100. doğum yılında Azerbaycan’lı Bestekâr Niyâzi (1912-84) ve Türkiye müzik kültürü… Dr. Suraya Ağayeva (*)


Toplam Okunma: 8792 | En Son Okunma: 10.10.2024 - 08:08
Kategori: Değerlerimiz

“Niyazi (2) ve Türkiye’nin Müzik Kültürü” konusu geniş bir araştırma alanıdır. Böyle bir konunun açıklanması için Niyazi’nin yalnız 1960 - 70′li yıllarda Türkiye’de yönettiği eserlerin seslendirilişini hatırlamak yeterli değildir. Niyazi gibi önemli bir şahsiyetin etkinliklerini doğru olarak değerlendirmek için şu hususları göz önüne almak gerekir: 1. Niyazi’nin Türkiye’de bulunduğu dönemdeki tarihi, siyasi, kültürel ve toplumsal ortam; 2. Konserlerin düzenlenmesinde ve eserlerin seçiminde öngörülen temel ölçütler…

3. Türk bestecilerinin yapıtlarını yorumlama sorunu; eserlerin ilk seslendirilişi; Türk müziğinin Türkiye dışında tanıtımı;
4. Türkiye’de, Azerbaycan, Batı ve Rus bestecilerinin eserlerinin icrası;
5. Ankara ve İstanbul’da sahneye konulan bale ve opera eserlerinin yorumlanması;
6. Bu temsillerde Niyazi’nin rejisör ve sanat yönetmeni olarak çalışmaları;
7. Türk Halk Müziği ve folkloru hakkındaki düşünceleri;
8. Türkiye’deki icracılık (vokal, çalgısal, orkestra şefliği) sanatı üzerine olan etkisi;
9. Öğreticilik faaliyetleri;
10. Niyazi’nin yaratıcılık ve insanî özelliklerinin incelenmesi.

Konunun genişliğinden dolayı, bu makale yalnızca Niyazi’nin yaratıcılığı üzerine biraz bir ışık tutma amacını gütmektedir.


A.A.Saygun ve Azerbaycan’lı besteci Niyazi

Niyazi’nin, çağdaş Türk müzisyenleriyle ilk teması, 1963 yılında Ahmet Adnan Saygun (1907-1991) ile Ulvi Cemal Erkin’in (1906-1972) eserlerinin Bakü’de verilen konserleri sırasında oldu. Bu konserlerde, Saygun’un, 3. Senfonisi ile Piyano Konçertosu ve Erkin’in, 2. Senfonisi ile Keman Konçerto’su Azerbaycan dinleyicilerine dinletildi. (3)

Saygun Senfonisi’nin bu bir ilk seslendirilişi olduğundan, bu konser gerek besteci, gerek Türkiye’nin genel müzik kültürü adına önemli bir tarihi olay oldu. Niyazi, konser programına almadan önce Saygun’un bu yeni eserini ünlü Azerbaycan bestecisi Gara Garayev (1918-1982) ile birlikte titizlikle incelemiş ve çağdaş bestecilik tekniğine sahip, üstat bir sanatçıyla karşı karşıya olduğuna emin olmuştu. (4)

Türk bestecilerinin Bakü’deki konserleri büyük bir başarıyla geçti. Saygun ve Erkin bu başarıyı Niyazi ile paylaştılar ve ona karşı minnettarlıklarını bildirdiler.

Bir orkestra şefinin başarı derecesi, onun herhangi bir bestecinin duygu ve düşüncelerini dinleyiciye net bir şekilde aktarmasıyla ölçülür. Sıra dışı bir orkestra şefi olan Niyazi, çok defa yönettiği eserlerde bestecinin bile farkına varmadığı anlam ve güzellikleri ortaya çıkararak dinleyiciye sunar ve böylece belli bir anlamda eserin ortak bir yazarı konumuna gelir. Niyazi’nin bu özelliği, Türk bestecilerinin kendi eserlerinin yorumunu bütünüyle ona bırakmalarına sebep olmuştur. Türk bestecilerinin kendileri de bunu defalarca itiraf etmiştir. Örneğin, 3. Senfoni’sinin provaları sırasında salonda bulunan Saygun’a görüşlerini soran Niyazi’ye onun yorumu ile Senfoni’sinin düşündüğünden daha güzel seslendirildiğini ifade eder.

Saygun ve Erkin konserlerinin Moskova’da bir başka orkestra şefin yönetiminde yapılması planlanmıştı. Fakat Saygun ve Erkin’in ısrarları üzerine konserleri yönetmek için Bakü’den Niyazi davet edildi. Konser düzenleyicileri, Saygun’a kendi senfonisine şeflik etmesini teklif etmişlerse de Saygun, Niyazi olan bir yerde başka birisinin, hatta eser sahibinin bile şeflik etmesinin mümkün olmadığını bildirmişti.

1963 yılında Moskova Konservatuarının büyük salonunda düzenlenen konser bir Türk müziği şölenine dönüştü. Konser canlı olarak fonograf plaklarına kaydedildi ve bu Türk bestecilerinin Moskova’daki ilk gramofon kayıtları oldu. Moskova’nın tanınmış musikicileri çağdaş Türk müziğini büyük bir ilgiyle karşıladılar. Bu olay, Türk kültürünün tanıtımı ve yaygınlaşmasında büyük bir önem kazandı.

