Televizyonlarımızdaki Müzik Yarışma Programları ve İdeolojisi… Songül Bulmuş(*)


Toplam Okunma: 12652 | En Son Okunma: 09.05.2024 - 05:28
Kategori: Araştırma Yazıları, Fikir Yazıları

Yaşam alanlarımızdaki en değerli eşya annelerimizin el emeği, göz nuru dantellerini büyük bir gururla sergiledikleri,evimizin salonunun baş köşesine yerleştirdiğimiz, ailemizin vazgeçilmez ‘eğlencesi’… Televizyon yıllardan beri Türk ailesi için önemini korumuş ve bu adeta canlı nesneye atfedilen ilgi hiç azalmamıştır. Hatta ilk zamanlarda günün sadece belirli saatlerinde izlenilen araç, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir… Peki, TV’yi bize bu derece anlamlı kıl(dır)an nedir?..

Günün 24 saati hayatımızı işgal eden TV ardındaki kahramanlar kimlerdir ve toplumla nasıl ve ne amaçla bir ilişki kurmaktadırlar? Gerçekleşen bu ilişkinin toplum üzerindeki etkileri nelerdir?.

Görünürde bir iletişim aracı olarak bilinenin ötesinde bir ‘iletim’ işlevi olan TV’nin toplumsal açıdan önemli etkileri vardır.

Bu etkiler, ekonomik, siyasal, kültürel ve ideolojik olarak analitik açıdan ayrılabilir ve eş zamanlı olarak gerçekleştirilir. Bir TV programı üretilip yayınlandığında bunun hem ekonomik, hem siyasal, hem kültürel hem de ideolojik sonuçları bulunmaktadır.

Türkiye’de özellikle 1960’lı yıllardan sonra başlayan hızlı kentleşme ve endüstrileşme, 1970’li yıllardan itibaren TV’nin aile içinde yer edinmesi ve 1990 yılından itibaren özel televizyon yayıncılığının başlamasıyla birlikte önemli değişimler yaşanmıştır.

Televizyon o yıllarda (ve bugün hala) hem bir ekolojiydi -yıllar süren bir tekrar ve yeniden işlemeydi- hem de toplu olarak oturma odasından yürütülen, düğmenin Baba’nın hâkimiyetinde olduğu bir aile meselesiydi. Televizyon bir statü simgesi, tepeden ilan edilen ekonomik durum, gelip izlemeleri için başka çiftlere yollanmış bir davetiyeydi.

Kısa bir süre sonra, 1994 yılında TV yayıncılığının yasallaşmasıyla beraber kanal ve program sayılarının artması, teknolojideki hızlı değişime paralel olarak medya alanında yaşanan gelişmeler, Türk toplumunun TV ve yayınlarıyla (programlar) kurduğu ilişkiyi de yakından etkilemiştir. Bu tür programların toplumun tüm kesimleri tarafından ilgiyle izlenilmesi göz önüne alınacak olursa, bunların insanlar üzerindeki etkisi de incelemeye değerdir.

Televizyon Program Formatları:
Reklam destekli ticari yayıncılık sistemlerinde televizyon programlarının akışı, potansiyel televizyon seyircilerinin iş ve iş dışı saatlerine göre ayarlanmaktadır. Günümüzde kendilerini fiziksel olarak üretme olanaklarından özel mülkiyet yapısı ve ilişkilerinden geçerek yoksun bırakılmış kitlelerin zamanları iş zamanı (eğer çalışıyorlarsa) ve iş dışı zaman olarak ikiye ayrılmıştır. Kapitalist bilinç yönetimine işlevsel bir şekilde ‘boş zaman’ olarak isimlendirilen ‘iş dışı zaman’ çalışan serbest-köleler için dinlenme zamanıdır. Bu zaman kişinin fiziksel ve psikolojik bakımlardan kendine baktığı, kendini yenilediği, diğer bir deyimle, iş gücünün üretim, yeniden üretim ve tamir zamanıdır. Bu yenileme ve üretim de insanın uyumak dahil, bir şeyler yapmasını gerektirir. Gerçi dinlenme zamanında çalışan sınıf, işgücünü doğrudan kapitalist sermayeye satmak için kullanmak zorundadır. Bu iş dışı zamanda, insanlar zamanlarını sanki özgürce örgütlüyor gibi görünür. Fakat kitle üretimiyle ve kitlelerin yönetimiyle gelen zorunluluklar nedeniyle iş dışı zaman da materyal ve ideolojik pazarlama ve tüketime yönlendirme amaçlı olarak kolonileştirilmiştir. Bu kolonileştirmeyle iş dışı zamanın geçirildiği yerler (ev dahil) örgütlendirilmiş ve bu yerlerde geçirilen ‘boş zaman’ bilinçlerin şekillendirilmesi ve yönetimi, talep yaratılması, tutulması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi amaçlı egemen ideolojik sembolsel faaliyetlerle (örneğin TV, radyo, müzik, paralı eğlenceyle) işgal edilmiştir.

