“Müzik-dil-anlam” ilişkisi üzerine çağrışımlar… Dilara Ağaoğlu Canay*


Toplam Okunma: 8905 | En Son Okunma: 07.05.2024 - 21:55
Kategori: Fikir Yazıları

Ne, neden, nasıl, nerede, ne zaman, kim soruları hemen tüm hayat kavrayışlarımızın temelini oluşturur. Kağıt üzerindek semboller müziğe dair yalnızca bir ipucu mudur? Onları fiziken duyma ihtiyacını hissetmeyenler ve diğer “fani” ler için müzik başka anlamlara gelebilir mi?.. Bu yazının çıkış noktası olan müzik- dil- anlam ilişkisinin izini sürerken de bu cevaptan beslenilebilir. Müzik bir dil midir ya da müziğin anlamı var mıdır- müziğin anlamı nedir sorularının cevabının aranabileceği mecrayı da, müziğin öznesinin kim olduğu belirleyebilir…

“Müzik-dil-anlam” ilişkisi üzerine çağrışımlar… Dilara Ağaoğlu Canay(*)

NE…

“Kulağa hoş gelen seslere müzik” denir idi çocukken. Müzik için ses olacak mı, kulağa gelecek mi, kulağa gelen bu ses “hoş” mu olacak?..

“Hoş” nedir peki?..”

Neresinden tutulsa elde kalacak bu acemi tanım girişimi üzerinden gitmek bizi bir sonuca ulaştıracak gibi görünmüyor. Eski deyişle “efradını cami, ağyarını mani” bir tanımlama girişiminden ziyade; müziğin ne olmadığını anlamaya, müzik olmayan şeyi soyut değil de somut olarak tanımaya çalışmak daha verimli bir yol olabilir gibi görünüyor.

Müzik olmayan şeyi ayırd etmek için gerekli olan akıl yürütmede; benzetmeler, karşılaştırmalar, aksi ile kanıtlamalar gibi yöntemler kullanılabilir. Bu yöntemlerin dışındaki referanslardan ikisi ise, dil ve anlamdır.

Müzik, bir tanıma göre de bestecilerin düzenlediği, sıraladığı, başlangıcını bitişini belirlediği sesli ve sessiz zamanlar silsilesine “müzik olsun” niyetiyle hayat verme işidir. Kağıt üzerindeki semboller seslendirilmedikçe- canlandırılmadıkça- tınlamadıkça müzik değil midir? Sözkonusu semboller müziğe dair yalnızca bir ipucu mudur? Onları fiziken duyma ihtiyacını hissetmeyenler ve diğer “fani” ler için müzik başka anlamlara gelebilir mi?

Müzik, hangi tanım kabul edilirse edilsin, “4:33” gibi deneysel istisnaları saymazsak, belli ki seslerle iş görüyor. Bu cümledeki özne üzerinde düşünürsek peki, iş gören, müzik midir; müziğin bizatihi, kendisine ait bir iş görmesi var mıdır, müzik yapan kişi müzik için bir aracı mıdır yalnızca; yoksa müzik, bir insan öznenin iş görmesi sonucunda ortaya çıkan ürün müdür? Esasen, tüm bu soruların cevabı, dünyayı algılayışla, müzik dışındaki felsefi sorulara verdiğimiz cevaplarla doğrudan bağlantılı. Bu yazının çıkış noktası olan müzik- dil- anlam ilişkisinin izini sürerken de bu cevaptan beslenilebilir. Müzik bir dil midir ya da müziğin anlamı var mıdır- müziğin anlamı nedir sorularının cevabının aranabileceği mecrayı da, müziğin öznesinin kim olduğu belirleyebilir.

Müzik sanat olup olmadığı tartışması bir yana bırakıldığında zaman içinde gerçekleşiyor. Zaman, müziğin asıl enstrümanı, gerçekleşme alanı ya da zamanı kontrol altında tutma amacını gerçekleştirmek için müzik, bir araç.

Zaman, her ne ise o, eskitiyor.

