Akademi ne yana düşer usta?.. Dr. Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 3142 | En Son Okunma: 26.04.2024 - 03:59
Kategori: Fikir Yazıları, Yazarlarımız: A.Sarı

Sanatın geleneksellik ilişkisi ve usta ile çırağının nesiller boyu yolculuğunun tarihi… Bestekarından icracısına ve onların öğrencilerinden günümüze uzanan yüzyılların ilişkisinin okullulaştıktan sonraki durumu… Bundan 30-40 yıl öncesi. Yani İlk DTMK ve ilk TMDK… Öncesi malum, eğitim kurumu yoksunluğu… Sözkonusu 40 yıl öncesinde ustalar hocalarından gördükleri ve meşkleri sonucu edindikleri kitapsız müfredat programlarıyla giriyorlar ilk akademik GTM eğitim hayatımıza…

40 yıllık okulsuzluğun sonunda konservatuar sevinciyle girişilen ilk adımlar meşk ve nota eğitimi olarak başlamış; yıllar, geleneksel müziğimizi yüzyılın gereklerine göre öğretmekten çok “Müziğimizi bize yıllarca öğretmediler. Çoksesli yaparak elimizden almaya çalışıyorlar” diye diye geçmiştir.

Onlar ilk konservatuarlarımızın hocalarıydılar. Birisi batının 400 yıllık gelenek ve tecrübesinin üzerine kendinden bir şey koymadan, basit kopyalamalar sonucunu getiren hazırcılıkla kendini inşa ederken, diğeri 1000 yıllık geleneği okula dönüştürememenin problemleriyle boğuşuyor, Osmanlı’nın Tanzimatı’nın yarattığı sekte yetmezmiş gibi, Cumhuriyetin ilanından sonra da -toplamda 150 yıl- süren akademik fasılanın sıkıntısını yaşıyordu.

Gelenekselciler müziklerinin kökeni itibarıyla Osmanlı Tanzimatı yerine daha çok 100 yıl sonraki Cumhuriyeti suçlamayı, bütün söylemlerini bunun üzerine kurmayı tercih ettiler.

Kitap yazmak, eski yazmaları çevirmek, dergi çıkarmak, çalgıları geliştirmek / kemençe beşlemesi gibi o zamana değin yapılan birçok ileri uygulamayı dikkate almadılar. Alanları da harcamayı birincil görevleri gibi gördüler. O ilk hocaların öğrencilerine kendileri hakkında edindirdikleri cüsse, okulsuz yılların söylemi giderek sönüp, okullu yıllar ilerledikçe; yeni öğrencilere dalga dalga sirayet ederek küçülmeye başladı.

Sözkonusu zaman dilimi beraberinde dedikoduları, küskünlükleri de getirdi.

Bir dönemdi. Geçip gitti mi?

12 Eylül sonrasında yıl 1981 olduğunda YÖK gelmiş, bir-iki yıl sonra konservatuarlar üniversitelere bağlanmış. ALES ve benzeri YÖK kriterleri sanattaki gelenekselliğin, yani usta çırak ilişkisinin yerini almış, usta da öylece kalakalmıştı.
. . .

Usta artık çırağını seçmiyor, öğrencisini artık dizinin dibinde yetiştirmiyordu.

O hocalar ki bugün yaşayanların tümü res’en emeklilik yaşı olan 65’i çoktan geçti.

Hepsini saygıyla hatırlıyor, yaptıklarından / icraatlarından kendimize ve gelecek kuşaklarımıza ders çıkarmaya çalışıyoruz.

* * *

En büyük yıkım aracı: Ustasızlık…

Birbiriyle kanka kişilerce oluşturulmuş yap/boz yönetmeliklerin temel alınmasıyla sanatta usta kelimesi içeriği devlet katında boşaltılmıştır.

Devlet; boşluğunu yarattığı ustanın yerine geçememiş, ustanın yerini dolduramamıştır.