Moskova konserindeki dinleyiciler arasında ünlü Türk şairi Nazım Hikmet’in (1902-1963) bulunması bu konsere özel bir önem kazandırdı. Niyazi ile N. Hikmet, 1960’lı yıllarda çağdaş Azeri bestecisi Arif Melikov’un “Muhabbet Efsanesi” balesi üzerinde çalışırken tanışmış ve bu tanışıklık ömür boyu süren bir dostluğa dönüşmüştü. O günleri anarken, Niyazi, Nazım Hikmet’in sahne arkasına gelerek “Nerde benim Aslanım?” diyerek kendisini aradığını yazar. N. Hikmet, Niyazi’yi ve okul arkadaşı Saygun’u kucaklayarak onları bu başarılarından dolayı tebrik etti.

Konserden sonra, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Fahri Korutürk (sonradan Türkiye Cumhurbaşkanı oldu) Niyazi, Saygun ve Erkin’in şerefine bir resepsiyon verdi ve onları tebrik etti. Arkasından, Niyazi 1963 yılında, büyük bir konser programı ile Türkiye’ye davet edildi.

O dönemde, Sovyetler ile Türkiye arasındaki ilişkiler, bugünküne göre çok farklı ve karmaşıktı. Sovyetlerin “Demir Perde” siyaseti ve Türkiye’deki askeri darbeler, Azerbaycan ve Türkiye’nin iki kardeş halklarını birbirinden uzak tutmaktaydı. Fakat ülkeler arasında gittikçe gerçekleşen açılımlar, kültürel bağların gelişmesine yol açtı.

Bu ilişkilerin olumlu yönde ilerlemesinde, Niyazi’nin de hem bir sanatçı ve hem de vatansever bir Azerbaycan vatandaşı oluşunun büyük bir payı vardır. Yıllar sonra Bakü’de bir konser turnesinde bulunan Türk orkestra şefi Hikmet Şimşek (1924-2001), Niyazi hakkında şunları söylemişti: “Niyazi Türkiye ve Sovyetler Birliği arasındaki buzları eritebilmiştir. O, kendi sanatı ile ülkelerimiz arasında uzun yıllar kapalı kalan kapıları açmıştır.” (5)


Niyazi ve Necil Kazım Akses

1925-1930’lu yıllarda Paris’te ve Avrupa’nın diğer kültür merkezlerinde profesyonel müzik eğitimi almış ilk beş Türk bestecisi - Cemal Reşit Rey (1904-1985), Hasan Ferit Alnar (1906-1978), Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses (1908-1999) - 1960-70 yıllarda artık tanınmış birer musikiciydiler. Onların ardından yeni bir besteci kuşağı yetişmeye başlamıştı. Türkiye’de senfonik eserlerin icrası için üst düzey orkestra şeflerine ihtiyaç vardı. Bu soruna değinen besteci ve müzik uzmanı Bülent Tarcan bir makalesinde şöyle yazar: “Bizim kendi Adnan Saygun’umuz var, fakat ne yazık ki kendi Niyazi’miz yoktur”. (6)

Niyazi, Sovyetlerden Türkiye’ye gelen ilk orkestra şefi idi. Türk Kültür adamları, kamu yöneticileri, hatta sıradan Türk vatandaşları bile Niyazi’nin Azerbacanlı olduğunu öğrenince onunla daha çok ilgilendiler. Musikiciler ve dinleyiciler her fırsattan istifade ederek Niyazi’ye Azerbaycan kültürü ve edebiyatına ilişkin çeşitli sorular sormaktaydılar. Niyazi kendi geniş bilgisi, yeteneği ve Türk halkına beslediği samimi duygularından dolayı Türk toplumunun sevgi ve saygısını kazanmıştı.

İlk gelişinden itibaren geniş ve zengin bir program sunmak gayretinde olan Niyazi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Ankara Opera ve Balesi ile dünya klasikleri ve Azerbaycan, Türk bestecilerinin eserlerinin konser ve tiyatro temsillerini verdi. Böylelikle, P. Çaykovski’nin Dördüncü Senfonisi ve “Romeo ve Juliet” Fantezi Uvertürü, A. Borodin’ nin “Prens İgor” operasından “Kıpçak dansları” (Poloveç Dansları), H. Venyavski’nin Keman Konçertosu (solist: Orkestranın Başkemancısı Oktay Dalaysel), ve A. Saygun’nun Üçüncü Senfonisi ve Piyano Konçerto’su büyük bir ustalıkla icra edildi.

Bu konser programlarına Türk basınında geniş yer veriliyordu. Niyazi’nin eserlerini ustalıkla yorumladığını belirten Adnan Saygun, duyduğu zevk ve hayranlığı ve içtenlikle teşekkürlerini yazdı.

Müzik eleştirmeni Orhan Tanrıkulu, P. Çaykovski ve A. Borodin’in yapıtlarının bu derece parlak ve canlı bir şekilde bundan önce seslendirildiğini işitmediklerini ve Niyazi’in icrası sayesinde asıl Rus müziğini duyduklarını yazdı. (7)

Niyazi, Ankara Operası’nda, P. Çaykovski’nin “Yevgeni Onegin” operasını ve “Uyuyan Güzel” balesini büyük bir ustalıkla yorumlayarak sahneye koydu.

Müzikli tiyatro alanındaki büyük tecrübesinden dolayı Niyazi, şefliğinin yanı sıra bir tiyatro rejisörü ve bir genel sanat yönetmeni gibi çalışarak, solistler, koro ve orkestra arasında uyumlu bir anlaşma ortamı oluşturdu.

