Ernst Praetorius ve CSO’da Alman Kültür’ün Kültürsüzlüğü… Mahiye Morgül


Toplam Okunma: 4748 | En Son Okunma: 28.04.2024 - 13:09
Kategori: Konserler

28 Kasım Cuma akşamı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında bir anısal konser vardı. Alman Yahudi şef Ernest Preatorius’un CSO’da şeflik yaptığı (1936-1946) dönemini anlatan belgesel film ve mektupları ile konser programı birleştirilmişti. Açış konuşması, belgesel film, Hindemith’e mektuplar, sonra konser, ara, sonra yine mektuplar, sonra konserin ikinci yarısı…

Konser ile konferans karışımı, konser sırasında slayt, gibi, tuhaflıklarla dolu bir programdı…

Orkestranın çalacağı eserlerin dışındaki bölümler Alman Kültür tarafından hazırlanmıştı, programın sponsoru onlardı. Belgesel filmde ve okunan mektuplarda hiç de sanatsal olmayan, Türkleri isim vermeden aşağılayan kolajlar vardı. Konser başlayana kadar, 60 dakika, seyirciye bunlar izlettirildi.

Önce konserin sponsoru sıfatıyla Ankara Alman Kültür müdürü, çok bozuk bir aksanla Türkçe açış konuşması yaptı; telaffuz edemediği sözcüklerde gülüp etrafına bakarak, baydırarak… Sonra sözde belgesel filmi izledik; komiklikler…

Örneğin, “Size bu adamı Avrupa’dan yemeniz için getirmedik” cümlesi, bir dinletiye nasıl girer? Burada, Ankara’da yamyamlar mı vardı? Avrupa’da öldürülmekten kaçtıklarını, orada aç ve işsiz kaldıklarını unutmuş gibi… Bunu diyen, bu konserde saygıyla andığımız ERNEST PRAETORİUS olabilir miydi? (Şef Periatoros’un baba tarafı Kafkas kökenli olmalı, soyadı öyle diyor, Kafkasya’nın antik adı Peria Toros/ Darius İberyası’dır.)

Şefin, Hindemith’e yazdığı mektuplardan kesilip alınmış ve kolajlanmış bozuk cümleler defalarca sahnedeki ekrana büyütülerek verildi. Güya Türkçeyi iyi öğrenmişti ve Hindemith’in yanlışlarını düzeltiyordu. Oysa, Türkçe öğrenmeleri koşuluyla onlara burada iş verilmişti, bundan hiç söz edilmedi. Türkçemizle alay edercesine, o mektuplarda sanata dair hiç söz yokmuş gibi, bozuk cümleler ve sözcükler, daire içine alınmış veya altı çizilmiş halde defalarca ekrana getirildi, taciz edercesine gözümüze içine sokuldu!

Periatoros’un mektuplarına göre, Türk dinleyicisi konserde sandalye gıcırdatırmış. Birinde dayanamamış dinleyiciye dönüp “eşek” demiş! Bunu anlatırken, “eşek” geçen cümle büyütülerek ekrana getirildi, hepimiz eşek yerine konduk!

Oysa, o yıllarda tahta sandalyelerde oturulurdu, o yoksul halimizde bile bu Alman şefe maaş veriyorduk, üstelik Ahmet Saygun’un şefliğini elinden alıp ona vermiştik.

Saygun’un şeflik eğitimini Periatoros’tan aldığını söyledi sunucu, bunu program metnine de yazdılar. Oysa o gelince Saygun işsiz kaldı ve İstanbul’a gitti. Periatoros 1946’da ölünce (Cebeci mezarlığındaki Protestanların yanına gömüldü) Saygun, 10 yıl aradan sonra tekrar Ankara’ya CSO’daki şeflik görevine dönebilmişti.

Bunları atlayıp diyor ki, “Adnan Saygun şeflik eğitimini ilk ondan aldı”. Bununla bize adeta “Siz bir şey bilmiyordunuz, biz size öğrettik” diyordu. Oysa, 1933’de kapitalist krizden işsiz kalan Avrupalı Yahudi bilim adamları doluştu ülkemize ve bunu bize Nazilerden kaçmışlar gibi anlatıp dururlar. Gerçek şudur ki, uygarlık buradaydı, onun için gelmişlerdi ülkemize.