Avni Anıl demişti ki:

“Ben ne zaman devlet korosu sanatçısını mecliste, tayinini büyükşehire yaptırmak isterken milletvekili peşinde gördüm, bu iş bitti dedim.”…

O zamanlar yani 1990′lı yılların ortasında taşra devlet korolarında sanatçı sayısı konser verilemeyecek düzeye inmiş, torpilini bulan sanatçı sonsuz geçici görevle büyükşehire kapağı atmıştı. O dönemde Taşra devlet korosuna “sözde” büyük musiki yapma isteğiyle gelen çoğu sanatçı, bir şekilde sanatsal ilişkileriyle tanıştığı politikacıları kullanmış, tayinini geçici de olsa büyükşehire yaptırmış, taşra devlet koroları 6-10 kişi kadrosuyla iş yapamaz duruma gelmiş, kendi içinde ve şefiyle uğraşır kavgalı/müfettişli hale resmen getirilmişti. Kültür Bakanlığı DSP’li İ. Talay yönetimindeydi ve Elazığ, Urfa vs gibi taşra devlet korolarının yanısıra Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu 2000′de 1 viyolonsel, 1 yerel ud, 2 Edirneli bayan ses ve 4 erkek ses sanatçısı olmak üzere toplam 8 kişi kalmıştı. O koroların müdürlüklerine ise yine yerel politik çıkarlar uğruna, yerel cemiyet konseri dışında hayatında orkestral bir konsere gitmemiş, kendini herşeyin üstünde gören eşraftan koro müdürleri atanarak şef-müdür çatışmalarına çanak tutulmuştu. Adalet Kalkınma Partisi’nin kurduğu 59. Hükümet (2003-2007) döneminde -Erkan Mumcu istifası sonucu- Atilla Koç’un Kültür Turizm Bakanlığı’nın başına geçmesiyle (2005-2007) Devlet Korolarındaki kan kaybının üzerine kararlılıkla gidilmiş, geçici görevli sanatçılar taşra devlet korolarındaki asli kadrolarına döndürüldüyse de o zamana değin yapılmış; politikayı sanattan üstün gören uygulamalar şeflik makamının görevini yapamaz hale gelmesine neden olmuş, müziğimizde bir ustalık alanı daha yok edilmişti.
. . .

Şimdi görmekte ve duymaktayız ki, değerlerimiz ustalarının hemen tümü şikayetçidir.
. . .

Okuldaki ustalar ise YÖK ile birlikte çıraklarını, o çıraklar da günümüz müzik okullarındaki / konservatuarlardaki öğrencilerini seçemediler. Kendilerine sorarsanız -kendilerine sorulmadan oluşturulan- resmi sistem öğrencilerini seçmelerine izin vermedi. Kimisi durumu sempozyum, kongre, panellerde toplantılarda defalarca dile getirdi, kimisi ise nasıl o hale düştüklerinin farkına bile varamadı.

Yıllarca DR eğitimi alamadı / veremedi.

Verdiği YL’yi YL’den saymadılar.

İçiboş SY ile avundular / avuttular.

Yaşlar ilerledi. 65’e dayanmasa da mesleki geçmişini sorgulamaya başlamıştı.

Devletin, geleneğe ayak uyduramamış uygulamalarının farkına varsa bile, o usta için artık geç idi.
. . .

YÖK ve devlet; eski ustaların ne olduğunun farkına varmadan ustalığı bırakmak zorunda kaldıkları, akademik titr eksikliğinden dolayı ustayı dışlayıp usta olmaya özenenleri usta yerine koyup, kendi sistemine yerleştirdiğinden beridir ki o eski ustalar, donmuş zamanlarında öylece duruyorlar.

Yerlerine gelenler ise usta geleneğini çoktan bırakmış, çırak yetiştirmekden ziyade politik çalışmalarla koltuklarını koruma derdine düşmüşlerdi.

O eski usta hocaların kimi, günümüzdeki mevcut durum kendilerine hatırlatıldığında ve arkasından gelecek olası sorulardan sorulardan kurtulmak için “hasta numarasına” yatar olmuşlardır.

