Türkiye’de Gerçek Manada Müzik Eleştirmenliği ‘Yapamıyoruz’: Önder Kütahyalı


Toplam Okunma: 7807 | En Son Okunma: 25.04.2024 - 13:46
Kategori: Röportajlar

Yeni yetişen gençlere, ‘kıssadan bir hisse olur’ umuduyla, Türkiye’nin önde gelen müzik eleştirmenlerinden Önder Kütahyalı’yı İzmir Fuarında, İzmir Görme Özürlüler Kitaplığı standında bulduk. Kendisiyle, müzik eleştirmeni kimdir, kime denir, nasıl olunur, Türkiye’de müzik eleştirmenliğinin geçmişi ve şu anki yapılanması üzerine konuştuk. Seval Deniz Karahaliloğlu…

Seval Deniz Karahaliloğlu – Söze, ilk önce mesleğin tanımıyla girelim. Müzik eleştirmeni kime denir?
Önder Kütahyalı – Müzik sanatını çok iyi bilen ve onun icrasını, yorumunu, müziğin verilerine göre olumlu ya da olumsuz yönde eleştiren kişiye denir.

SDK – Peki, müzik eleştirmenliği neden bu kadar ‘önemli’?
Önder Kütahyalı - Müzik eleştirisi, müzisyenlerin kendi yollarını bulmaları açısından çok önemli bir gereksinme. Bunu şuradan anlıyoruz. Daha 1930’lu yıllarda, çok değerli müzikoloğumuz ve hocamız Mahmut Ragıp Gazimihal, 1934 ve 1935 yılları arasında, 10 sayı ‘Müzik ve Sanat Hareketleri’ diye bir dergi çıkarmış. Bu dergide, müzik eleştirisinin kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunu söylüyor. Ve ‘müzik eleştirisi olmazsa, müzikte ilerleyemeyiz’ diyor. Onun kendi deyimiyle ‘‘tenkit’ mutlaka gereklidir’ diyor. Ve kendisi de buna yol gösteriyor. Örneğin 1935’de, besteci Hasan Ferit Alnar’ın (biliyorsunuz, iki yıl önce100. doğum yılıydı) ‘Prelüd ve İki Dans’ isimli eserini dinlemiş, eser seslendirilirken Hasan Ferit Alnar’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasını yönetmiş. Mahmut Ragıp Gazimihal, eseri çok beğenmiş. Göklere çıkarıyor. Çok güzel bir Türk yapıtı diyor. Özellikle, ‘müstehar makamını çok güzel kullanmış’ diyor ve övüyor. Buna karşılık, Lüks Hayat Operetini seyretmiş. Bunu da yerin dibine batırıyor. Hiç beğenmemiş, operet için ‘milli karnaval’ diyor. Mahmut Ragıp Bey’in bize gösterdiği bir yol daha var. Bu, dünyada daha çok uygulanan bir yöntemdir. Mahmut Ragıp Bey, radyo dinliyor ve radyoda dinlediği resitalleri veya konserleri eleştiriyor. Radyo eleştirisi yapıyor. Bunun sonu plak eleştirisine çıkar. Dünyada bir de plak eleştirisi var. Bunu, Türkiye’de ilk defa ben yaptım. Hikmet Şimşek’in plaklarını, rahmetli hocamızın isteği üzerine eleştirdim. Bu eleştirileri, ‘40+5 Yılın Ardından’ isimli bir kitapta topladık. Kitap, Hikmet Şimşeği kaybettiğimiz yıl, 2001 yılında, Kültür Bakanlığı Yayınlarından çıktı.

SDK – Bu eleştirileri yapabilmek için belli bir birikimin oluşması lazım değil mi?
Önder Kütahyalı – Kesinlikle. Bu meslek, bir müzik parçası çalarken onun tonunu, modülasyonlarını, yapısını, formunu, biçemini, hangi dönem yapıtı olduğunu anlayacak derecede müzik bilen bir kişinin yapacağı bir iştir.

SDK – Peki, ülkemizde müzik eleştirmenleri nasıl yetişiyor?
Önder Kütahyalı – Hiç bir şekilde yetişmiyor. Şimdiye kadar, herkes kendi çabasıyla müzik eleştirmeni oldu. Müzik eleştirmeni olarak ortaya çıkan insanlar, ciddi bir müzik eğitimi yapmış, konservatuar eğitimi almış ya da besteci olacak veya icracı olacak yolda kendisini yetiştirmiş kişiler oluyor. Konservatuar eğitiminin dışında, kendisini besteci olarak yetiştiren kişilere örnek olarak, İlhan Kemal Mimaroğlu’nu verebiliriz. Konservatuardan mezun olmamış ama kendisini icracı ve müzik eleştirmeni olarak yetiştirmiş başka bir isim ise rahmetli Faruk Güvenç. Tabii ki konservatuar mezunu eleştirmenlerimiz de var.

