Yozlaşmadan Şikayet Ediliyorsa Bundan Kim Suçlu? -1- Göktan Ay


Toplam Okunma: 2704 | En Son Okunma: 07.05.2024 - 22:18
Kategori: Fikir Yazıları

Türkiye’nin geleceğinin önemli ölçüde gecekondu nüfusu tarafından etkilendiği son yapılan araştırmalarda ortaya çıkmaktadır. Kente göçlerle, kente yeni gelenler tarafından oluşturulan “varoşlar” olarak adlandırılan, bu yerleşim şekli içinde olanlar kültüre-sanata-müziğe-ekonomiye ve siyasete de yön vermeye başlamışlardır.

İ.B.B.nin yıllar önce yapmaya çalıştığı ama sonuçlanmayan kentlileşmeye karşı bir duruş söz konusudur. Kültür A.Ş., topluma okuma alışkanlığı vermek ve yaşamanın getirdiği sorunları aşmak amacı ile kitaplar yayınlayarak, ücretsiz kamuoyuna sunmaktadır. Şimdi de bölgeler bir plan dahilinde organize ederek, yeni yerleşim alanları, okullar, camiler, spor alanları v.b. inşa edilerek, kentte yaşamanın önemi vurgulanmaktadır. Ancak, burada gözden kaçan, arsalarını yeni evin olacak diye veren insanların, yeni şartlara uyup uymayacaklarıdır. Yoksa, “ben çağdaş sitede otururum ama bildiğimi de okurum” olacaksa vay halimize…Eğer, insanlara, belli bir plan dahilinde yeni yaşam tarzlarının gerekleri öğretilmez ise yine yozlaşmanın, arabesk yaşamın, alaturka davranışların izleri ağır basmaya başlayacaktır. Bu da modern bir site dahi olsa tekrar başa dönülmesini ve uyuşmazlıkları sağlayacaktır.

“…………………..Birincisi; mahalledeki öğretmen imam kavgası Cumhuriyetle birlikte başlamadı. Tanzimat’la başladı. Mektepler kurulunca medrese ehli ve tekke ehli ciddi hatalar yaptılar. Fenni ilimleri dünyevi diye küçümsediler. “Bunlara ihtiyacımız yok” diyerek dışladılar. Medreselerde fizik ve kimyayı bilmeyen hocalar yetişti. Tıpkı bugün Afganistan’ın Talibanı gibi… Üstelik mekteplerde din ilimlerinin okunmasını istemeyen bir tavır bile gelişti. Sadece fen ilimleri okuyan mektepliler ise semavi ahlakın yerine çıkar ahlakını koydular.

……………………………………………….

Dördüncü gerçek, mahallede olan dergahların kalkmasıydı. Her dergahta hocalar ahlak hocalılığı yapıyordu. ‘İyi, doğru ve güzele’ giden yolu gösteriyordu. Kapısında ‘Önce edep’ yazılan dergahların yerini arabesk kültür aldı. Başka yürüyüşü öğrenemedik kendi yürüyüşümüze de kaybettik. Halkı küçük gören resmi ideolojinin elitistleri ise modernliği şekilciliğe indirgedi. Alternatif iyi doğru ve güzeli tartışmadı bile. Toplum ise köylü kalmayı tercih etti. Fakat soğuk savaş sonrası ‘Bir elinde Kuran bir elinde bilgisayar’ olan Cumhuriyet aydınları sosyolojik gerçeklik oluşturdular. Bugün bu gidişi tehlike görmek gericiliğin bir türü olsa gerek………………..” (1)

Film piyasasına baktığımızda, vizyonda olan ve seyirci rekoru kıranlar; önemli bir çoğunluğun kabul etmediği, argo-yoz sözlerle örülmüş, konuları uçuk-kaçık, ülkesini ve insanlarının gelişmesini amaçlamaktan çok, maddiyatı ön plana çıkarmış, belli bişr “ergenlik” yaş dönemini hedeflemiş filmlerdir.

Peki bu filmler kime sesleniyor? diye sorulunca “halk”a cevabı alırsınız! “Halk” deyince kim kastediliyor diye araştırınca; gecekondu kesimini, varoşları hedeflediğini anlıyorsunuz. Çünkü; çaresizliğin kol gezdiği bu filmlerde iki temel öge vurgulanmıştır yıllarca; ekonomik şartlar ve eğitimsizlik. Tv nun tek kanal olduğu zamanlarda, sinema yasakçılık boşluğunu iyi kullanmış, şarkılı-türkülü yani popüler sanatçıların görev aldığı filmlerle insanların beğenisini kazanmakta gecikmemiştir. Üç-beş şarkı-türkü okuyacak kişi bulunmuş, konu içinde belli ölçülerde elbise dikilmeye çalışılmıştır yıllarca…

“…………………….Bütün bu durumlar arasında ” Ne olacak bu memleketin hali” sorusuna cevap aramayı da denemeliyiz… Açıkçası “memleketin hali” ile “Ankaralıların hali” pek fazla uyum içinde değildir. Örneğin eski muhtıralar, cuma akşamları verilir ve piyasanın bundan etkilenmemesine çalışılırdı. Bu son Y-muhtıra ise, Borsa’yı vurma etkisi yüksek bir saatte açıklanmış ve sonuçta döviz kurları ile faizler çıkarken, hisse senetleri değer kaybetmiştir. Ayrıca uluslararası piyasalarda petrolün varil fiyatının 132 dolara çıkmasının da Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun umurunda olmaması normaldir. Türkiye AB ile ipleri kopartır, sermaye kaçar ve enerji ithal edecek kaynak bulamaz hale gelirsek, herhalde benzin kuyruklarında Ankaralıları, makam araçları içinde beklerken görmeyeceğiz. Devlet kadrolarında makam şoförleri bunun için var. İşsizlikte işçiler işten çıkartılır, memurlara bir şey olmaz.” (2)

Bu arada; toplumumuzda yaşayan anlam-duygu-iletim-sevgi-paylaşma-vefa-namus-delikanlılık duyguları alabildiğine kullanılarak örme tamamlanmıştır. Biz sürekli sanat programlarının, filmlerinin tiyatrolarının artmasını talep ederken; elbette “tv ların en düşük zekalıya göre programlandırıldığı” bilimsel gerçeğini unutmuyoruz. Ancak; halkın önemli değerlerinin, yozlaştırılarak, içi boşaltılarak; onların sanat ve değer olarak anlaşılması yolundaki çabalara/alışmalara da karşı durmayı görev sayıyoruz. Elbette “yozlaşma” her ülkede ve her alanda var..Ancak; yozlaşmaya yol açmamak için, kesin çizgiler baştan ortaya konmalıdır ki, sonra iş işten geçmiş olmasın…

Halk için çalıştığını söyleyen aydınlar, sosyologlar halkı iyi tanımalı, sürekli onlarla bağlantıda olmalı, yanlış olan konuları güvenirlilikleri ile doğru yöne kanalize edebilmelidirler.
__________________________________

(1) Tarhan, Nevzat; Mahallenin öğretmeni ve imamı, kim kaybetti?, Haber 7.com, İstanbul, 26.05.2008

(2) Barlas, Mehmet; Ne olacak bu memleketin hali ve bu kimin umurunda? Sabah Gazetesi; İstanbul, 23.05.2008,




Hoşgeldiniz