazimiz “folklor” yani “halk bilimi/halk bilgisi”dir. Müzikoloji ve etnomüzikoloji disiplinleri açısından da durum benzer olup bu disiplinler bir yandan bu ürünlerin diğerlerinden üstünlüğünü değil; farklılığını ve benzerliğini araştırırken diğer yandan onları üreten halkı ya da kişileri müzikal davranışları bağlamında tanımaya çalışmaktadır.

Sonuç olarak yaratılış bağlamında:
1- Halk türküsü
2- Fert türküsü vardır.

Âşık tarzı bu ikisi arasında olup deyiş, nefes, semah, güzelleme vb. adlarla anılırlar Son dönemlerde karşılaştığımız türküler yaratılış bağlamında incelendiğinde, halk türküsü ve fert türküsü ayırımı kaçınılmaz olmaktadır. Allı Turnam türküsünün bir halk türküsü olarak söz-müzik anonimliğine ve halka aitliğine karşılık, Hadi Gali Sen De Gel türküsünün fert türküsü olarak söz ve müziğinin Hamit Çine’ye aitliği tartışmasızdır, noter tasdiklidir ve MESAM kayıtlı olup bu kurumca koruma altındadır. Âşık Edebiyatı ürünlerinin son dönem örnekleri incelendiğinde tıpkı fert türküsü niteliğinde âşık tarzı örneklerin de bulunduğu, müzik açısından fertlere ait örneklerin de üretildiği görülmektedir. Bu durum türkülerde yaptığımız genel sınıflandırma dışında olup âşık tarzı içinde çözümleme gerektirmektedir. Bir başka ifadeyle, âşık tarzı ürünler de müzik açısından yaratılış bağlamında iki kısımda tasnif edilebilirler:

1- Müziği anonim olanlar
2- Müziği ferdî olanlar (fert türküsü gibi).

Şu halde genel tasnifimiz şöyle özetlenebilir:

Türküler:
1- Halk Türküsü 2- Fert Türküsü

Âşık tarzı ürünler:
1- Müziği anonim olanlar 2- Müziği ferdî olanlar
Şeklinde tasnif edilebilirler.
____________________________________
* TRT İzmir Radyosu THM Ses Sanatçısı
1 Bkz. Cemil Demirsipahi, Türk Halk Oyunları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları:148 Ankara, 1975.
2 Bkz. Yard. Doç. Dr. Sait Evliyaoğlu - Şerif Baykurt, Türk Halk Bilimi, Ofset Matbaacılık, Ankara, 1987. s. 25.
3 Prof. Dr. şükrü Elçin, Halk Edebiyatı Araştırmaları 1, Akçağ Yayınları, 2. Babkı, Ankara, 1997, s.2.
4 Fuad Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, No: 18, Ankara, 1976, ss. 174 - 255.
5 Geniş bilgi için bkz. Hüseyin Yaltırık, “Trakya Bölgesi Tasavvufî Halk Müziğinde Güfte-Beste İlişkisi” E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Doktora tezi), İzmir, 2000, s.1.
6 Elçin, a.g.e., s.4.
7 Burada ‘lehçe’ tabiri bilerek kullanılmıştır. Çünkü Azerî lehçesi de Anadolu lehçesi de Türk Dilinin birer lehçesidir. Lehçe bir dilin farklı coğrafyalarda kullanım farklılığını ifade eden bir terimdir. Şive, bir dilin aynı lehçesi altında geniş bölgelerdeki kullanım farklılığını ifade eden bir terimdir: Ege şivesi, Karadeniz şivesi, Rumeli şivesi vb. Ağız ise, bir şivenin kullanıldığı yerlerde dilin kullanılmasındaki daha küçük farklılıkları ifade eden bir terimdir. Meselâ belli bir şive ile konuşulan Ege’de Denizli ağzı ile Muğla ağzı farklıdır. Karadeniz şivesi içinde Trabzon ağzı ile Rize ağzı farklıdır. Rumeli şivesi ile konuşulan yerlerde meselâ Gümülcine ağzı ile Kırcali ağzı, Üsküp ağzı ile Prizren ağzı birbirlerinden çok farklıdır. Gümülcineli bir kimse”Getir mari sufraları kuralım burayı, ağacın köküne de bürekleri yeyelim” derken, Prizrenli birisi “Cetir more sofralari çuralım buraya, agacın çüküne da bürekleri yiyelım” der. Makedonya’da bir Üsküplü ise bu cümleyi çöyle söyler: “Getır mori sofralari kuralım buraa, agacın köküne da böreklerı yiyelım”.
 ‘Sümmani ağzı’ gibi tanımlar ise daha çok bir aşığın üslup ya da tavrını (biçemini) ifade için kullanılmıştır. O ustanın çalış-söyleyiş stilini (tavrını) tanımlamak ve kullandığı ezgi tipini belirtmek için yeğlenen bir deyimdir. Edebiyattan çok müziğin icrasına yönelik bir biçemi tanimlar.




Hoşgeldiniz