SDK – Türkiye’de müzik eleştirmenliği konusunda eğitim veren okullar var mı?
Önder Kütahyalı – Maalesef bu tip okullar Türkiye’de yok fakat son zamanlarda, güzel sanatlar fakültelerine bağlı müzikoloji bölümleri açıldı. Kesin olarak emin olmamakla birlikte, bu bölümlerde müzik eleştirmenliği dalı olabilir. Buralardan mezun olan kişiler de müzik eleştirmenliği yapabilir.

SDK – Müzik eleştirmenliği kurumu Türkiye’ de yerleşmiş bir kurum mu?
Önder Kütahyalı – Hayır, yerleşmiş bir kurum değil. Müzik eleştirmenliği yapabilmek Türkiye’de çok güç. İki engel var. Birisi, müzikçiler birbirlerini yakından tanıyorlar. Eleştirmen, bu yakından tanıdığı insanları eleştirmeye çekinebiliyor. Araya mesafe koyamıyor. İkincisi, Türkiye’de müzik eleştirmenliğinin en güç yanlarından biri ve en önemlisi, müzisyenlerin eleştiriye dayanamamaları. Yani, bir eleştiri yaptığınız zaman, onlar da sizi eleştiriyorlar. ‘Neden böyle yazdın, neden böyle yaptın’ diyerek sizden hesap sormaya kalkabiliyorlar. Mesela, ben şu anda adını vermek istemediğim bir piyaniste, ‘biraz sert çaldı’ dedim. ‘Sen böyle yazdın diye beni festivale çağırmayacaklar şimdi’ dedi ve beni fena halde suçladı. Oysa hiç ilgisi yok. O akşam öyle çalmış olabilir. Kaldı ki ben yazdım diye niye festivale çağırmasınlar ki? Ama böyle bir hassasiyet var. Benim başıma gelmedi ama bir arkadaşıma gece yarısı saat 12.00’de, ‘neden bunu böyle yazdın’ diye telefon edenler oluyormuş. Yani, eleştiriye hiç dayanamıyorlar.

SDK – Bu durumda, müzik eleştirmenlerinin belli bir yaptırım gücü var diyebilir miyiz?
Önder Kütahyalı – Hayır, ona yaptırım gücü diyemeyiz. Belki, etkileyebiliyor. Bazı kişiler müzik eleştirmenine güven duyuyorlar. Onun doğru söylediğine inanıyor ve yazılan eleştiriye göre, o sanatçının değeri hakkında bir karara varabiliyorlar. Ama bu bir yaptırım değil.

SDK – Müzik eleştirisi denince, akla hemen olumsuz anlam içeren bir yazı geliyor. Gerçekten öyle mi?
Önder Kütahyalı – Eleştiri dediğiniz zaman sanki yazar bir kusur bulacakmış gibi anlaşılıyor. Halbuki yazarın beğendiği şeyler de olur beğenemediği şeyler de olur. Yani, olumlu yönde de eleştiri yapılıyor. Tabii o zaman sanatçıyı yüreklendiren bir eleştiri oluyor. Olumsuz yönde de yapılıyor. Eleştirinin sanatçıyı gücendiren değil, ‘uyaran’ bir yanı olması lazım. Yorumcu olumsuz eleştiriyi, kendisine ışık tutan bir uyarı olarak algılamalı ve icrada aksayan yönleri düzeltme yoluna gitmeli. Böyle yapılırsa, hakikaten hem müzik eleştirisi ilerleme gösterir, hem de Türkiye’de yapılan müziğin niteliği yükselir.

SDK – Bu da müzik eleştirmenlerine belli bir sorumluluk getiriyor değil mi?
Önder Kütahyalı – Tabii ki. Sorumluluk gerektiren bir meslek bu. Ben, yazdığım zaman enine boyuna düşündüğüm olur. ‘Bazen bunu yazayım mı, bunu söyleyeyim mi’ diye düşünürüm. Her şeyi yazmak doğru değil. Özellikle, müzik eleştirmenliğinin Türkiye’deki konumu düşünüldü zaman. Nadir Nadi döneminde, Cumhuriyet Gazetesi’nde, Cumartesi günleri yazan bir müzik eleştirmeni vardı. Bir gün Nadir Nadi, bu müzik eleştirmenini çağırır ve ‘Bak oğlum, sen müzik üzerine yazacaksın ama bizim Türkiye’de klasik müzik sanatını yaymamız gerekiyor. Onun için kendini tut. Öyle acı, kaka eleştiriler yapma. Olumlu şeyleri yaz’ diye öğüt verir. Hakikaten de o öyle yapardı. O bakımdan mutlaka bir sorumluluğumuz olduğu kesin.