Azerbaycan orkestra şefinin çeşitli yıllarda İstanbul, Ankara ve Konya’da verdiği konserler, tiyatro temsilleri Türkiye’nin önemli kültür olayları haline geldi. Niyazi’nin yönettiği konserlere ünlü sanatçılardan, Türk piyanistleri Ayşegül Sarıca ve İdil Biret, opera sanatçısı Suna Korad, kemancı Suna Kan ve Oktay Dalaysel ve ecnebi solistler iştirak ettiler. Senfonik orkestra ile Wolfgang Amadeus Mozart, Richard Wagner, Ludvig van Beethoven’in yapıtlarının yanı sıra Fikret Amirov’un “Azerbaycan Kapriççio”su, Sultan Hacibeyov’un “Orkestra için Konser” eseri, Niyazi’nin “Rast” Senfonik muğamı ve “Terekeme” senfonik raksı icra edildi.

Türkiye’de çok sevilen Piyotr Çaykovski’nin “Yevgeni Onegin”, “Maça Kızı” ve Giuseppe Verdi’nin “Aida” operalarının yorumu müzikseverlerin özel ilgisini çekti.

Niyazi’den önce, bir İtalyan orkestra şefi ve bir İsviçre tiyatro yönetmeni “Yevgeni Onegin” operasını İstanbul’da gösterime sunmuşlarsa da bunlar başarısız geçmişti. Bu temsil hakkında basında olumsuz, eleştirel yazılar yayımlanmıştı. (8)

İstanbul’da “Yevgeni Onegin” operasının 1965 yılında yeniden sahnelenişinde Niyazi, bu eserin dramaturjisini kavrama ve bu müziğe özgü olan özellikleri etkin bir biçimde sunma becerisini gösterdi.

Niyazi, 1966-1967 yıllarında, P. Çaykovski’nin “Maça Kızı” Operasının sahnelenmesiyle ilgili olarak tekrar Ankara Operasına davet edildi. Büyük bir başarı kazanan bu temsile dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da teşrif etmiş ve Niyazi ile birlikte tüm sanat ekibini tebrik etmişti. Basın bu temsili, Türkiye tiyatrosu için önemli bir olay ve Türkiye - Sovyetler Birliği arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilmesi yönünde önemli bir etkinlik olarak değerlendirdi.

Bu başarılarından sonra, Niyazi defalarca Türkiye’ye davet edildi. 1973 yılında, bir buçuk sene Ankara Opera’ sının Sanat Yönetmeni ve Orkestra Şefliği görevlerinde bulundu.

1973 yılında, Niyazi yönetiminde G. Verdi’nin “Aida” operasının sahnelenişi gerçekleştirildi. Basın, bu temsili “mevsimin en iyi oyunu” adına layık gördü. (9) Yeri gelmişken, operanın başkahraman Radames rolüne, Azerbaycan’ın ünlü opera sanatçısı Lütfiyar İmanov’un çıktığını söyleyelim.


Niyazi - Tenor Lütfiyar İmanov - Gürer Aykal

Bu konserler ve temsiller, Türkiye’nin müzik hayatının zenginleşmesinde, dinleyicilerin dünyanın müzik eserlerini tanımasında ve müzik kültürünün gelişmesinde olumlu bir rol oynadı. Türk musikicileri için de Niyazi ile yapılan çalışmalar büyük bir önem arz etmekteydi. Provalar sırasında Niyazi’nin yaptığı açıklamalar, icracılık örnekleri, musikicilerin de itiraf ettiği gibi, bir profesyonel olgunlaşma okulu gibiydi. Niyazi’nin büyük bir öğretmen olduğunu Türkiye’nin önemli kültür adamları, besteci ve icracıları yazılı ve sözlü olarak ifade ederler. Bunlar arasında, bestecilerden Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, Bülent Tarcan, orkestra şefi Gürer Aykal, opera solistlerinden Ayhan Baran, Yıldız Tumbul, Müfide Özgüç, Erol Uraş, orkestra musikicisi Özer Sezgin, gazeteci Hayati Asılyazıcı ve diğerlerinin adı anılabilir.

1973 yılı, Türkiye’nin müzik hayatındaki önemli olaylarla zengin bir dönemdi. O yılın Temmuz ayında İstanbul’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 50’nci Yıldönümü kutlamaları dolayısıyla Uluslararası Müzik Festivali yapıldı. Niyazi’nin şefliğinde, Adnan Saygun’un yeni bestelediği “Köroğlu” Operasının ilk sahnelenişi yapıldı ve Ankara ile Konya’da “Yunus Emre” Oratoryosu icra olundu.

Saygun, röportajlarının birinde kendi operası hakkında şunları söylemişti:
“Köroğlu bizim ortak kahramanımızdır. Ben bu operayı yazarken hep Niyazi’yi düşünürdüm, çünkü yalnız onun bu operayı en iyi şekilde sunabileceğini biliyordum. Büyük bir sevinç hissi ile söyleyebilirim ki, benim bu arzum şimdi gerçekleşti.” (10) Saygun’un söylediğine göre, Niyazi’nin bu opera üzerindeki çalışma tarzı hayret vericiydi. Daha önce hiç görmediği 800 sayfalık opera notalarını çok dikkatle inceleyen, birçok yerine işaretler koyan Niyazi, sanki notaları ezberlemişti. Eserin sahnelenmesinde ve provalar esnasında Niyazi orkestra müzisyenleri ve opera sanatçıları ile çok dikkatli bir şekilde çalıştı ve kısa bir zamanda operanın temsilini hazırladı. Açık sahnede temsil edilen operanın dekorasyonuna da Niyazi kayıtsız kalmamış ve Saygun’un dediğine profesyonel bir ressam düzeyinde öneriler vermişti.