Geri döndürülemeyen, yaşanılmış şeyin özlemi ya da pişmanlığına dönüşen zaman.
Müzik belki, zamanın yinelenmesini, geri döndürülmesini sağlayan bir büyü.
Hem belli bir müzik parçasını tekrar seslendirerek hem de bir beste üzerinde değişiklikler yapma iktidarını elinde tutarak. Zamanda geri gidip yeniden yaratmak işte…
Zaman yolculuğu bir nevi. Zamanı kontrol altında bu şekilde tutuyor insan, müziğin anlamı belki de bu…

Ya da Hobbes’a selam olsun; doğa halinde insan, insanın kurdu. Potansiyel olarak içinde barındırdığı şiddeti kullanma yetkisinden bir toplum sözleşmesiyle vazgeçiyor. Sesin doğa hali de belki, gürültü. Sesin şiddet hali. Gürültünün toplum sözleşmesi olmasın müzik? Gürültünün ehlileştirilmesi?..

* * *

…Müzik kâinat boyuncadır. İnsan nefsine hâkim olamayıp ona yaklaşmaya heves eder. Ve insan, varlığının müzik olduğunu anladığında susar…Erkan Oğur (1)

NEDEN…

Müziğin bir dil olması ne işimize yarar?

Bir tanım, tanımlanan şeyin “ne” olduğunun yanında onun “niçin” olduğunu, “neye yaradığını” da açık ya da gizli olarak içerir. Müzik dille ilişkilendiriliyorsa, belki de her ikisinin de ne işe yaradığı noktası ortaklaştırılmaya çalışılıyordur.

Dilin de, müziğin de insanı hayvandan ayıran özellikler olarak ortaya çıkmaları- icat edilmelerine ilişkin bilgi, en akla yatkın kanıt karşısında bile spekülatif olmaya mahkumdur. Bu çaresizlikle yapılan akıl yürütmeler, her iki olgunun da bir ihtiyacı gidermek üzere ortaya çıktığına, bu ihtiyacın da iletişim olduğuna işaret eder. İki insanın birbirine bir şey bildirmesi “al- ver- koş- hey buradayım- tehlike yaklaşıyor” türünden ise dile, bebek doğdu sevinci, biri öldü üzüntüsü, ava gidiş- avdan dönüş coşkusu türünden ise müziğe evrilmiş olması muhtemeldir. Buradaki “dil”, birden fazla kere kullanılarak ortaklaşan ilkel kelimeler ve “müzik” de basit melodik yapılar olsa gerektir.

Evrimciliğin terimleriyle ifade edersek, somut nesnelere verilen isimler, insanın kavram oluşturma yetisinin enstrümanlarına dönüşerek gelişmiş ve dil yapıları ortaya çıkmış. Müziğin ise dilde olduğundan daha fazla dış değişkene bağlı olarak şekillendiği öngörülebilir. Din, ekonomi, politika, coğrafya gibi etkenler, “hangi müzik”, “nasıl müzik”, “ne için müzik” sorularının cevabını da arayabileceğimiz alanlardır. Bu anlamda müzik olgusunun tarihselliği onu anlayabilmek için kaçınılmaz olarak göz önünde tutulmalıdır.

Bu tarihsellik içinde müziğin sanat olmaklığı bir yana, her zaman çeşitli ritüellere eşlik eden, çokça “eğlence” içeren bir olgu olduğu gerçeği; elle tutulur gözle görülür bir nesnesi, hacmi, kütlesi de olmadığı gerçeğiyle birleşince, bu “hafif”lik imajını bozmak için bazı arayışlar kaçınılmaz olsa gerektir.

İnsan düşündüğü için mi kelimeleri icad etmiştir, kelimeler icad edildiği için mi insan düşünebilmektedir? Muhakeme süreci kelimelere muhtaç mıdır? İnsan düşünürken- muhakeme yaparken aslında içinden- sessizce- hızlıca konuşuyor mudur? Bu sorunun cevabı dil felsefecileri arasında tartışıladursun, biz, her halükarda dilin insanı “üstün” kılan düşünme “yeteneğiyle” bağlantılı bir fenomen olduğunu aklımızda tutalım.

İmdi, bir yanda “düşünen” dil, diğer yanda “uçuşan” müzik. Üstelik her ikisi de seslerle işgörürken. Müzik neden dile benzemesin? Müzik neden dil olmasın? Belki de müziği dile benzetme çabalarının altında -analojiler yoluyla müziği ya da dili daha iyi anlama iyiniyetli arzusu yoksa- böylesi bir haklı çıkma, rüştünü ispatlama, değerini arttırma çabası vardır.

* * *

…Halden hale giriyoruz, hiçbir şeyin aynısı bir daha olmayacak şekilde yaşıyoruz. O yolun dönüşü yok. Gerçek müzikte de, saf müzikte dönülmez bir yol vardır. Artı ölüm, artı sessizliğe gidiş olarak anlayabilirsin…Erkan Oğur

NASIL…

Müzik dile benzer bir şeyse, bir anlam iletiyor demektir. Peki bunu nasıl yapıyor?