SDK – Şimdilerde baktığınızda, hemen hemen herkes müzik eleştirmenliği yapıyor. Neredeyse, elinizi kaldırsanız bir müzik eleştirmenine çarpacaksınız gibi bir durum var.
Önder Kütahyalı – Maalesef öyle oldu. Oysa ben, Evin İlyasoğlu ve Filiz Ali. Biz kendimize müzik eleştirmeni değil ‘müzik yazarı’ demeyi tercih ediyoruz. Çünkü demin söylediğim nedenlerden dolayı kendimizi eleştirinin bütününü yapan insanlar olarak görmüyoruz. Çünkü yaparsak, bu sefer biz eleştiriliyoruz. Çevremizdeki insanlar bizi tanıyor, biz onları tanıyoruz. O yüzden, eleştirinin tam hakkını vererek yapamıyoruz. Sadece, belli bir izlenim vermeye çalışıyoruz.

SDK – Müzik eleştirmenliği gerçek manada yapılmış olsaydı, Türkiye’de nasıl yapılmalıydı?
Önder Kütahyalı – Bir çok kusurlu konser var veya çaldığı zaman yorumlarında bir çok kusur olan sanatçı var. Bunları yazardık. Örneğin, Ankara Operasından bir kemancı, iki yıl önce İzmir’e geldi. Çaykovsky’nin keman konçertosunu çaldı. Çok kötü bir konserdi. Sanatçının düzeyine göre Çaykovsky iyi bir seçim değildi, çok ağırdı. Belki bir Mozart konçerto ya da bir Mendhelson konçerto çalsaydı daha iyi olabilirdi. Gerçek bir müzik eleştirisi yapılsaydı, benim bunu, bu şekilde yazmam gerekirdi. Ama yazamadım.

SDK – Yani, böyle durumlarda susmayı mı tercih ediyorsunuz?
Önder Kütahyalı – Bazen hiç eleştiri yapmadan eleştirmiş oluyorum. Geçenlerde İzmir’e ünlü bir sanatçı geldi ve Jack İber’in bir konçertosunu çaldı. Gelen sanatçı benim hiç tutmadığım ve o üne nasıl kavuştuğunu hiç anlamadığım bir sanatçı. Ben yazımda, falanca İzmir’e geldi ve şu parçayı çaldı dedim. O kadar. Ama nasıl çaldı? İşte o konuda hiç yorum yok. Bu da eleştirmeksizin bir eleştiridir.

SDK – Peki, bu ‘eleştirmeksizin eleştiri’ adreslere ulaşabiliyor mu?
Önder Kütahyalı – Hiç sanmıyorum.

SDK – Doğru bir eleştiri yazısı kaleme alabilmek için nelere gereksinim var?
Önder Kütahyalı – Bir kere eleştiri yapacak olan insanın kendisini müzikte çok iyi yetiştirmesi gerekiyor. Dün bir konser dinliyordum, konserde piyanonun ‘la’ sesinin üzerindeki ‘re’ sesi, öbür seslere göre biraz tenekemsi çıkıyor. Belki de piyano tuşunun çekicinde bir arıza olabilir. Keçesinde bir aşınma olabilir. Öbür sesler normal çıkıyor. O ses böyle biraz sert, madeni çıkıyor. Bunu bile anlayabilecek kadar dikkatli bir dinlemeye, müziğin gövdesini, bünyesini çok iyi anlayabilecek bir birikime ihtiyaç var. Bunun yanı sıra, müzik eleştirmeninin yazdığı yazının çabuk, kolay okunan bir yazı olması gerekiyor. Ayrıca, yazının ne çok uzun, ne de çok kısa, yani dengeli olması lazım. Uzunluk bakımından konuyla denk düşen bir yazı olması için lafı fazla gevelememesi, açık, net olması gerekiyor.

SDK – Yeni nesil müzik eleştirmenleri kendilerini nasıl yetiştirmeli ve nerelerden beslenmeli?
Önder Kütahyalı – Bir kere yabancı dil bilmeleri lazım. Dünyada, büyük gazetelere, müzik dergilerine yazan çok iyi müzik eleştirmenleri var. Onların yaptığı eleştirileri okuyarak kendilerine yol çizmeleri gerekiyor.
______________________________________
http://www.elelebizbize.com/divitt/new/index.php?route=view_det&id=392




Hoşgeldiniz