Psikiyatri Uzmanı Dr. Adnan Çoban ile Müzik Üzerine Söyleşi…
Toplam Okunma: 7775 | En Son Okunma: 10.11.2024 - 22:23
Bir annenin bebeğinin uyuması için söylediği ninniden büyük salonlarda söylenen aryalara kadar müzik soyut manada evrenseldir. Dünyada var olan her şeyin bir musıkısi vardır ve bu evrensel bir dildir. Bu manada Türk musıkısi evrensellik içinde yerini almıştır. Hiçbir zaman sadece bir saray müziği olarak icra edilmemiştir. Kökeninde insanlığın doğuşundan bu zamana kadar var olmuştur… İnsanlığın ortak vatanı olan Anadolu’da doğan Türk Musıkısi, gelmiş geçmiş bütün milletlerin kültürlerini yansıtan tarihi bir musıkı olma özelliğine de sahiptir.
Türk Müziği ile olan tanışmanız nasıl gerçekleşti?
- Musıki eğitimine 1988 yılında İstanbul Üniversitesi Korosu’nda başladım. İlk musîki eğitimini Sn. Süheyla Altmışdört hanımefendiden aldım.
- Klasik Türk musikisinin insanı içine alan, berrak duygularla gönül dünyasında yolculuk yaptıran bir yanı var. Bunu nasıl tanımlıyorsunuz?
- Türk musîki bir çok makamdan meydana gelmiştir. Her makamın kendine has bir ifadesi vardır. İnsanın hissedebileceği her türlü duyguyu bu ifade zenginliği içinde görebilirsiniz. Makamsal zenginliğe orijinal ritimlerin ve yüksek bir edebî güzelliğin de eklenmesiyle insan ruhuna etkisi daha da artmaktadır.
- Müzikte bir ağırlığın ve derinliğin olması gerekmez mi? Son zamanlarda yapılan müziklerde argoda kullanılan tâbirlerin bile kullanıldığına şâhit oluyoruz. Yücelten, büyüten, ulvî his ve heyecanlara kanatlandıran müzik yerine sıradan bir yaşamın ifadesi olan güfteleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Musîkisi olmayan bir şiir hakiki bir şiir değildir bence. Çünkü şiir musîkisi ile birlikte dökülür şairin yüreğinden. Bestekar şiirdeki o evrensel tınıyı ve musîkiyi yakalayabilen insandır. Yakalayabildiği oranda da iyi bestekardır. Bu gün ki güfte diye ortaya atılan söz yığınları musîkisi olmayan, ruhsuz ifadeler olmaktan öteye gidememektedirler. Bu yüzdendir ki ömürleri kısa, hitap ettikleri duygu yelpazesi dardır. Sanat hiçbir zaman maddeden ilhamını almaz. Onun ilham kaynağı maneviyattır. Şairler ve bestekarlar ulvî duyguları hissedebilen ve bunları en güzel şekliyle insanlara sunmayı başarabilen özellikli kişilerdir. Ancak böyle kişilerin eserleri kalıcı olmakta ve tarih boyunca varlığını sürdürebilmektedirler.
- Türk müziğinde güfte ve bestenin yeri nedir? Önde olan güfte midir, yoksa beste mi?
- Türk musîkisinde beste-güfte birlikteliği olmazsa olmaz bir zarurettir. Birbirlerinden ayrı düşünülemez. Biri diğerinden önde gitmez. Aksi takdirde bu kadar muhteşem bir ahenkten söz etmek mümkün olamaz. Saz musîkimizin bile bir dili, adeta sözlü bir ifade şekli vardır. Kullanılan dilin musîkiye uygunluğu çok önemlidir. Prozodi dışı bir müzikal ifade Türk Musîkisi ile hiçbir zaman bağdaşmaz. Bu yüzden edebi doğruluk ve güzellik, ifade zenginliği Türk Musîkisinin en önemli karakteri olmuştur. Kısaca güfte bestesiz, beste güftesiz bir anlam ifade etmez. Biri bozuksa diğeri onu düzeltemez, ikisi de güzel olmak zorundadır.
