Rauf Yektâ Bey’in «1932 Kahire Şark Musikîsi Kongresi» ne dâir notları… -V-


Toplam Okunma: 3298 | En Son Okunma: 28.03.2024 - 19:41
Kategori: Kongre.simp.panel, Tarih ve Anılar

Rauf Yektâ Bey in nâdide bir fotoğrafı ile de bezemiş olduğumuz geçen nüshamızda (Musiki ve Nota Dergisi Sayı: 31), büyük üstâdın «1932 Kahire Şark Musikisi Kongresi»ne dâir notlarının 24 Mart 1932 gününe aid olanını tamamlayamamış ve mâba’dine bu nüshamızda devam edeceğimizi yazmıştık. Rauf Yekta Bey’in nâdîde bir gençlik fotoğrafı ile de tezyin eylemiş bulunduğumuz bu sayımızda 24 Mart 1932 gününe âid olan notlara, geçen nüshada kaldığımız yerden itibâren devam ediyoruz… Kongre’de sergilenen teknolojik alet müzikolojide küçük ayrıntıların önemine güzel bir örnek. (M.D.)

«Bu akşam «Nâdi» deki konserde «Suriye» den gelen saz takımını dinledik. Mısırlılar bunları hiç beğenmiyorlar. Vâkıâ bu takım da adamakıllı bir şey çalmadılar ya? Önce bir hânendeleri ayakta, belki kırk defâ aynı nağmeleri tekrâr etti durdu. Sonra saz takımı bize merhum İsmail Hakkı Bey devrini hatırlatan «vals» usulünde, yarısı Arabca, yarısı taklid alafranga bir hava dinletti.

Bunların konseri hitâm bulunca, Mesûd Bey sahnede göründü. «Nâdi» nin orkestra dedikleri takımı dizilmişlerdi. Mesûd Bey önde ve ortada oturup şedd-i araban bir taksim yaptı ve bunu müteâkib pederinin saz semâisıni çaldı. Çok alkışlandı.

Mesûd Bey sahnede ilk göründüğü vakit bir zât tarafından Arabca:

«Kongrede Türkiye murahhası Mesûd Cemil Bey» diye huzzâra (orada bulunanlara) takdim edildi ve alkışlanarak çekildi.

Konserde, bizim Osman Bey’in uşşak’ını, acaib bir şekl-i Arabide (Arab biçiminde, tarzında) çaldılar. Bunu müteâkib Mesûd Bey tekrar gelerek orkestra¬nın başına geçti ve yine pederinin muhayyer saz semâisini büyük bir muvaffakiyetle ve birlikte çaldı. Akışlar ayyuka çıktı.

Saat on bir buçuğa gelmiş ve benim de uykum pek ziyâde gelerek uyuklamağa başlamış okluğumdan, son Iraklılar faslını beklemedim ve hemen otele gidip yattım.

25 Mart 1932 - Cuma:

«Sabahleyin kahvaltımı bitirip tam «Nâdi» ye gideceğim sırada Fuad Bey, telefon ile «bugün cumâ namâzına gitmek arzusunda mısınız?» diye sordu «Gideceğim» deyince, «öğleden sonra boş musunuz» dedi.
Buna da her ne kadar «Nâdi» de çalışılacaksa da, ben bir kaçamak yapıp Mevlevihâne’ye gitmek istediğimi söyledim. Öğle vakti otele geldi. Birleşip «Câmi’-i Kaysun» a gittik. Namazdan sonra «Tekye’den vazgeçerseniz bizim eve gideriz; biraz otomobil ile Nil sâhilinde sizi gezdiririm» dedi. Kabûl ettim.»

Rauf Yektâ Bey, Fuad Bey ile birlikte. Kahire’den yarım saat mesâfedeki evlerine gittiklerini, oradaki yemek faslını, yemekten sonraki gezintilerini, sıhhi durumunun müsâadesizliği sebebiyle akşam yemeğine oturmadığım, saat dokuza kadar sohbet ettiklerini ve Fuad Bey’in kendisini otele getirip bıraktığını anlattıktan sonra, o gece artık «Nâdi» deki konsere gitmekten vazgeçtiğini ilâve ile bu güne aid notlarına son veriyor.