Platon, frigya makamının barış zamanındaki bir adamın edimlerini, dor makamının savaşta ve her türlü zorlu ve tehlikeli görevde yer alan adamı taklit ettiğini söyler. 18. yy.’da müziğin asıl rolünün insan tutkularını, doğayı taklit etmek olduğu, ortaçağda ise müziğin dua eden adamın sesi ve ruhunu temsil ettiği düşünülürmüş. 19. yy.’da estetik biçimcilik, saf enstrümantal müziğin yükselişi.

Müzik bir şeyi taklit ya da temsil mi eder? Bu şekilde mi anlam aktarır? Müziğin bir sesi, bir durumu taklit ettiği düşüncesi çok eski zamanlara ait olsa gerektir. İnançsal bir karşılığı olan, ritüel konusu bir taklit, olsa olsa müziğin değil, taklit ettiği “şey”in değerlendirilmesini, taklidin ne kadar aslına uygun olduğuna ya da taklit edilen şeyin değerine bakılmasını gerektirir. Bizzat o müziğin bir kişiliği-değeri yoktur. Temsilde de müziğin, temsil ettiği düşünülen şeyi temsil yeteneği değerlendirilir. Taklit ve temsil durumunda müziğin “kendi” dili ve anlamı nerededir?

Müzik, konuşulan dile benziyorsa, bir müzik parçasının -motif ya da cümlesinin- melodik çizgisinde –örneğin- soru cevap hissini uyandıran, konuşulan dilin vurgu yapısı olsa gerektir. Dilin vurgusunu oluşturan melodik hareket o sözün anlamını kuvvetlendirir, bazen de bizzat oluşturur. Bu durum, fonetik dillerde asli unsurdur. Müzik, dilin vurgularına benzediği kadar mı anlam aktarır? Eğer öyleyse, aktardığı şey, içerikten ziyade biçim değil midir? Sözgelimi müziğin melodik çizgisinde bir soru vurgusu duyarız ama o sorunun ne olduğu belli değildir.

Peki müziğin yoksun olduğu içeriksel anlam nedir? Kelimelerle mi düşünüyoruz, düşündüğümüz için mi kelimeler var sorusu hala aklımızda. Alışılmış şekliyle bir kelime ya da kelimelerin, tek başlarına ya da bir arada bulunarak, “oldukları” değil, “demek istedikleri”, “işaret ettikleri”; anlamdır. Kavramsal, çağrışımsal, simgesel, esasen göstergebilimin terimlerine başvurarak daha kolay açıklanabilecek bir “şey”dir anlam. Bu şekliyle anlam, doğrudan dille bağlantılı görünüyor. Anlam yaratan bir tür olmak insanı hayvanlardan farklı kılan şeylerden biri. Dili sadece somut nesneleri isimlendirmeye ve basit emir- bildirim cümleleri kurmaya yarayan bir yapı olmaktan kurtaran “anlam”ı dilin sınırları içine kapatmak doğru ya da mümkün mü peki? Bir ses, bir davranış, ya da varoluşun tümü, bütün olarak bir anlam taşıyor olamaz mı? Müzik, nihayet, sesin dile muhtaç olmaksızın anlam taşıyan bir şekli olduğu için mi müziktir? Belki. Ancak bu noktada, dili dil yapan şeyin; yarattığı anlamların asgari seviyede ortaklaşabilir ve aynı topluluktaki kişiler tarafından aynı içeriğe işaret eder şekilde kullanılır olduğu akla gelir. Müziğin yarattığı anlam aynı topluluktaki kişiler tarafından benzer şekilde algılanır ya da iletilir mi? Söz konusu müzik örneğin bir ninni ya da ağıtsa, ya da o toplulukta alışılmış olan ninni ya da ağıtlara benziyorsa, belki. Bu da o müziğin kendinden menkul değil, sosyo-kültürel ya da sosyo-psikolojik bir anlama sahip olduğunu gösterir olsa olsa.