Operanın başarısıyla ilgili olarak Saygun, Ankara ve İstanbul Televizyon’ unda şunları söylemişti: “Ben bütün demek istediklerimi notalara aksettirdim. Ondan sonrakiler büyük dostum Niyazi’ye ve diğer arkadaşlara aittir. Şurasını belirtmek isterim ki, Niyazi benim eserimi benden iyi anlamış, benim düşünmediğim şeylere dikkat etmiştir.” (11)

Niyazi de bu opera üzerinde çalışmaktan zevk aldığını bildirmişti. Onun bu operaya karşı olan özel ilgisi, Köroğlu Destanının hem Azerbaycan ve hem Türkiye halklarında doğmuş olmasından ileri gelmekteydi. Türk basınına yaptığı açıklamalarda şöyle dedi: “Yakınlarda biz de dahi bestekâr Üzeyir Hacıbeyov’un, “Köroğlu” adlı operasının 1000’ci temsilini gerçekleştireceğiz, şimdi ise ben Türkiye’de Saygun’un “Köroğlu” Operasının ilk sahnelenişini hazırlamaktayım. Bu oyunu Türk izleyicileri ve festivalin konukları sabırsızlıkla bekliyorlar. Artık şimdiden tiyatro gişelerinde bütün temsil biletlerinin satılıp bitmesi operaya gösterilen ilginin bir ispatıdır.” (12)

Saygun ile Niyazi’nin diğer bir ortak çalışması “Yunus Emre” Oratoryosu üzerine oldu. 1946 yılında yazılan bu eser, 13üncü yüzyı¬l sufi şair Yunus Emre’nin hayatı ve felsefi görüşlerini yansıtan şiirleri üzerine bestelenmiştir. Bu başarılı eser çeşitli zamanlarda Amerika, Fransa, Macaristan ve Türkiye’de icra edildi. Eseri yorumlayan orkestra şefleri arasında Amerikalı şef Leopold Stokowski’nin adını özellikle kaydetmek gerekir. Çok beğendiğinden dolayı, Stokowski bu eseri kendi ünlü orkestrasıyla defalarca seslendirmişti. Eserin bu başarısı, eserini annesine adayan Saygun’u, “Anneme” sözünün yanına “ve Stokowski’ye” sözlerini yazmağa sevk etti. (13) Saygun eseri üzerinde birkaç kez düzeltmeler yapmış, orkestra şefi olarak yönetmiş ve fakat oratoryonun seslendirilişi kendisini tam olarak tatmin etmemişti. Azerbaycanlı orkestra şefi Niyazi’nin yorumu ise bu esere “yeni bir hayat verdi.” Ankara Opera’sının yöneticisi ve oratoryonun solisti olan Ayhan Baran’nın bu sözlerini, çeşitli gazetelerde yazılan olumlu görüşler doğrulamaktaydı. Ankara’daki konserden sonra Saygun, AzTac’ın muhabiri Asıldar Hüseyinov’a şunları demişti: “Ne zaman ki, eserim Niyazi’nin elindedir, ben çok rahat ederim. O, yalnız eserlerimi çok doğru yorumlamakla kalmıyor, hatta onları zenginleştiriyor. Bu gün de ben aynı şeyin şahidi oldum.” (14)

Stokowski ile Niyazi’nin yorumları arasındaki önemli farkı besteci şöyle izah etti:

“Stokowski, istidatlı bir musikici olarak eserin en iyi bir seslendirilişi için elinden geleni yaptı. Niyazi ise sadece bir musikici olarak değil, hem de bir insan olarak esere yanaştı.” (15) Niyazi, Yunus Emre’nin şiirlerinin derin anlamını ve felsefesini kendi icrasında ortaya çıkardı. Saygun, Niyazi ile ruhça çok yakın olduklarını söylemişti. Onun dediğine göre, Niyazi oratoryo’yu (diğer eserlerde olduğu gibi) o kadar yürekten icra ederdi ki, onu artık kendi eseri gibi duyar ve ister istemez oratoryo’ya kendi şahsi dünya görüşünü ve yorumunu dâhil ederdi. Örneğin Niyazi, eserin son koral bölümündeki seslerin gürlük derecesini değiştirerek bu kısmı farklı bir biçimde icra etmişti. Niyazi, Yunus Emre’nin ve genellikle insanın ölümünü “çaresizlik” ve “hayatın sonu” olarak değil, “ebediyete kavuşması” gibi sunmağa çalışır ve bunu ilginç bir müzik çözümü ile ustalıkla dinleyicilere ulaştırırdı.