Böylece günün belirli saatlerine göre belli yayın kuşakları oluşturulmaktadır. Televizyon kanalları için en önemli yayın saatleri prime-time olarak adlandırılan, mümkün olduğunca çok izleyicinin TV izlediği saatler olarak kabul edilen 20.00–23.00 saatleri arasındaki kuşaktır. Bir endüstri olarak TV sektöründe üretilecek yapımlar prime-time kuşağında yayınlanacak programların seçilmesini sağlayan temel etken kar saikidir. Bu sebeple ekranda yer alacak bir programın amacı, her zaman mümkün olduğunca çok izleyicinin ekran başına toplanması ve gelir düzeyi dolayısıyla tüketim imkânı yüksek olan grupların yakalanarak reklam verenleri ve sponsorları ikna ederek, onların ekonomik desteğini sağlamaktır. Bundan dolayı Amerika, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi Batılı ülkelerde belli bir başarı düzeyini yakalamış programların formatları bütün dünyaya satılır. Bu programların kimileri doğrudan satın alınıp adapte edilirken kimileri de sadece kopya edilmektedir. Böylece bu program tür ve formatları bütün dünyada standart hale gelmektedir. Son günlerde ülkemizde yaygınlaşan ve ilgiyle izlenilen farklı isimlerde fakat aynı biçim ve içeriklerle yayımlanan Popstar türü yarışmaları, dünyanın diğer ülkelerinde yayınlanan aynı formattaki yarışmaların ülkemizdeki versiyonlarıdır.

Bu programlarda, programın gerçekleştirildiği stüdyo dizaynı, dekorlar, programda teklif edilen ödül miktarları, programın sunuş teknikleri, yıldız sunucuları ve yarışmacıları ile izleyicilerin yoğun ilgisini çekmeye devam etmektedir. Programlarda kazanma ve kaybetme çelişkisine dayanarak çatışma unsuruna bağlı olan bir dikkat ve ilgi çekme yöntemi kullanılmaktadır.

Televizyon ve İdeoloji:

Toplumun ilgi ve dikkatini bu tür yarışmalara çekmekte her daim başarılı olan TV, ülkemizde ve bütün dünyada başka ilgi ve odak noktası mevzular yokmuş gibi, bu tür programlara yayınlarında ağırlık vermekte, insanları yaşamdan soyutlayarak evlere, koltuklarına hapsetmiştir. Aslında burada izlenilen politika çok açıktır. Bu tür programlarla amaçlanan; insanlar özellikle gençler üzerinde adeta uyuşturucu etkisi yaratarak, onların geçmişi ve bugünü sorgulamalarını ve anlamaları önlemek ve dolayısıyla apolitik bir gençlik yaratarak ülke ve dünya meselelerinden uzaklaştırmak, günümüz toplum şartlarını kabullendirmek ve ne düşünsel ne de edimsel anlamda bu koşulları değiştirmek için çaba sarf etmelerini engellemektir. Özellikle 1980 darbesiyle birlikte gelişen bu sistem sadece TV değil, yaşamın her alanına sinmiştir.Dolayısıyla düşünmeyen, sorgulamayan, okumayan ‘bireyler’ yaratılmış,şimdiki nesilde bu unutuş,hafıza yitimi zincirinin bir halkası olmuştur. Bu süreç içerisindeki önemli araçlardan biri de TV’dir.

TV, insanların dünyada ve çevresinde olup bitenlere ilişkin kolay ve basit yoldan, hiçbir çaba sarf etmeksizin bir ‘bilgi’ edinme aracıdır. Evet, televizyon bir bilgi edinme aracıdır. Fakat bu, bizim kendi fikirlerimiz ve edimlerimiz doğrultusunda edindiğimiz bilgiler değil, televizyonun kendi sistemi ve onun bir parçası olan yayınları aracılığıyla bize ‘yansıtılan’ bilgilerdir. Oluşturulan ise bizim doğrularımız değil, televizyonun doğrularıdır. İnsanlar kendilerini televizyonun gerçekliğine tutsak etmektedirler.

