Ölümünün 48. Yıldönümünde Sadettin Kaynak(1895-1961)… S. Zeki Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 4763 | En Son Okunma: 07.05.2024 - 21:52
Kategori: Tarih ve Anılar

3 Şubat’ lar Türk Musıkisinin en popüler bestekârının fanî hayattan ebedi hayata göç edişinin yıldönümleridir… Geleneksel musıkinin yavaş yavaş yeniden gündeme geldiği günlerde Kaynak, istisnasız en popüler bestekârdır. Yaşadığı dönemde Türk musıkisini yozlaştırdığı iddiasına maruz kalsa da, ölümünden sonra iyiden iyiye bir ekol haline gelir. Bu gün dahi Türk Sanat Müziği başlığı altında radyolarda icra edilen şarkıları halen büyük bir beğeni ile dinlenilmektedir. Ona “Fantezi” yi klâsikleştiren adam dersek mübalağa etmemiş oluruz…

Ölümünün 48. Yıldönümünde Sadettin Kaynak… S. Zeki Çavdaroğlu

3 Şubat’ lar Türk Musıkisinin en popüler bestekârının fanî hayattan ebedi hayata göç edişinin yıldönümleridir. Sadettin Kaynak çok büyük bir bestekâr oluşunun ötesinde, Türkiye’ nin değiştirdiği rejimiyle birlikte, müziğinin de bir değişim geçirmesini arzulayan Devlet’ in, yapay zorlamalarla ortaya koyup, neticede bir açmaza girmesine karşılık, ürettiği ekolüyle, Osmanlı’ dan miras musıkimizin aslî yapısına ve sistemine hiçbir zarar getirmeden, arzulanan değişimi büyük ölçüde gerçekleştiren bir öncüdür.
Cumhuriyet’ in özellikle kültür ve sanatta “ideolog”u olan Ziya Gökâlp’ in hiçbir bilimsel arka plânı olmayan , tamamen anti elitist Osmanlı önyargısından kaynaklanan subjektif düşüncesinden yola çıkıp , Türk Halk Müziği ve Klâsik müziğinin farklı damarlardan beslenen iki ayrı müzik iddiasının asılsızlığını , yaptığı bestelerle kanıtlamıştır. Bu besteler de Türk milleti tarafından büyük kabul görmüştür. Devletin yıllardır destek verdiği Kaynak’ ın çağdaşı olan çok sesli müzik bestecilerinin değil besteleri , isimlerinin dahi çok dar bir kesim dışında Türk insanınca hatırlanmaması ise onun başarısının en bariz göstergesidir.

Nitekim o , özellikle “ …halk musıkimizin bölgesel motiflerini derinlemesine incelemiş , bu motifleri sanatkâr benliğinde yoğurarak bir form ortaya koymuş , şarkı ile türkü arası bir özellik taşıyan eserlerinde ustalıkla kullanmıştır. Bu gibi eserleri o kadar başarılı olmuştur ki , bazıları halk musıkimizin otantik eserleri ile karıştırılmıştır. ( Bu gün Erzincan yöresinden derlenmiş bir türkü olarak halk musıkisi programlarında söylenen ‘ Çıkar yücelerden yumak yuvarlar’ güfteli türkü , Kaynak’ ındır ve Muhayyer makamındadır. ‘ Hurmalar altında Cemile ‘ adındaki Arap filmi için bestelenmiş, Müzeyyen Senar tarafından okunmuştur. M.N.Ö) Bu gibi eserlerini bestelerken yine bu yörelerde çok kullanılan Hüseynî , Gerdaniye , Muhayyer gibi makamları seçmiş ve çoğuna ‘dağî’ özellik vermiştir. ‘ Güneş’ , ‘Fırat’ . ‘Gurbet mektubu’ , ‘Ağlarım çağlar gibi’ , ‘Batan gün kana benziyor’ , ‘Bağrıma taş bassaydım’ v.b. eserlerinde bu izlenimlerin bütün yansımalarını , renk ve kokularını bulmak mümkündür.Hatta bu folklorik etki başka eserlerinde de hissedilir…” (1)

Hacı Arif Bey’le başlayan “şarkı” formunun saltanatı, Şevki, Rıfat, Rahmi Bey’ ler eliyle ileriki yıllara büyük bir başarı ile taşınmıştı. 1930’ lardaki “inkılâp” adı altında Türk musıkîsine karşı başlatılan kampanya sonucunda, bu nehir ister istemez kendisine yeni bir yatak arayışına geçecekti. Ne gariptir ki, bu arayışın mimarı da aynı zamanda bir ilâhiyat öğrenimi yapmış olan din adamı Kaynak olacaktı.