Yunus Emre Oratoryo’sunun solistlerinden ve hâlihazırda vokal sanatı hocası olan Profesör Müfide Özgüç, benimle olan bir sohbetinde, Niyazi’nin yorumunun diğer bir önemli farkını şöyle anlattı: “Oratoryonun solo olarak icra edilen yerlerinde çok kısa, serbest ritimli motifler vardır. Niyazi, ortaçağ geleneksel müziğinin ruhunu daha belirgin bir şekilde aksettirmek için, partisyonda gösterilmemesine rağmen, söyleyicilerin bu motifleri içten gelen isteklerine göre, doğaçlama tarzında icra etmelerini istedi. O, böylece sanatçılara serbest, yaratıcılık olanağını verdi. Bununla birlikte, Niyazi’nin güçlü ritim ve form hissi ve sağlam şeflik tarzı eserin bütünlüğünü koruyordu. Müfide hanımının dediğine göre provalar ciddi bir profesyonelliğin yanı sıra hoşgörülü bir ortamda yapılıyordu. Bu olumlu yaratıcı ortam, başarılı sonuçlar için sağlam bir zemin oluşturuyordu. Özgüç, Niyazi’nin bu güzel yorumunu diğer orkestra şeflerinin ne yazık ki tekrarlamayı bilemediklerini söyledi. Üst düzeyde ve çok yönlü bir sanatçı olan Niyazi çalışmalarını sadece Oratoryo’nun müzik kısmı ile sınırlamıyordu. Eserlerin sahneye koyulmasındaki bütün diğer konularla da yakından ilgileniyordu. O zaman, Ankara Opera’sının Müzik Direktörü görevlisi olan Niyazi, koro ve solist sanatçıların dış görünüşlerine de dikkat ederdi. Özgüç’ün söylediklerine göre Niyazi ince zevkli bir insandı. O, koro ve solistlerin sahne kıyafetlerinin tarz ve renk seçilmelerini yapar, temsillerin bir bütünlük ve olumlu bir tesir bırakması için çaba gösterirdi.”

Eski kentlerinden biri olan Konya’da, müzik grubu Oratoryonun icrasını özel bir heyecanla bekliyordu. Konya’da böyle bir etkinliğin gerçekleşmesi hiç de kolay bir iş değildi. Bir taraftan, dindar ve muhafazakâr bir merkezde, sufi şair Yunus Emre’ye adanmış bir eserin seslendirilişi o mekâna uygun gibi görünmekteydi. Diğer taraftan, yerli dinleyici toplumu, çağdaş, çoksesli ve Batı tarzında yazılmış bir müzik eserinin icrasına o zamanlar henüz alışık değildi. Niyazi, her zaman olduğu gibi bu konseri de büyük bir sorumluluk hissi ile hazırladı ve Saygun’la beraber eserin dramatik hattını kesinleştirdi. Bu arada Emre’nin çağdaşı ve büyük şair ve düşünür Celaleddin Rumi’nin türbesinin ziyareti, Niyazi’ye Yunus Emre’nin yaşadığı devre daha derinden nüfuz etmesine yardımcı oldu.

Konya’da, Yunus Emre Oratoryosunun dinleyiciler tarafından coş¬kuyla alkışlanması Saygun-Niyazi sanatçılığının büyük başarısıydı.

Niyazi’nin, Türkiye müzik adamlarıyla başarılı yaratıcılık işbirliği çoğu zaman aralarında oluşan kişisel dostluk ve ailevi ilişkilerle kuvvetlenirdi. Birçok besteci ve sanatçılar, Niyazi’nin ve sadık ve şefkatli hayat yoldaşı Hacer Hanımın samimiyet ve konukseverliğine tanıklık etmişlerdi. Bunlar arasında, Saygun’la olan dostluğu özellikle belirtilmelidir. Niyazi, Saygun’a bir besteci ve bir insan olarak yüksek değer verirdi. Hatta, Saygun’nun yaptığı hizmetlere yakışır, yeterli bir şekilde değerlendirilmediği kanaatindeydi. (16)

1977 yılında İstanbul’da, Saygun’un 70. yıl jübilesi yapıldı. Şahsen katılamadığı bu etkinliğe Niyazi bir tebrik telgrafı göndermişti. Bu telgrafın metni Saygun’un jübile konserinin programında basılmıştı: (17)

“Sanat dostum, can kardeşim, Türk musikisinin ağsakkalı! Kim diyor ki, “yetmiştir?”Ben diyorum: “yetmemiştir!” (18) Bir dörd senfoni daha yaz, çünkü senin her bir senfonin Anadolu’ nun bir parçasıdır: onun tarihi, onun kahramanlığı, onun hayatı, onun manevi hazinesidir. Bu musiki hazinesini müzikseverlere geniş yüreğinle bağışla, insanlara sevinç getir. Onu bil ki, senin partisyonlarına dağılmış inciler dünyanın önde gelen musikicilerine yeni bir musiki sayfasını açar..

Seni candan kutlar ve sevgimi “Köroğlu”nda gösterirem. Yine de Hey, Hey…” (19)

Niyazi’nin yalnızca şeflik faaliyetleri ile değil, aynı zamanda verdiği röportajlarla, çeşitli resmi ve özel görüşmeler ve toplantılara katılışı ve yaptığı sunumlarla da dikkati çekmiş olduğunu belirtelim.

Sunumlarda Niyazi’nin değindiği konular: Türkiye ve Azerbaycan müzik kültürünün geçtiği gelişim yolları ve ortak tarihi evreler; bestecilerin yaratıcılığında halk musikisinin tuttuğu yer; eserlerde halk şarkılarının işlenişi; bazı çağdaş akımların eleştirisi ve öneriler; musiki eğitim sistemi; şeflik sanatının özellikleri ve diğer çeşitli güncel konulardı. Kısa da olsa bu sunumlar, derinlikleri ve bir musikişinas bildirileri olarak önem taşır.