- Klasik müziğimiz için şehir müziği veya saray müziği şeklinde tanımlamalar yapılıyor. Bu müzik halktan uzak mıdır? Sadece bu müzik bir toplumun entelijansiyasına mı seslenir?
- Bir annenin bebeğinin uyuması için söylediği ninniden büyük salonlarda söylenen aryalara kadar müzik soyut manada evrenseldir. Dünyada var olan her şeyin bir musıkısi vardır ve bu evrensel bir dildir. Bu manada Türk musıkısi evrensellik içinde yerini almıştır. Hiçbir zaman sadece bir saray müziği olarak icra edilmemiştir. Kökeninde insanlığın doğuşundan bu zamana kadar var olmuş ve bir çok medeniyetin beşiği diye anılan Anadolu yatan bir musıkınin sadece saray musıkısi diye ifade edilmesi hem evrensel düşünce şekline uygun düşmemekte, hem de böylesine zengin bir musıkıyi kısırlaştırmaktadır. İnsanlığın ortak vatanı olan Anadolu’da doğan Türk Musıkısi, gelmiş geçmiş bütün milletlerin kültürlerini yansıtan tarihi bir musıkı olma özelliğine de sahiptir. Bu tarihsel serüveni sebebiyle de Türk Musıkısi evrensellik kavramını hak etmiş bir musıkıdir. Haliyle, saray musıkısi olarak anılması bir kısır mantığın eseridir.
- Siz Ruh Sağlığı ve Hastalıkları uzmanısınız? Müziğin insan ruhuna olan tesirleri konusunda neler düşünüyorsunuz?
- İnsan beyninde müzikle ilgili alanların olduğunu ve bu alanların kişiden kişiye farklılıklar arz ettiğini biliyoruz. Beynin tezahürü olan ruha müziğin etkisinin olduğu çok açıktır. Müzik ruhumuzun derinliklerine inebilen nadir güzelliklerdendir. Atalarımız ” müzik ruhun gıdasıdır ” diyerek bir manada müziğin ruha etkisini özetlemişlerdir. Gerçekten müzik bir çok ruhi hastalıkta hastalarla iletişim konusunda çok yardımcı olmakta, bir çok ruhsal hastalığın tedavisine katkıda bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, anksiyete bozukluklarında ve depresyonda gerilimi azaltmakta, şizofren ve otistik bireylerde iletişimi ve uyarılabilirliği artırmaktadır.
- Türklerin, özellikle de Anadolu Türklerinin müzik ve su sesiyle hastalarını tedavi ettiklerini biliyoruz. Bu çalışmaların bilimsel yanı var mı?
-Efendim, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri, bulundukları asırlar içinde uzun bir zaman ilim, müzik, tıp ve sanat alanlarında dünyanın en ileri uygarlıkları olmuşlardır. O zamanın en iyi bilim adamları Anadolu’dan çıkmıştır. İşte bu bilim adamları hakikaten Osmanlı medeniyetinin dorukta olduğu zaman diliminde değerli çalışmalar yapmışlardır. Ancak bu gün bu çalışmaların tabiri caiz ise “up date” edilmesi yani güncelleştirilmesi gerekmektedir. O zaman yapılan tespitlerin, bu günün bilimsel metotlarıyla ispat edilmesi şarttır. Aksi halde ileri sürülen tezler birer kuru gürültüden ve bir folklorik özellikten öteye gidemez.
- Yapılan bu çalışmalardan bahseder misiniz?