Medya, bir depolitizasyon aracıdır ve işin ilginç yanı etkisini en çok, büyük bir doğallıkla, toplumun en fazla depolitize olmuş kesimleri üstünde müthiş bir güçle gösterir. Bu anlamda medya erkeklere oranlara kadınlar üstünde, daha eğitimlilere oranla daha az eğitimliler üstünde, varsıllara oranla yoksullar üstünde daha etkilidir.

Bu etkilerin sonuçlarına baktığımızda karşımıza kocaman bir kitle çıkar, hiçbirini bir diğerinden ayıramadığımız. Hepsi aynı yöne bakan, aynı şeyleri seyreden, aynı seslere kulak veren, aynı giysileri giyinen, aynı aynı… İnsanlar bu benzerlikler içinde yaşamazsa toplum tarafından dışlanacağını, zamanın gerisinde yaşayacağını zanneder, kendisine öyle empoze edilmiştir çünkü. ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar’ misali, ‘normal’ yaşamına devam eder.

Dolayısıyla insanlar birer özne olmaktan çıkar ve birilerinin elinde nesne haline dönüşür. Ama kendisine dayatılanların farkında değildir ve kendi istekleri doğrultusunda yaşadığına inanır. Bunu kanıtlarcasına, kendisine sunulan her şeyi tüketir. Çünkü tükettiği ölçüde varlığını hisseder, hissettirir. Tükettiğiyle sahte mutluluklar edinir kendine. Ama hiçbir zaman doyuma ulaşamaz, çünkü yaşadıkları gerçeklikten yoksundur.

Müzik Yarışma Programlarının Yapısı ve İdeolojisi:

Popstar, Akademi Türkiye, Popstar Alaturka türü yarışmaların neredeyse tüm dünyada ve ülkemizde büyük bir yaygınlık kazanması ve belli aralarla yeniden farklı adlar altında yayınlanması, aslında insanlarımızın bu tür yarışmalara gösterdiği ilginin de bir göstergesidir. Bu ilgiyi uyandıran nedir veya nelerdir?

Yarışma programları da diğer televizyon program tür ve formatları gibi egemen bir endüstriyel yapı tarafından izleyiciler için belli anlamların paketlendiği programlardır. Yarışma ve kazanma hakkında belirli öyküler dile getirilir. ‘Yıldız’ jüri üyeleri ve sunucuları ile Türkiye’nin belli başlı şehirlerinde büyük bir ‘titizlikle’ yapılan elemeler sonucu seçilen adaylar, izleyiciye sunulur. Yarışmaların vazgeçilmez parçası haline gelenler jüri üyeleri ve yarışan adaylardır. Bu şahıslar üzerinden insanların ilgisi ve katılımı sağlanmıştır. Yarışmada jüri olarak bulunan kişiler ya müzikle yakından uzaktan alakası olmayan, eleştiri gücü zayıf kimselerdir ya da günümüz popüler müzik şarkıcılarıdır. Aslında bu tür yarışmaları içerik olarak düşündüğümüzde bu kimselerin jüri üyeliğine getirilmeleri yarışma formatlarıyla doğrudan doğruya örtüşmektedir.

Daha düne kadar tanınmayan,toplumun ilgisini çekmemiş jüri üyeleri program boyunca sergiledikleri tavırlarıyla,çoğu zaman ise sert çıkışları ve sivri diliyle bir anda gündeme oturmayı başarır ve bu yarışmalarda vazgeçilmez jüri üyelerinden biri haline gelir. Program yayımlanma sürecinde gündemde kalmayı başarabilen kimi jüri üyeleri bu başarısını medyada çeşitli programlarda devam ettirerek tekrar tekrar karşımıza çıkarlar,bu programlar onların bir nevi kişisel showlarıdır aynı zamanda.Yarışmanın kimi jüri üyeleri ise ancak program yayını süresince katılımlarıyla kendisinden bahsettirir ve bir nebze de olsa albümlerinin reklamını yapar, kendilerini büyük bir cömertlikle Türk halkına sunarlar.