Niyazi, Saygun’un “Köroğlu” operasını ve Üzeyir Hacıbeyov’un “Arşın Mal Alan” operetini Türkiye’de sahnelemek ve “Ankara - İstanbul - Ankara” adlı kitabını tamamlamak arzu ettiyse de, ne yazık ki, bunları gerçekleştiremedi.

Türk gazetecisi ve tiyatro eleştirmeni H. Asılyazıcı, S. Kerimovun “Olağanüstü Yetenekli Bir Büyük Sanatçı” adlı kitabına yazdığı önsözde şunları yazmıştır:

“Sovyet sanatçısı Azerbaycanlı Niyazi, günümüz orkestra şefleri arasında birçok özellikleriyle önde gelen şeflerdendir. Bir psikologdur. Bir pedagogdur. Bir büyük üstaddır. Büyük istidadı vardır. Klasik ve modern bestecilerin eserlerini çağdaş yorumlarla icra eden büyük virtüözdür. (…) Çağının bütün müzik çağrışımlarından sentezler yapan sanat ve insanüstüne bilgisi geniş olan bir yetenektir. Öyle sanıyorum ki Niyazi doğu ve batı müziğini en iyi bilen şeftir. (…) Azeri müziği ve Sovyet müziğinin gelişmesinde katkısı büyüktür”.

Tanınmış orkestra şefi ve Sovyetler Birliği Halk Sanatçısı Veronika Dudarova (1916-2009) anılarında Niyazi hakkında şöyle yazar: “Türkiye’de bulunduğumda Türk meslektaşlarım aslen Bakü’den olduğumu öğrendiklerinde mutlaka Niyazi’den söz açar, onun büyük bir maestro, Türkiye’de çok sevilen şef ve güzel bir insan olduğunu belirtirlerdi”.

Son olarak, şimdi “Bir Millet, İki Devlet” dediğimiz Azerbaycan - Türkiye ilişkilerinin yüksek bir düzeye çıkmasında Niyazi’nin eşsiz bir rolünün olduğunu bir kez daha belirtelim. Türkiye’de çok büyük başarıyla çalışan ilk Azerbaycan (ve SSCB) orkestra şefi ve bestecisi Niyazi olmuştur. Özellikle 1963-73 yılları arasında Türkiye’de çalıştığı dönemlerde, dost ülkenin müzik kültürünün zenginleşmesi ve gelişmesinde ve özellikle de karşılıklı ilişkilerin pekiştirilmesinde büyük hizmetleri olmuştur. Niyazi yalnızca dâhi bir orkestra şefi değil, büyük bir insan olarak tarihte yeri olan bir Azerbaycan ve dünya müzik kültürü elçisidir.


Azerbaycan’lı Bestekâr Niyâzi

Azerbaycanlı şef ile Türk sanatçıları arasındaki yaratıcılık bağlarının incelenmesi ve Niyazi’nin Türkiye müzik kültürünün gelişmesine olan katkılarının değerlendirilmesi müzikolojinin önemli görevlerdendir.
_________________________________
(*) Prof.Dr. Suraya Ağayeva – Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Mimarlık ve Sanat Enstitüsü, Müzik Tarihi ve Teorisi Bölümü Baş Bilimsel Uzmanı.
(2) Niyazi Zülfükar oğlu Tağızade-Hacıbeyov – Azerbaycan’lı orkestra şefi ve besteci (1912-1984).
(3) Sabir Kerimov. Niyazi. Bakü, 1982, s. 56.
(4) Niyazi. “Halk Müziği Hakkında”, Maestro Niyazi kitabında (hatıralar, makaleler, mektuplar). Düzenleyenler: H. Hacıbeyova, A. Hüseynov. (Rusça). Bakü, 1987, s. 239.
(5) Hacer Hanım Hacıbeyova. “ Hayat Yoldaşım hakkında…” Maestro Niyazi kitabında, s. 38.
(6) S. Kerimov. Niyazi, s.72
(7) Adı geçen eser, s. 58.
(8) Adı geçen eser, s. 61
(9) A. Hüseyinov. “Maestro Niyazi hakkında”, Maestro Niyazi kitabında, s. 173.
(10) Yine orada s. 176.
(11) A. Hüseyinov. “Maestro Niyazi hakkında”, Maestro Niyazi kitabında, s.176
(12) Yine orada s. 175-176.
(13) N. Alekperova’nın Saygun’la röportajından, s.161.
(14) A Hüseyinov. Maestro Niyazi hakkında. Maestro Niyazi kitabında, s.176
(15) N. Alekperova’nın Saygun’la röportajından, s.163.
(16) Hacer hanım Hacıbeyova’nın anılarından, Maestro Niyazi, s. 36
(17) Bu metni bana, 2007 yılı Mart ayında, Bursa’da A. Saygun’nun 100. yıllığına yapılan Uluslararası Konferansta, Özer Sezgin sundu. İstanbul Kültür Üniversite’nin Profesörü Özer Sezgin, Niyazi’nin Türkiye’de idare ettiği orkestrada çalışmıştır.
(18) Niyazi, kelime benzerliğini kullanarak mana farklılığına işaret etmiş: “yetmiş” - 70 ve “yetmemiş” – yani “yeterli değil”.
(19) Burada Niyazi Köroğlu şarkısından bir mısraını kastediyor:”Hey hey, yine de hey hey!/Benden selâm olsun Bolu beyine!”