- Bilinen ilk tıp fakültesi olarak nitelendirilen ve 1154′de Türk Atabegi Nurettin tarafından Şam’da yaptırılmış olan Nurettin Hastanesi’nde akıl hastalarının müzikle tedavi edildiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Bu tedavi yönteminin bu hastanede 17. yy a kadar devam ettiğini yine kaynaklar bize bildiriyor. Evliya Çelebi 1648′de burayı ziyaret etmiş ve seyahatnamesinde buradaki uygulamadan bahsetmiştir. Burada “hüznün yok edilmesi için (def-i gam için) günde üç defa güzel sesli hanende ve sazendelerin fasıl” yaptıklarını detaylı bir şekilde anlatmıştır. III. Selim zamanında Gevrekzade Hasan Efendi’nin çocuk psikiyatrisi ve çocuk hastalıklarında makamların etkilerini incelediğini ve bunu bir kitap haline getirdiğini görüyoruz. Bu kitapta mesela rast makamının felçlilere iyi geldiği, ısfahan makamının zekayı açtığı, büzürk makamının korkuyu azalttığı gibi bir çok araştırma sonucunu görebiliyoruz.Yine 13. yy da yaşamış olan Safiyüddin Abdülmümin “Zübde-i Makale-i İlm-i Musıki” isimli kitabında” makamların insan ruhuna rast gele değil, belli vakitlerde etki ettiğini” bildirmiştir. Mesela kuşluk vaktinde rast, ikindi vaktinde ırak, gün batımında ısfahan, akşam neva gibi.. Hatta enteresan tespitlerinden biri de insanların renklerine göre musıki zevklerinin farklılık gösterdiğidir. Buna göre esmerlerin rast, kumral ve sarışınların kuçek makamı ve benzerlerinden etkilendiği yazılmıştır. 19 yy’da yaşamış Haşim Bey tarafından yazılmış Haşim Bey Mecmuası’nda yine o zamana kadar yazılmış olan musıki ile tedavi çalışmaları gözden geçirilmiştir. İşte çok kısıtlı olarak günümüze aktarılabilmiş eserlerden anlıyoruz ki Farabi, El Kindi ve İbni Sina’dan musıki ve ruh bilgisini alan Selçuklu ve Osmanlı hekimleri musıki ile tedavi konusunda bir çok araştırma ve uygulama yapmışlar ve bunları risaleler ve kitaplar halinde aktarmaya çalışmışlardır.
- Günümüz tıbbi imkanlarını kullanarak bu konuda yapılan çalışmalar var mı?
- Bu konuda Türk Müziği açısından esaslı çalışmaların olduğunu söyleyemeyiz. Bir iki grup bunu uygulamaya çalışıyorlar, ancak bu uygulama folklorik etkiden pek öteye gidememektedir. Dünyada müziğin etkisi bir çok üniversitede moleküler ve elektrofizyolojik düzeyde incelenmekte ve klinik çalışmalarla bu bulgular desteklenmektedir. Bu konuya büyük bir rağbet vardır. Bir çok uluslararası kuruluş ve dernek müzik ve tedavi konusunda seminerler, konferanslar ve eğitim organizasyonları düzenlemektedirler.
- Rehabilite eden bu eserlerin mutlaka canlı icra edilmesi mi gerekiyor, yoksa kişi bunları CD ve kasetten dinleyerek aynı sonuca ulaşabilir mi?
- Bunun ideali canlı icradır. Çünkü canlı icrada arada olabildiğince az perde vardır. O esnada müzisyenler, hastalar ve hekim bir ahenk içinde olmakta, birbirlerine pozitif enerjilerini aktarmaktadırlar. Orada insan faktörünün önemini bir kez daha idrak eder ve yeryüzünde ne varsa musıki de dahil insanda tekamül ettiğini hissedersiniz. Bu yüzden canlı icra etki ve verimlilik açısından çok önemlidir. Ancak bu olmazsa olmaz bir kural değildir. Çok iyi ve bilimselliğe uygun kayıtlarla da insanları nasiplendirmek mümkündür.
- Günümüz gençliğinin klasik Türk müziğine ilgisi var mı? Yeterince değilse sizce bunun sebepleri nelerdir?