26 Mart 932 - Cumartesi:

«Bugün «Nâdi» deki komisyonumda çok çalıştık. Çünki son günümüzdü. Ihzâri mesâilin (hazırlayıcı meselelerin) tamâmiyle bitmesi lâzım geliyordu.

Arab İka’larını (düzümlerıni, rythme’lerini) vuran bir usûl makinesi Icâd etmiş bir Mısırlı, koca bir piano cesametinde olan bu makineyi, hamala yükletmiş; getirdi. Tedkik ettik. Çok çalışmış. Bâzı kusurları varsa da ıslâhı (düzeltilmesi) mümkin. Kırk Liraya «Nâdi» tarafından alınmasını kararlaştırdık.

Bu akşam «Nâdî» de konser yoktu. Biz de, bizim otelin karşısında olduğu halde, şimdiye kadar yalnız seyircilerin el şakırtılarını işittiğimiz «Salet’ü Bedîa» denilen salona gittik»

(Rauf Yektâ Bey’in, bundan kırk yıl önce gitmiş olduğu «Salet’ü Bediâ» Kahire’de, El-Cezire’de, «El-Cila» köprüsünün civarında bir gece kulübü olup, bu salona adı verilmiş olan Bedia da — Bedia Musabini — Şam’lı meşhur bir rakkâsedir .

«Taht denilen Arab saz takımını dinledik. Ondan sonra, bizim kantolar gibi şarkıları söyleyen kızların birer birer sahneye çıkıp tegannilerini dinledik. Onikide artık uykumuz gelmişti. Çıktık; otelimize gelip yattık. Konser devâm ediyordu.
(Rauf Yektâ Bey, bu güne âid notlarının sonuna, bilâhare hatırladığı anlaşılan, şu cümleyi pek küçük harflerle sıkıştırmış:)
«Bu gun Kıral’ın velâdetine (doğumuna) musâdif olduğundan (rast geldiğinden) öğleden evvel saraya giderek Kıral ve Kıraliçe için açılmış iki deftere ismimi yazdım.»

27 Mart 932 - Pazar:

«Bu gün tâtilimiz var Öğleden sonra saat dördü çeyrek geçe «Nâdi» de toplandık. Hükümete aid büyük otobüslerle «Cize» civârındaki meşhur ehramları ve civârında yapılan âsâr-ı atiyka taharriyâtını (eski eserlerin araştırılmalarını) gezdik. Resimlerini gördüğümüz bu ehramların yanına varılınca büyüklüğü insana hayret veriyor. İngiliz seyyahları pek çoktu. Kadınlar, develere binip etrâfını dolaşıyorlar. Yeraltı mağaralarında yâhud manzarlarında bulunan âsâr-ı atiykayı bize gösteriyorlar. Her gün yeni bir takım kıymetdâr eserler çıkıyormuş. Hafriyât (kazılar) devâm ediyor.

Oradan sonra ehramlar civârındaki gâyet cesim «New House» otelinde akşam çayına dâvetli idik. Maârif nâzırı bizleri, resmi bir mâhiyeti olan bu çaya dâvet etmişti. Pazar olduğundan otel — her pazar günleri olduğu gibi— gâyet kalabalıktı. Kahire’nin en şık ve kibar âileleri orada idi. Orkestra vardı. Herkes, bizim müzeyyen (süslü) bahçeden geçişimizi seyr ediyordu. Dünyânın her tarafından gelmiş şapkalı, fesli, bornozlu, kavuklu Kongreciler, acaib bir karnaval alayına benziyordu!. Bahçenin bir tarafına, bize ayrılan mahale (yere) sofralar kurulmuş; herkesin ismini hâvi kartlar, oturacağı yere konulmuştu. Benim yanıma, bir Fas’lı şeyh tesâdüf etmişti. Bakdım ki, mükemmel Fransızca konuşuyor. O da benim İslâm olduğumu anlayınca memnûn oldu. Konuşmağa başladık. Paris’dekl büyük Arab Câmi’inin imamı imiş. Türkiye’de evkaf işlerinin ne halde olduğunu öğrenme istiyordu. Kısaca bir iki sözden sonra musiki bahsine geçtik. Bana kartını verdi. Paris’e gelirseniz, bana misafir olunuz dedi. Ben de inşaallah dedim.