Suraya Ağayeva -Azerbaycan

II. YAZI:

Niyazi’nin 100. yılı anısına ebedî dostluk ve saygı:

Azeri orkestra şefi Niyazi ve Profesör Nuri Saryal (Seidzade)…

Ünlü Azerbaycan müzisyeni, orkestra şefi ve bestekâr Niyazi (1) hakkında materyal toplarken Niyazi’nin eşi Hacer Hanımın hatıralarını okudum (2).

Azeri soylu Türk bilim adamı Nuri Saryal ile Niyazi’nin dostluğu hakkındaki satırlar dikkatimi çekti. Anılarında çok samimi ifadelerle sözünü ettiği Profesör Nuri Bey ve eşi (şair ve pedagog) Neriman Hanım bizim ailemizin de saygıdeğer dostlarıdırlar. Profesör Nuri Bey, makina mühendisliği ve astrofizik alanlarında tanınmış bir uzman ve çeşitli bilimsel buluşların sahibidir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden mezun olan oğlum (elektronik mühendisi) Ferid Gülmehmet ile ortak bilimsel ilgi alanlarını paylaşmaktalar.


Nuri Saryal Seyidzâde ve eşi

Nuri Seyidzade (Saryal), 1929’da Bakü şehrinde dünyaya geldi. Çocukken ailesi ile Türkiye’ye taşındılar. Babası İsmail Seyidzade ana yurdunu unutmaması için oğlunu Azerbaycan medeniyeti, müziği hakkında bilgilendirirdi.

Aşağıda Hacer Hanımın Nuri Saryal ailesi hakkındaki hatıralarının bir parçasını ve sonra Sayın Profesör Nuri Saryal’ın Niyazi ile dostlukları hakkındaki hatıralarını aktarıyorum. Bu nadir bilgiler, Azerbaycan ve Türk halkları arasında yıllar boyunca devam eden dostluğun ve karşılıklı saygının bir göstergesidir.

Niyazi’nin eşi Hacer Hanım Hacıbeyova’nın hatıralarından:

…Çocukken Türkiye’ye gelen ve sonra büyük bir bilim adamı olarak bir süre Türkiye’nin en büyük eğitim kurumlarından, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmış olan hemşerimiz Nuri Saryal hakkında da birkaç söz söylemek istiyorum.

60’lı yıllarda Niyazi’yle beraber Türkiye’ye ilk gelişimizi hatırlıyorum. Ankara Palas otelinde kalıyorduk. Orta yaşlı bir adam, çok sempatik eşiyle beraber birden bize yaklaştı ve Azeri olduğunu söyleyip Niyazi’ye karşı duyduğu hayranlığı dile getirdi. Onlarla tanıştık: Fizik profesörü Nuri Saryal ve eşi şair Neriman Hanım. Bizi evlerine davet ettiler. Dostluğumuz böylece başladı. Sonradan biz Nuri Bey’in güzel ailesiyle defalarca görüştük. Nuri Bey, Azerbaycan Bilimler Akademisinin daveti üzerine Bakü’ye gelmişti.

Nuri Bey harikulade bir insandı çünkü sadece büyük bir bilim adamı ve yönetici değil, aynı zamanda müzikten, edebiyattan ve genel olarak sanattan çok iyi anlayan bir insandı. Evinde, Azeri müziğinin tüm türlerini içeren en iyi bir teyp ve plak koleksiyonu vardı.

Çok iyi bir aile adamı ve kendi ülkesine sevgi ve saygıyı öğrettiği yetişkin iki kızın babasıydı. Nuri Bey ansiklopedik bilgi sahibi olduğu gibi, çok iyi kalpli bir insandı. Niyazi’yi çok sever, her fırsatta onunla görüşmeye çalışır ve nerdeyse hiçbir konserini kaçırmazdı. Niyazi vefat ettiği zaman bana çok sıcak bir mektup gönderdi. Mektubunda Niyazi’ye “ağabey” bana ise “abla” diye hitap etmişti.

NİYAZİ … Profesör Nuri Saryal (Seyidzade)

Niyazi bey ve Hacer hanımla 1965 yılında, Ankara’da Çaykovski’nin Maça Kızı Operasını sahneye koymak ve yönetmek üzere gelişinde tanıştık. Tanışmamızla birlikte büyük bir dostluk başlamış oldu. Beraberinde tenor Lütfiyar İmanov’u da getirmişti, Hermann rolünü seslendirecekti. Gala gecesinden sonra Niyazi beylerin kaldığı eve gitmiş, Hacer hanımın hazırladığı lezzetli yemekleri yemiştik.

Maça Kızı Operası’na en az üç sefer gittik. Bir keresinde, operayı yönetirken şeklini çekmemi rica etti. Operaya ara verildiğinde alt kattaki maestro odasına gittim: Orkestrada çalanlar gelmiş, onlara sazlarını daha iyi çalmaları için öğütler verirken, hepsi kulak kesilmiş onu dinliyordu. İkinci kısım başladığında ben birinci kemanlar arasına konan bir iskeleye oturarak, fotoğraf makinemle resmini çekiyordum.

Bir seferinde Niyazi ve Lütfiyar’ı Orta Doğu Üniversitesi’ne götürmüştüm. Etrafı gezdikten sonra, birlikte yüksek bir binanın üst katından çam ormanı içindeki binalara baktı, çok duygulanmıştı. “Türk’ün düşmanları bu büyük eseri görünce kıskancından ölür” dediğini hatırlıyorum.