Gençlik yıllarında ses güzelliği ve yeteneği ile dikkatleri üzerine çeken Kaynak, Hafız Melek Efendi, Neyzen Emin Dede (Yazıcı), Hâfız Şeyh Cemal Efendi ve Muallim Kâzım (Uz) Beyler’ den aldığı musiki dersleri ile kendini yetiştirir. Ayrıca, Küçük Piyale Camii İmamı Hafız Cemal Efendi ile de hoca-öğrenci ilişkisi yaşar. Onunla daha ziyade, başta ilâhi, durak ve kaside formlarındaki repertuvarını genişletir. O kadar musıkîye merak sarmıştır ki, ileri derece öğrendiği nota bilgisini bile kendi çaba ve gayretleriyle elde etmiştir. Bu konada bir hocası olmamıştır.

Sadettin Kaynak, karakteristik olarak “Hafız-hanende” kuşağının, yani Münir Nureddin’in icrada yaptığı devrim öncesi, dönemin önemli ve son temsilcilerinden biridir.

Bir dizi inkılâp çerçevesinde, dinî ritüellerinin Türkçeleştirilmesi bahsinde, Türkçe ezan ve Türkçe Hutbe’ deki pilot uygulamaların da ilk aktörü Sadettin Kaynak idi. Kendisi o yıllarda Sultanahmet Camii’ nin imamıdır. İlk Türkçe Cuma Hutbesini nasıl okuyacağı kendisine bizzat Atatürk tarafından anlatılır. O da başı açık, fraklı ve papyon kravatlı olarak Cami mimberine çıkar ve emri yerine getirir. İslâmi geleneklere son derece aykırı bir eylem olan bu davranışın kefaretini belki de Türk Musıkîsi’ ne yapacağı katkılarla ödemek ister.

“…20. yüzyıl Türk Musıkîsinin ikinci dehası olan Sadedin Kaynak, Cemil (Tanburî) öldüğünde 21 yaşında ve 11 yıllık hafızdı. Cemil’ in saz musıkîsinde yaptığı inkılâbı, söz musıkîsinde yapacak olan ünlü fantezîlerini ise 1934’ ten sonra bestelemeye başladı…” (2)
Kaynak, eserlerindeki makam ve usul geçkileri ve melodik yapısında halka ait ezgileri de kullanmakla, her halde Hacı Arif Bey ekolü’ nün dışına çıkmış bestekârların önde gelenlerindendir. Bestekârlığa ilk adımını güftesi de kendisine ait olan “Hicrân-ı elem sine-i pür hûnumu dağlar” ı Hüzzam makamında besteleyerek başlar. 200’ e yakın bestesinde Geneksel musıkimizin bilinen bütün makamlarını kullanmakla birlikte, en çok rağbet ettiği makamlar başta Hicaz ailesi olmak üzere halk musıkisi motiflerini en çok kullandığı Hüseyni ve Muhayyer’ i, Nihavent, Hüzzam, Segah, Uşşak, Hicazkâr ve Acemaşiran makamları izler. Şarkı formu onunla daha da çok sevilecek ve yaygınlık kazanacaktır. Kaynak’ı n açtığı bu yolda daha sonra Selahaddin Pınar, Münir Nureddin Selçuk, Yesari Asım Arsoy v. d. bestekârlar da yürüyeceklerdir. Günümüze yaklaşıldıkça da, Hacı Arif Bey ekolünün klâsikleştiği, Sadeddin Kaynak’ın getirdiği çizginin de popülerleştiği görülecektir.

Geleneksel musıkinin yavaş yavaş yeniden gündeme geldiği günlerde Kaynak, istisnasız en popüler bestekârdır. Yaşadığı dönemde Türk musıkisini yozlaştırdığı iddiasına maruz kalsa da, ölümünden sonra iyiden iyiye bir ekol haline gelir. Bu gün dahi Türk Sanat Müziği başlığı altında radyolarda icra edilen şarkıları halan büyük bir beğeni ile dinlenilmektedir. Ona “Fantezi” yi klâsikleştiren adam dersek mübalağa etmemiş oluruz.