- Günümüz gençliği başka bir milletten olmadığına göre bu müzikle ilgileri olduğu kesindir. Kendileri bunu inkar etse genleri her şeyi ele verir. Kültürün kalıtım yoluyla aktarıldığına dair genetik çalışmaların yayınladığı çağımızda artık bilim bunu inkara izin vermemektedir. İnsanoğlunun kalıtımla kazandığı özellikleri daha sonra bir çok faktörden etkilenir ve revize olduktan sonra yeni şekliyle yaşanmaya devam eder. Musıki duygusu ve zevki doğuştan aktarılan bir bilgidir. Ancak psikolojik ve sosyal etkenler bu bilginin yalın haliyle yaşanmasını engeller ve bazen farklı bir bilginin yüklendiği izlenimine sebebiyet verir. Esasen, özde varolan bilgi hiçbir zaman kaybolmaz ve aradığı, hissettiği o genlerindeki tınıyı bulduğu an harekete geçer. Bu günün gençliğine genlerinde var olan bu hissi yaşatacak tınıyı sunduğumuzda, gençliğin bu musıki ile ne kadar ilgili olup olmadığını apaçık görürsünüz. Musıkide taassuba yer yoktur. Her şey tabii seyri içinde değerini bulur ve yaşanır. Ne demiş atalarımız;”su akar yatağını bulur”.
- Sanatta popülizme kayanların sesi daha çok duyuluyor ama klasik icra yapanlar yeterince bilinmiyor? Bunun riskleri nelerdir sizce?
- 1980′li yıllardan sonra özellikle pop ve arabesk çok dinlenen, büyük bir halk kitlesi tarafından da arzu edilen müzik türleri olmuşlardır. Burada iki faktör rol oynamıştır. Birincisi halka arz edilen müziğin bu türlerden seçilmiş olması ve bunu teşvik eden yapan müzik patronlarının türemesi, ikincisi de bu müziği söyleyen kişilerin halkla çok kolay irtibata geçirilebilmesidir. Yıllardır ekonomik ve siyasi sebeplerden dolayı aydını ile irtibata geçememiş olan halk, bu müzik türleri sayesinde kolayca ulaşabilecekleri bu medyatik şarkıcıları karşılarında buldu. Sosyoekonomik, psikolojik ve kültürel faktörlerin de körüklemesi ile hortlayan bir ne idüğü belirsiz müzik anlayışı ortaya çıkıverdi. Klasik icra eden insanlara kapılar kapatıldı. Öyle ki devlet radyo ve televizyonlarında bile klasik icra adeta dışlanır oldu. Bu tavır karşısında bir çok değer, bir çok ünlü ses sanatkarı küstürülmüşlüğün de etkisi ile köşelerine çekildiler, birkaç musıkışinas teşvikçinin yardımı ile parmakla sayılabilecek kadar az eserler verebildiler. Özetle, sunulan ve teşvik edilen kalitesiz müzik büyük bir halk kitlesini kontrolü altına aldı, sonrasında kaliteli müziğe karşı bir direnç gelişti ve bu gün ki tükenmişlik noktasına gelindi. Çok saygıdeğer hocam Dr. Alaeddin Yavaşça bir konuşmasında; ” Önce Türk Musikisinin bittiğini kabul etmeliyiz. Bu kabulün ardından neler yapabiliriz, yeniden yapılandırmayı nasıl gerçekleştiririz onun hesabını yapmalıyız ” demişti. Evet sıfırdan başlamak en iyisi bence.
- Bekir Sıtkı Sezgin ile Zeki Müren arasında sanat bakımından ne gibi farklılıklar vardır sizce? Zeki Müren “Sanat Güneşi” olarak herkes tarafından bilinirken Bekir Sıtkı’yı neden sadece meraklıları tanıyor?
- Efendim, burada bir önceki sözlerimde belirttiğim faktörlerin çok büyük etkisi olmuştur. Zeki Müren talep edilenin ve şöhretin esiri olmuş ve doğru yolda sebat edememiştir. Bekir Sıtkı Sezgin gibi üstatlar ise her zaman arz eden olmayı yeğlemişler, klasik müzikten, onun ruhundan, maneviyatından ödün vermemişlerdir. Kendilerini rahmetle anıyorum. Hakikaten bu fetret döneminde böyle hocalarımız olmasaydı bu gün geçmişi ile irtibata geçemeyen bir nesil olabilirdik.
- Günümüzde Klasik Türk Müziğini doğru icra edenler arasında kimleri sayabilirsiniz?