Platon’dan bu yana modların, doğuda ise makamların her birinin insan ruhu- esasen davranışları, halleri üzerindeki etkisi tanımlanmaya ve bu tespitler üzerinden toplumu düzenleyici ya da insanı iyileştirici, halden hale geçirici öneriler getirilmeye çalışılmış. Batı müziğinin söz konusu modlar içinden majör ve minörün sınırları içinde kalması, anlam yaratma ya da taşıma bakımından bir fakirlik midir acaba? Belki de bu yüzden –batı müziğinin dili kısırlaştığından- küçük melodik hareketlere somut anlamlar yüklemeye, ya da bu eksik malzemeyi çokseslilik baharatıyla lezzetlendirmeye çalışmışlardır.

Duyguları mı söylüyor müzik, düşünceleri mi, dile benzer bir şey söylemeyip sadece zamanı mı seslendiriyor yoksa?

* * *

…Müzik zaten etrafımızı saran hava gibi. Takip edilecek bir şey değil. Müzik bir bütündür ve o özelliği ile coğrafyalardan muaftır. Elinizde 100 anahtar vardır ama önünüzde bir kapı vardır. İşte o açana kadar uğraştığın coğrafyadır. Açtıktan sonra enerji…Erkan Oğur

NEREDE…

Müziğin bir dil olup olmadığı tartışması, müziğin evrensel olup olmadığı tartışmasıyla yan yana gider. Müziğin evrensel dil olup olmadığı tartışmasıyla konu iyice alevlenir.

Her müziğin ait olduğu kültür ve coğrafyada, kendisine “müzik” denen yerde bir anlam ifade ettiğini varsayabiliriz. Ancak bu varsayımın, coğrafyaların birbirinden habersiz, iletişimsiz etkileşimsiz yaşadığı zamanlara ait nostaljik bir yönü olduğunu da kabul etmek kaçınılmaz görünüyor. Artık Bach Hindistan’da da Bach, cazıyla oryantaliyle bütün yeni yorumlara açık üstelik… Artık Afrika ritmleri ya da ezan sesinin bir requiemde bile kullanımı mümkün. Demode bir tanımla “kocaman köyümüz” dünya, herkesin birbirini gördüğü bildiği selamladığı bir agora haline geldi. Herkes herkesin dilini bilebilir, öğrenebilir; herkes herkesin müziğini duyabilir, ondan etkilenebilir, herkes birlikte müzik yapabilir durumda. Müzik bir dilse eğer, hele de evrensel olup olmadığı soruluyorsa, belki de ancak bu çağda, bu dolaşım olanakları sayesinde ilk kez evrenselliğe yaklaşmıştır. Herkes tarafından tanınıp teşhis edilip ortak alanlar oluşturma kapasitesi bir ortak dil demek değil midir? Belki de müziğin evrensel dil olması, bu çağda nihayet, dünyanın herhangi bir yerinden, herhangi bir kültürden gelen müzisyenlerin, hazırlıksız bir şekilde oturup birlikte müzik yapabilir olmalarından başka bir şey değildir. Birlikte yapıldığında, barıştır müzik o zaman. Müzik, bu en romantik bakışla, barış potansiyelidir.

…En eski müzik en yeni müziktir yaklaşımıyla Anadolu’dan gelen müziklere büyük değer veriyorum. Eskiden gelen ama aynen toprağın altındaki cevher gibi. Ortaya çıkarılsa da kıymetlidir,çıkarılmasa da. Değerinden bir şey kaybetmez. Ama onun için birilerinin onu tanıması, anlaması, icra etmesi veya etmemesi konumundan muaftır…Erkan Oğur

NE ZAMAN…

Hangi zamanın müziğinden, hangi zamanın dilinden söz edeceğiz? Sesler, haberleşme, taklit, korkutma gibi işlevlerinden arınıp, hiç gerek yokken, araçsal bir açıklaması olmadığı halde, hoşa gittiği için sırf, merak gidermek için organize edildiğinde müzik olsa gerek. Basit ritimlerin ve melodilerin tekrarlanıp durmasıyla başladığını varsayabileceğimiz bir müzikal “tekamül” var mı acaba? Üretildiği dönemde müzik olarak nitelendirilip “tüketilen” sesler, bugünün insanı tarafından da aynı şekilde anlaşılıp kavranıyor olabilir mi? Bir yönüyle bir kültür ürünü olan müzik olgusunu, -içinde geliştiği kültürü biçimlendiren etkenlerden biri de zamanken-, zamandan bağımsız değerlendirebilir miyiz? Bir barok eser dinlerken örneğin, hangi ruh halinde varsayalım kendimizi? Ya da 20. yüzyıl müziğini, daha “ileride” diye, bugüne daha “yakın” diye daha mı fazla “anlayabiliriz”? Müzik kendi çağını, kendi zamanını mı algılatacak, “dillendirecek”, beklentimiz bu mu? Ya da eğer bir tekamülse bu, kontrpuandan armoniye gidişi bir geri gidiş mi sayacağız? Müziğin taşıdığı anlam, yavanlaşmış mı oldu armoniyle? Bir hiyerarşi öngörebilir miyiz müzikler arasında, zamansal olarak?