Sadeddin Kaynak , Hacı Arif Bey’ in belli bir şekil ve sisteme bağladığı şarkı formunu, yeniden ele alarak, o zamana kadar hiç denenmemiş çeşitli makam ve usul kalıplarını zorlayarak, şarkı formu içinde yumuşak melodik ve ritmik geçkileri dener ve son derece başarılı olur. Özellikle “fantezi”olarak tanımlanan serbest çalışmaları oldukça dikkat çekicidir. Meselâ: “…Sadettin Kaynak, ’LEYLÂ’ adllı yapıtıyla klâsik müziğin kurallarından uzaklaşmanın en çarpıcı örneğini vermiştir…” (3)

Kaynak bu bestesinde , o güne kadar Türk Musıkîsinde pek rastlanmayan birbirine zıt iki makam kullanır. Segâh ile başlayan eseri Nihavent’ le son bulur. Esere giriş serbesttir. Daha sonraki bölümlerde usul geçkileri ve çok güzel oturan senkoplar kullanılmıştır. Yine “Leyla” üzerine yaptığı “hicâzkâr” şarkısında da, değişik usul varyasyonları deneyerek güzel bir eser ortaya çıkarır.
Türk Musıkisi repertuvarına kazandıracağı eserlerin oluşmasında Kaynak’ın hayat serüveninde gerek Anadolu da, gerekse Avrupa ve Arap ülkelerinde yaşadığı yıllardaki gözlemleri büyük önem taşır.

1912’ de askerlik görevini yapmak için Diyarbakır’ a gider. Doğu ve Güneydoğu yöresinde bu vesile ile halk müziği konusunda bayağı bilgi sahibi olur.

Askerlik dönüşünde plâk yapmak üzere Almanya’ ya gider. Bu arada İtalya, Fransa ve Avusturya’ yı da gezme fırsatı bulur.
Kaynak bu gezilerini yaparken müzisyenliği yanında, bir sosyolog gözlemciliği ile bulunduğu çevrenin hayat tarzını, zevklerini, ,sevinçlerini de ayrıntılı bir şekilde inceler. Bu veriler ona oluşturduğu müzikte önemli ipuçları verir. Gerek makam, gerek usul ve gerekse güfte seçiminde ağdalı bileşimlerden oldukça kaçınır. Şarkılarının söz ve müziğinde belleklerde birkaç dinleme ile yer edecek olan motif ve cümleleri seçer. Kendisinden önce ekol olmuş Tanburi Mustafa Çavuş, III.Selim, Dede, Hacı Arif Bey, Muhlis Sabahattin gibi isimlerin tarzlarını da sentezleyerek yeni varyasyonlar oluşturur. Tabii ki onun bir fenomen olmasında yeni yeni oluşmaya başlayan bir plâk sanayi ve dönemin en etkili kitle haberleşme aracı olan radyoların önemi göz ardı edilemez.

Günümüzde Kaynak’ın Geleneksel musiki repertuvarına kazandırdığı kusursuz güzellik taşıyan 200’ e yakın eserinden ziyade, daha çok ticarî amaçla yaptığı film müzikleri gündeme getirilip, bu filmler üzerinden Türk Musıkisini yozlaştırdığı, arabeske zemin hazırladığı gibi haksız ithamlara konu edilmektedir.

“…Kaynak, musıkimizin ustalarının henüz hayatta bulunduğu yıllarda geleneklere bağlı sanatkârlardan ders alarak bu sanatın içine girmiş, yeteneği ve merakı ile bilgisini giderek geliştirmişti. Bu nedenle musıkîmizdeki beste formlarının geleneklerine uymuş, büyük-küçük her formda gerçekten sanatlı ve güzel eserler vermiştir…
…o yıllarda ‘kanto’ ve benzeri musiki akımları vardı ve ‘arabesk’ denen yoz müzik büyük ilgi görüyordu. Kaynak buna da hiç itibar etmemiştir…” (4)

85 Arap filminin yüzlerce şarkısını Türkçeleştirir; bunun dışında Cemal Reşit Rey’ in müziğini yaptığı “Alabanda Revüsü” nün Türk Musıkisi bölümlerini yazar. Safiye Ayla bu revüyü plâğa okur.

1955 senesinde sol tarafına felç gelen bu büyük bestekârımız , Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde tedavi görmekte iken 3 Şubat 1961’ de vefat eder. Şarkıları besteleniş tarihindeki tazeliğiyle her gün artan bir beğeni ile dinlenilmektedir. Ruhu şâd olsun.
______________________

K A Y N A K L A R :
(1) Mehmet Nazmi ÖZALP , “Türk Musıkîsi Tarihi” TRT Yayınları, Ankara/1986 , C.2 , s. 120
(2) Cînuçen TANRIKORUR, ”Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler”, Ötüken Neşriyat, İstanbul/1998, s. 295
(3) Nazife GÜNGÖR, ”Arabesk”, Bilgi Yayınları, Ankara/1990, s. 46
(4) Ahmet Şahin AK, ”Türk Musıkîsi Tarihi”, Akçağ Yayınları, Ankara/2002, s. 178




Hoşgeldiniz