Ne çelişkidir ki, Gülsin Onay’ın çalacağı eser, “şef sopasını tutmayı Ernest’ten öğrenmiş olan(!)” Adnan Saygun’un piyano konçertosuydu!

Belgesel filmde ropörtajlar vardı ve çekim hataları kesilmemiş, olduğu gibi duruyordu. Eğer çekim hatası filmde duruyorsa, konuya ve konuşmacıya saygısızlıktır, yapılan işin ciddiyetsizliğini gösterir. Bu anlamda izleyiciye de saygısızlıktır.

Örneğin Muammer Sun ile yapılmış olan ropörtaj, bir başka yerden alınmış buraya monte edilmişti. Muammer Sun, Atatürk’ün “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilmesidir” sözünü anlatıyordu. Bu programda anılan şefle hiç ilgisi yoktu. Sayın Sun’un söze başlamadan önce telefonu kapatırken gülerek kameraya bakan bir görüntüsü verildi, ki bu an çekim hatası olan andı, kesinlikle montajda makaslanmalıydı, kurguya girmemeliydi. Belli ki bu, Sayın Sun’un bilgisi ve onayı dışında yapılmıştır. Üstelik değerli bestecimiz Muammer Sun, sağdır ve Ankara’da her an kendisine ulaşılacak bir mesafededir.

Yine ropötaj yapılanlardan, CSO’nun eski müzisyenlerinden yaşlı bir obuacı, söze “Hay Allahım yarabbi” diye başlıyor, salon ona gülüyor. Sonra bu müzisyen, keman öğrencisiyken neden obuaya geçtiğini anlatıyor; “obua çalan bir arkadaşı verem olmaktan korktuğu için”, onunla çalgısını değiştiriyor?! Bu ayrıntı, konserdeki ana konudan uzaktır, fakat Türkleri aşağılamak isteyenler için önemlidir; dinleyici gülmeye devam ediyor!

Konser bir türlü başlamıyor, biz de nezaketimizden bu mektupları ses çıkarmadan izliyorduk. Bütün masrafları benim vergimle karşılanan bir salonda, elimiz mahküm, dinledik; postmodern kölelik bu olmalı!

Ernest’in bir de kedisi varmış, kedisinin nasıl öldüğüne kadar öğrendik!

Artık mektup okumayı kessin de konser başlasın diye arka sıralardan sesler gelmeye başladığında anlatıcı sözünü bitirdi, ikinci yarıdan sonra devam edecekti.

Sıra geldi konsere.
Algılama düzeyimiz bu kadar geriye çekildikten sonra ve bir saat boyunca mikrofondan gelen sesi dinleyerek işitme eşiğimiz yükselmiş olarak, yani kulak zarımız kalınlaşmış olarak, piyanissimo sesleri duyamaz haldeyken Hasan Ferit Alnar’ın “Prelüd ve İki Dans” adlı eserini, arkasından Adnan Saygun’u dinleyecektik.

Aynı sorun müzisyenler için de geçerliydi, piyanist Gülsin Onay için de; piyanissimo sesleri duyamayacak, hiç birimiz gereken müzikaliteyi yaşayamayacaktık! Bizi tuttukları taciz ateşinden onlar da kuliste bekleşirken nasiplenmiş olmalıydı.

Orkestra, alkışlarla sahneye girdi. Ellerini bir saat önce ısıtmışlardı, şimdi bu bir sorundur. Bu psikoloji içinde konser başladı. Sahnedeki ekrana eski bir fotoğrafın görüntüsü geldi, üzerine kötü bir ışık verildi, ne olduğu tam seçilemiyor ve dinleyicinin gözü orkestradan çok bu resme kaçıyordu. Resmin üzerine kontrabasın sapından gölge düşüyordu, hareket ettikçe dikkat oraya gidiyordu.