Şimdi:

Hocasına sanatı açısından değil de, kul vasfıyla hizmet etmesi düşüncesi ön planda tutularak tercih edilen, tercih etmeye çanak tutan yönetmeliklerin (de) desteğiyle egemen güç politikacı tarafından tercih ettirilen öğrenciler / çıraklar, müzik okulu ve konservatuarlarda müzik geleneğinin durağanlaşmasına neden oldular…

Çıraklığın / asistanlığın aşamaları; para karşılığı (2013’de 200 Avro) katılınılan, çoğu bilim kurulu üyesinin sadece ismen varolduğu, bildirileri seçmesi için fikrinin bile sorulmadığı üç-beş sempozyuma ve müzik dışı bir-iki paralı (2013’de 100TL) hakemli dergiye odaklandırılarak, masa üstünde prosedürü tamamlayan taşradan büyükkente -olur olmadık- herkesin titr sahibi olmasına olanak sağladı.

Tıpkı on yıllardır gerçekleştirilen, devlet özelleştirme ihaleleri vasıtasıyla yeni zenginler yaratılması uygulamasında olduğu gibi…

O ustalar ki titrleri olmadığı halde üniversiteye bağlandılar. YÖK kondu titrlerle o anlık mutlu oldular.

Ama on yıllar boyunca ne olduğunu, ne işe yaradığını bilmedikleri “sanatta yeterlik-SY” kandırmacasıyla çıraklarını tatmin ettiler.

YÖK’ün şart koştuğu yabancı dil sınavını geçtikten sonra bir-iki yabancı konuşmacı çağırarak kendi kendilerine “uluslararası” payesi verdikleri üç-beş paralı sempozyum ile bir-iki paralı hakemli dergiye odaklanarak gerekli prosedürü masa üstünde tamamlayan hemen herkesin titr sahibi olması süreci; birkaç yıl öncesine değin sadece birkaç üniversitede yaşanırken sözkonusu hastalıklı durumun yeni açılan diğer üniversitelerin müzik bölümlerine akademik sirayeti çok da gecikmedi.

Geleneksel müziğimizin akademik metastazı bu muydu?
. . .

Şimdi biliyoruz ki artık her ilimizde üniversite var.

Yeni -hatta eski- üniversitelerimizin çoğunda artık usta yok. Usta olarak müzikle ilgili bölümlerin başına geçirilenlerin çoğu “evcilik” misali “Üniversitecilik” oynuyor…

Zamane yönetici ustaları kendilerini 65′e kadar rahat ettirecek kadroyu ve sistemi kurmaya çalışıyor. Kurunca, sanat yerine mahiyetindekileri ve üstündekileri idare etmeye başlayınca “dün öyle yaptım, bugün böyle yapıyorum; dün öyle diyordum, bugün böyle…” temelli bilimsel ve kurumsal olmayan yap-bozlarına kimse karışmıyor.

Kimse de “bunca zamanın kaybedilmesine neden oldun” diye hesap sormuyor.

* * *
Ustanın, usta olmadan, usta/yönetici makamına getirilmesi sonucu gelişen verimsizlik nedeniyle oluşan hataların, usta seviyesinin düşüklüğünün bedelini gelecektekiler niye ödüyor / niye ödesin?..

Usta; devlet görevinde seçmediği, seçemediği, seçmek zorunda bırakıldığı çırağından yeteneksel beceri yerine “sistemin elime verdiği bu deyip” kendisine hizmet ister hale geldiğinden / getirildiğinden beridir ki asistan kalitesi düşmüştür.

İster asistan deyin, ister yardımcı, ister çırak…

Ustanın onu hangi amaca göre seçtiği önemli.

Sonrasında ustalar neden ağlamaklı?..

Dillerdeki tesbit ise şöyle:

Geleneksel değerlerimizin ustası üniversiteye hala adapte olamadı…

Yazmadı, yazamadı ve de yazdırmadı. Ustalarının yazdıklarını da okuyamadı. Harfle(a)ri eksik Latin abeceli Türkçe’ye çeviremedi.

Herkes birbirine düştüğünde sesini çıkarmadı.

* * *
Sevgili usta;

YÖK karar merciindeki batı müzikçiler bu kadarına mı müsaade etti?

O yazmadığınız, geleceğe bırakmadığınız mahremleriniz artık sizlere kaldı…




Hoşgeldiniz