Maarif Nazırı, bizden evvel oraya gelmişti. Birer birer elini sıkarak yerlerimize oturduk. Bir saat kadar devam eden çaydan sonra herkes kalktı. Tekrar Nazır’ın elini sıkarak otobüslerimize bindik…. »

Bu akşam «Nadi»de Mısır’ın en meşhur muganniyesi “Ummu Gulsûm” ü dinledik. Çok güzel sesi ve edası var. Alkışlar son dereceye baliğ oldu.

Bundan sonra Faslılar’ın konseri varmış amma, saat 11′i geçmiş olduğu gibi latif sesli muganniyenin verdiği lezzet üzerine diğerlerini dinlemekten vazgeçerek otele avdet edip yattım.”

28 Mart 932 Pazartesi

«Bu gün saat 10′da Kongre resmen açıldı. Maârif Nâzırı, Arabca bir nutuk İrâd etti ve sonra Fransızcası okundu. Bunu müteâkib «Baron Carra de Vaux bir nutuk Irâd etti ve nihâyetinde, gençliğinde, bizim evimizde dinlediği bir konserden bahs etti »
(Gençliğinde Rauf Yektâ Bey in evinde bir konser dinlediğinden de bahs etmiş olan «Baron Bernard Carra de Vaux» (Doğum 1867), «Kitabü’t-tenbih ve’l-işraf», «Ibni Sinâ ve Gazzali» gibi eserleri Fransızcaya çevirmiş ve ayrıca diğer bâzı önemli eserleri de olan zâttır.)

«Bunu müteâkıp (yâni Carra de Vaux’dan sonra) Magrib hey’etleri (Afrika’nın, Mısır ötesindeki kuzey bölgesi memleketlerinin heyetleri) reisi «Hasan Abdu’l- Vahhâb» Arabca bir nutuk söyledi.

Baştaki locada bulunan Mısır Reis-i Vükelâsı Paşa (Mısır Başbakanı Paşa), ayağa kalkarak, Kıral nâmına Kongreyi resmen açtığını, yüksek sesle İlân etti. Bu sözü Maârif Nâzırı da tekrar etti. Bunun üzerine Mustafa Rizâ Bey, üç defâ bağırarak «YAHYA CELAETU’L-MELlK» (yaşasın haşmetli Kıral) dedi ve huzzâr da bu duâyı tekrâr etti.

Bâdehû Fransızca olarak yine Rızâ Bey «Vive Sa Majeste le roi» (yaşasın haşmetli Kıral) cümlesini üç defâ tekrâr ve bu düâya huzzâr da iştirâk etti.

Şimdiye kadar komisyonlar husûsi odalarda toplanıyordu. Asıl Kongre için «Nâdi» nin tiyatro salonu tahliye edilmiş ve ona göre tanzim edilmişti. Yalnız, ilk küşad resmine (ilk açılış törenine) mahsus olarak komisyonların reisleri, sırasiyle, sahnede şu şekilde konulan masaya oturmuşlardı:

Mütebaki Kongre âzâsı da aşağıda yerlerinde bulunuyorlardı.

(Rauf Yektâ Bey in hâtıra defterine çizdiği şemaya bakılarak yapılmış olan yukarıdaki klişede, ismi, Nezâret Müsteşarının sol tarafına yazılmış bulunan «Henri Rabaud: 1873-1949», (1908-1918) yılları arasında Paris Operası orkestra şefliğinde ve 1920 yılından 1941 yılına kadar da Paris konservatuarı müdürlüğünde bulunmuş ve ayni zamanda bestekâr olan zâttır.
Şemada isimleri geçen diğer şahıslar hakkında, bundan önceki nüshalarımızda, kısaca bilgi verilmiş olduğundan burada tekrarlamıyoruz.

28.Mart.932 pazartesi gününe âid Kongre notlarının mâbâdine, gelecek nüshada devâm edeceğiz. (*)

İsmail Baha SÜRELSAN

____________________________
(*) Musiki Dergisi için yayına hazırlayan: Ayhan Sarı
(**) Ana kaynak önceki yazılarda mevcuttur




Hoşgeldiniz