İkinci eserde alkışlarla Gülsin Onay, her zamanki güzelliğiyle piyanoya geçti. Bir buçuk saat, 21.30’a kadar beklemek zorunda kalmıştı. Bir solistin konser için yaptığı ısınma çalışmasının arası bu kadar açılamaz! Konçerto çalan bir soliste bu yapılamaz!
Bu salonda yeni tadilat yapıldı ve salonun akustiği dışında her şey, ışık ayarından mikrofon ayarına, sahnesinden video kurgusuna kadar, hemen her şey bu akşam bozuktu. Sağ gözüm salondaki ve sahnedeki ışığın bozuk olduğunu sinyal verdi, ağrımaya başladı, yaş geliyordu, ikinci yarıda kalamazdım. İkinci yarı yine malûm mektuplarla başlayacaktı!

Orkestraya acıdım; ikinci yarıda yine önce bir saat konferans dinleyip, kasları soğumuş olarak ve iki buçuk saattir bu salonda bekletilmiş insanlara çalacaklardı, kendileri de bekletilmiş olarak!

Bütün bu olanlar, müzik pedagojisini, konser kültürünü ve Klasik Müziği aşağıya çekmek, giderek çöpe atmaktır! Görkemli bir salon, ama içerde sanat soluksuz bırakılmış, boğuluyor!

Sonra, bu masraflı salonlar neden boş kalıyor diyeceğiz, aynı kişiler bu kez Türkler konser dinlemez, diyecekler. 1826’da İstanbul’da kurulmuş, 1924’de Atatürk’ün isteği üzerine Ankara’ya taşınmış, 182 yıldan beri konser veren bir Türk Orkestrası olduğunu yine bilmezden gelecekler.

Alman Kültür’ün hazırladığı bu konferans programı bir kültürsüzlük ve hepimize yapılmış bir saygısızlık örneğidir. Bu arada belirtmeliyim ki, Alman vatandaşı da olsa, Yahudi kökenlilere ait yapılan bütün programların Ankara’daki sponsoru İsrail Büyükelçiliğidir.
Kültür Bakanlığımız bu “sözde” belgeselin bir daha kullanılmaması için gereken girişimleri yapmalı ve Alman Kültür’ün sorumluları, özellikle Muammer Sun’dan özür dilemelidir.

29.11.2008
Ek: “Ernst” gibi, Türkçe okunuşunda sorun olan isimler, Türkçe okunabilir şekilde, tıpkı Çaykovski yazdığımız gibi, Ernest yazılmalıdır.

**************************************
İlgili Konserin duyuru ve tanıtım metni (Musiki Dergisi):

 

Dr. Ernst Praetorius (1880-1946)
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür ve sanat alanlarında yapılandırma çalışmaları çerçevesinde Atatürk tarafından Türkiye’ye davet edilen birçok Alman uzmandan biri olan Dr. Ernst Praetorius uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şefi olarak görev yapmıştır.

1933 yılında Nasyonal Sosyalistleri protesto amacıyla Weimar Operası’ndaki genel müzik direktörlüğü görevinden istifa etmiştir. Yurdumuzdaki evrensel çoksesli müzik eğitimi ve kurumlarının programlarını oluşturmakla görevlendirilmiş olan besteci Paul Hindemith’in önerisi üzerine 1935 yılında Ankara’ya gelmiştir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yöneticiliğine getirilen Praetorius kısa zamanda Türkçe öğrenmiştir. Praetorius zamanında Türk bestecilerinden Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazim Akses şeflik değneğini ilk kez ellerine almışlardır.

Praetorius’un mezarı Ankara/Cebeci’dedir ve Anıtkabir’de de bir fotoğrafı asılıdır.

Program

Belgesel film: Ernst Praetorius „Weimar’dan Ankara’ya“

Hazırlayanlar: GISAM/ODTÜ ve Weimar Bauhaus Üniversitesi öğrencileri

E. Praetorius’un P. Hindemith’e yazdığı mektuplardan bölümler

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konseri

Hasan Ferit Alnar

İki Dans

Ahmet Adnan Saygun

Piyano Konçertosu Nr. 1 op. 34

A r a

Mektuplardan bölümler

L. v. Beethoven

5. Senfoni do minör op. 67

Şef/Dirigent: Rengim Gökmen

Solist / Solistin: Gülsin Onay, Piyano/Klavier

Goethe Instıtut ‘ün katkılarıyla…
Web sayfası : www.goethe.de/ankara




Hoşgeldiniz