Belki de müzikte kendinden menkul bir dil, bir anlam arayamayacaksak, bunun ipucu müziğin zamandan bağımsız değerlendirilebilirliğindedir. Bir çağın müziğinin psikolojik, sosyolojik, ekonomik, teknik vs. olarak ortaya çıkış koşullarını nedensel olarak araştırmak, bilmek, tespit etmek; müziğin o koşullardan bağımsız olarak algılanmasını engellememeli.

“An” o halde, müziğin dilinin de, anlamının da var ve mümkün olduğu zaman.

* * *

…Daha çok müziğin kendisinin bir şeyleri anlatması taraftarıyım. Öyle konuşularak değil, dinleyen ne kadar o işin içindeyse o kadar var olabildiğini düşünürüm. Çok söyleyen daha çok yanlış konuşur. Ben müzikle bir şey anlatmaya çalışan biriyim…Erkan Oğur

KİM…

Kimin dili bu? Müzik dediğimiz sesleri bir araya getiren, sıraya sokan, kontrol altında tutan, ehlileştiren, organize eden “yaratıcı” bestecinin mi?. Her besteci kendi “dilini” yaratabiliyor mu peki? Tabi olunan bir beste formu, bir moda, bestecinin kendi dilini değil, öğrenip kurallarına uygun biçimde taklit edip yeniden ürettiği bir kurallar silsilesinin dilini mi konuştuğunu gösterir? Ya da sadece avangard besteciler midir kendi dili olma payesini alabilen? Zaten konuşulan dile benzetilecekse müzik, her bir insanın yeni kelime ya da sözdizimi kuralları icad etmediği malum, yaratıcılık bu işin neresinde o zaman? Sadece sesleri- sözleri kendine özgü biçimde dizmede mi?

Bir beste, bestecisinden koptuğu an bağımsızlaşır mı? Hele o besteyi besteci icra etmiyorsa? Eğer bir müzik eserinin dili, içeriksel bir anlam ifade etmiyorsa ve yalnızca sesleme, vücuda getirme anlamında bir dillendirmeden söz edebileceksek, bu kez başrole icracı geçmiş olmuyor mu? Bir icracı, seslediği eseri ne kadar aslına uygun icra edebilir? Bu mümkün müdür? İcracı bir eseri yeniden mi üretir, her icra yeni ve özgün bir eser midir? İcracı kendini mi ifade eder, bestecinin “demek istediğini” mi? Bir sonraki düşünme adımında, insani bir ögeyi işin içinden çıkarıp icrayı son derece gelişkin makinelerin eline bırakırsak örneğin, o müziğin “dili” ve “anlamı” inandırıcılığından kaybeder mi?

Yazılıp seslenen müzik, anlamını ancak ulaştığı kulakta bulur belki. Hatta bir anlam varsa, kulaktan çok daha içerilerde, çok daha karmaşık bir süreçte ve her bir algılama anında farklı biçimlerde oluşur. Algılanmaya, kavranmaya muhtaçtır bu kez müzik, bir dil olabilmek ya da anlam ifade edebilmek için.

Son söz yerine, başka bir yerden bakan bir söz, üzerinde düşünmeye:

… Müzik eskidir… İnsandan önce de müzik vardı… Müzik deşifre oldu… Biz müziği keşfediyoruz, yaratmıyoruz. Çünkü müzik, tabiatta vardır. Olan bir şeyi yaratamazsınız, icat edemezsiniz; keşfedersiniz. Tabiatta var olanı, olduğumuz yere taşıyoruz; keşfediyoruz. O orada duruyordu. Onu sen yaratmadın. Onu sen keşfettin.. (2)
___________________________________
(*) Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü lisans,
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi doktora öğrencisi
(1) Radikal-Pazar ,Eray Aytimur ropörtajı, 08.04.2012.
(2) Erkan Oğur, TRT 2 Röportajı http://rprtj.wordpress.com/2007/05/14/erkan-ogur/




Hoşgeldiniz