Evimizde, “Niyazi Takizade Zülfikaroğlu Hacıbeyli” şerefine akşam yemeği vermiştik, unutulmaz bir gece oldu. Üniversitemizden Rektör ve Dekanlar, davetliydi. Ayrıca Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses de davetliydi. Bir ara, Niyazi’nin yönettiği “Köroğlu” Operası plağını müzik setimden çalmaya başlamıştım. Tam Köroğlu’nun aryası başladığında, Lütfiyar müzik setini durdurdu ve canlı olarak aryayı söyledi. Pencerelerin camları titriyordu! Muhteşem bir gece oldu.

Bu vesileyle Ahmet Adnan Saygun ailesiyle aramızda bir dostluk başladı. Adnan bey beni her zaman Niyazi’nin yakın akrabası olarak bildi. O da bir Köroğlu operası bestelemişti. Niyazi’nin “çok güzel ama kimse dört saat opera dinlemez” dediğini ve Adnan beyin kısaltmalar yaptığını hatırlıyorum.

İstanbul’da bulunduğum bir sırada, Niyazi orkestrayı çalıştırıyordu. Bir koltuğa oturup dinledim, Adnan Saygun’un Köroğlu operasının müziği de şahane idi. Eser her nedense (sanırım orkestra çukurunun küçük olması nedeniyle) Atatürk Kültür Sarayı yerine, Açık Hava Tiyatrosu’nda sahnelendi. Üstümüzden geçen uçakların, sokaklardan geçen otomobillerin sesi her şeyi berbat etti. Çok merak ediyorum, bu eser şimdi nerede, neden sahnelenmiyor?

Başka bir gelişinde Niyazi Verdi’nin Aida Operası’nı yönetti, Lütfiyar gene baş rolde, Radames’i seslendirdi. Zaman çabuk geçti, Niyazi ve Hacer hanımı Ankara’da yolcu ederken, Niyazi bana sarıldı ve “Allah düşmanının önünde başını önüne eğmesin!” demişti.

1979 yılında, Almanya’dan aldığım çok güzel teklifleri reddedememiş, Haziran sonu itibarı ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi rektörlüğünden istifa etmiştim. Ancak beni bu tekliften daha çok sevindiren, Azerbaycan Akademileri Başkanı Akademik (Prof. Dr.) Hasan Abdullayev tarafından Azerbaycan’a davet edilmem oldu. Almanya’ya gitmeden önce bu daveti kabul edip Azerbaycan’a gitmeye karar verdim. Akademik Abdullayev’le daha önce tanışmamıştım, anlaşılan bu daveti hazırlayan Niyazi idi.

Mayıs ayı başında, yanıma rektör yardımcısı arkadaşım Orhan Kural’ı da alarak yola çıktık. Aeroflot uçağı ile Ankara – İstanbul üzerinden Moskova’ya uçtuk. Hava meydanında bizi Siyavuş adında genç bir asistan karşıladı. Bize bir de otomobil ve şoför tahsis edilmişti. Yabancı üniversite hocalarına tahsis edilmiş bir otele götürüldük. Dakika geçmedi Niyazi Bakü’den aradı, “hoş geldiniz” dedi. Üç gün Moskova’yı gezdirdiler. Bolşoy Tiyatrosu’nda yer kalmadığı için çok özür dilediler, onun yerine Kremlin içindeki opera binasında, şimdi hatırlayamadığım bir opera seyrettik.

Bakü hava meydanına indiğimizde çok heyecanlanmıştım; nihayet doğduğum şehiri, belki de doğduğum evi, odayı görecektim. Uçaktan indik, merdivenin ucunda Niyazi bizi bekliyordu, birbirimize sarıldık. Moskova Oteli’nde bana üç odalı bir süit hazırlanmıştı; ortadaki salonun penceresinden bakınca Bakü bütün güzelliği ile önümdeydi. Orhan arkadaşıma bitişik oda verilmişti.

Geldiğimizin ilk günü, Sayın H. Abdullayev’i Azerbaycan Akademileri binasındaki çalışma odasında ziyarete gittik. Kendisine “Türkiye” kitabını hediye ettim. İçi Türkiye’ye ait resimlerle dolu olan kitabı alan Abdullayev heyecanla “Türkiyem” diyerek, kolları arasına alıp göğsüne bastırdı.

Yanımıza, ne yazık ki adlarını hatırlayamadığım iki mihmandar verilmişti. İlk olarak Balahanski tren istasyonuna çok yakın olan, doğduğum evi, Atamın verdiği adres ve krokiden, hemen bulduk ve arkasından Azerbaycan’ı gezmeye başladık. Uçakla, otomobille Şeki, Şamahı ve daha birçok yeri gezdik, Kafkas dağlarının güzelliğine hayran olduk.

Dönme vakti gelmişti. Niyazi, otel odamdaki salonda bir veda yemeği programlamıştı. Yemeğe davet edilenler, Hasan Abdullayev, Reşit Behbutov, Azad Şerifov ve adlarını hatırlayamadıklarımla birlikte sekiz kişi olmuştuk. Ertesi sabah, hava meydanına gittik ve Niyazi ile vedalaştık…

Ne yazık ki bu son vedalaşmamız…
________________________
(1) Niyazi Zülfükar oğlu Tağızade-Hacıbeyov – azerbaycanlı orkestra şefi ve besteci (1912-1984).
(2) “Maestro Niyazi” kitabı. Anılar, makaleler, mektuplar. Hazırlayanlar: Hacer Hanım Hacıbeyova, Asildar Hüseynov. Bakü, 1987 (Rus dilinde).




Hoşgeldiniz