- Bu konuda otorite değilim, takdir etekten de hicap duyarım, ancak Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça bir başka ses, bir başka tarzdır bana göre. Bunun yanında Bekir Sıtkı Sezgin, günümüz sanatkarlarından Münip Utandı, Adnan Mungan, Meral Uğurlu ve bunun gibi şimdi aklıma gelmeyen bir çok ses mevcuttur.
- Bu sanatta “Sahne sanatı”nın iyi olması mı önemli, yoksa eseri doğru okumak mı?
- Sahnenin iyi olmasının bir zararı yoktur, ancak tek başına şovdan ileri gidemez. Eğer tek başına sahne performansı ile insanları etkilemeye çalışırsanız, müptezelleşmeye mahkum olursunuz. O yüzden her şeyden önce iyi ve doğru bir icra önemlidir. Ancak iyi ve kaliteli icranın dikkat çekebilmesi ve varlığını hissettirebilmesi için tarzına uygun bir sahne performansının da çok büyük bir etkisi vardır.
- Günümüz Türk Müziğinde yeni beste kafi derecede üretilebiliyor mu?
- Üretiliyor ama biz bunları duyamıyoruz. Çünkü destek yok. Bir gün bunları destekleyen bir kitle oluşursa birer birer ortaya çıkacaklar.
- Son dönem üretilen bestelerde Türk müziğinin o yüksek duygusunu bulabiliyor musunuz?
- Bunu duymak o kadar güçleşti ki. Yine Dedeler, Itriler, Hacı Arifler ile kapatıyoruz bu boşluğumuzu.
- İngilizce bir şarkı ile eurovizion şarkı yarışmasında birincilik almamızı nasıl karşıladınız?
- Bir reklam olayı olarak başarıdır. Ancak bir müzikal başarı değildir.
- Türk sazları arasında en sevdiğiniz hangisi, neden?
- Kanun ve tanbur
- Beş yüzü aşkın makamdan kendinize hangilerini yakın buluyorsunuz?
- Hakikaten hepsi dönem dönem ruh dünyama etki ediyor,ama hüzzam, muhayyer ve kürdilihicazkar favorilerim.
- Kendi bestelerinizden bahseder misiniz? Beste yaparken güfte ve beste -uyumunu sağlarken makam seçimini neye göre nasıl yapıyorsunuz? - Bestelerim diyebilecek kadar piştiğimi sanmıyorum. Olur ya bir gün hocalarım bu yazıyı okur, o zaman hicap duyarım. Beste denemelerim diyebilirim. Elimden geldiğince ruhumun sesini dinlemeye gayret ediyorum.
________________________________
http://www.mcaturk.com/mca_icerik_detay.php?icerikid=627
__________________________________
DR. ADNAN ÇOBAN
01.08.1968 yılında İstanbul’da doğdu. 1995 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Mezuniyet sonrası bir müddet SSK İstanbul Hastanesinde anestezi asistanlığı, Haseki Devlet Hastanesinde Genel Cerrahi asistanlığı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Ortopedi asistanlığı yaptı. Psikiyatri ihtisasını Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde tamamladı. Özellikle psikiyatri dışı hastalıklardaki ruhsal sorunlar, alkol ve madde bağımlılığı, şizofreni ilgi alanları içindedir. Birçok bilimsel projede yer aldı. Müzik ve beyin ilişkisini ortaya koyan birçok elektrofizyolojik araştırmaya imza attı. Hekimlik icraatının yanında Türk Musikisine olan sevgisi ve kabiliyeti doğrultusunda çalışmalar yapmakta, TRT’de ses sanatkarı olarak programlara katılmaktadır. Türk Tedavi Musikisi Uygulama ve Araştırma Grubu’nu (TÜTEM) kurdu. Müzikle tedavinin Türkiye’de bilimsel normlara uygun bir şekilde uygulanması için projeler hazırladı. Evli ve bir çocuk babasıdır.
_________________________________________
http://www.mcaturk.com/uzmanlarimiz.php?uzmanid=10