Jüri üyelerinin kendi varlıklarının ötesinde, yarışanlar üzerindeki değerlendirmeleri ilgiyle izlenilen bu yarışmaların gündeme oturmasında ayrı bir etken olmuştur. Özellikle eleştiriye, yarışanların dış görünüşleri yani giyimleri üzerinden başlamaları kendilerinin bu konudaki acizliklerini göstermektedir.

Yarışma başlamadan önce yapılan eleme sürecindeki adaylara baktığımızda toplumun her kesiminden insanlar olduğunu,18’inden 70’ine değin birçok sosyal gruba mensup kişiler görürüz. Eleme sürecinden yarışmanın başlayacağı ana kadar ki süreç televizyonda yayınlanmakta ve reklamı yapılarak kamuoyuna günler öncesinden sunulmaktadır, ki bu yayınlar daha sonra yarışma programı dahilinde bir çeşit ‘nostalji’ yapılarak gösterilmekte, yarışmacının geldiği nokta, söz konusu ‘gelişimi’ anlatılmaya çalışılmaktadır. Aslında buradaki amaç, izleyici koltuğunda oturan kişiyi harekete geçirerek ;“sen de katılabilir, müzik eğitimi görmeden büyük bir Popstar olabilir ve hayallerini gerçekleştirebilirsin” fikrini vermektir. Eleme sürecinin yayınlanması aslında trajik-komik görüntüler ortaya çıkarmaktadır. Günler öncesinden büyük bir ‘umutla’ elemenin gerçekleştirileceği alana gelen insanlar, burada uzun kuyruklar oluşturmakta, hatta geceleyebilmektedir. Bu yaşananlar, günümüz toplum koşulları altında ezilen insanlarımızın çaresizliği, hayata dair ‘son umudu’ mu yoksa toplumda değişen /değiştirilen dengeler midir?

Elemeler sonucu yarışmaya girmeyi hak kazanan kişiler genelde 18-30’lu yaşlar arasında gençlerden seçilmektedir.Fakat sosyal statüleri için herhangi bir fark gözetilmemekte,hatta üzerinde düşünülerek katılımları sağlanmaktadır diyebiliriz.Üniversite eğitimi görmüş kişinin yanı sıra ilköğretim mezunu kişiler de alınmaktadır.Daha önce Kanal D’ de yayınlanan Popstar yarışmasına Elena Kryuchkova adlı şahsın alınması bilinçli hareket edilen bir amaçtır.Yabancı uyruklu şahısların yarışmaya dahil edilmesindeki erek,halkın yarışma sürecinde milliyetçilik duygularını uyandırmak ve buradan reyting almaktır.Bunun yanı sıra cinayet işleyerek ceza evinde yatmış ya da fiziksel engelli kişiler de alınabilmektedir.Fiziksel engelli kişinin yarışmaya alınması,kendisinin dramatik yönünü göstermek ve buradan halkın acıma duygularını açığa çıkarmaktır.Her zaman yinelendiği gibi bizim Türk halkı ‘duygusal’ dır.Bunu da görmezden gelemez.Bir katilin yarışmaya dahil edilmesi ise işlenen suçların toplumda meşrulaştırılmasıdır.Yani toplum artık cinayet olsun hırsızlık olsun bunu bir suç olarak görmekten çok işlenen suçlara hoşgörü ve iyi niyetle bakabilmektedir.Dolayısıyla “geçmişinde böyle herhangi bir suç işlesen de bu yarışmaya katılabilir,hatalarınla birlikte kolaylıkla en üst noktaya gelebilirsin” mesajı verilmektedir.Bütün bu unsurlar,jürinin değerlendirmelerinde sıkıntı çekmemelerini sağlamakta,onlara renkli veriler sunmaktadır.Bunun yanı sıra halkın da dikkati çekilerek,yarışmaya katılımı sağlanmaktadır.

Yarışmacıların yarışmaya katılımlarındaki amaç bazıları için ‘ödülü kazanmak’ tır, bazıları için ise ödülü kazanmanın bir önemi yoktur, kendi deyimleriyle sadece ‘sesini Türk halkına duyurmak ve kendilerini sevdirmektir’.Kimileri içinse bu amaç, kendileri için bir idol olan Tarkan veya bir Sezen Aksu gibi Popstar olabilmek, meşhur hale gelmektir. Fark edilmek ve görünmek…

Türkiye’de çok büyük bir kitle bu programlar yoluyla hayatlarını yukarıya doğru hareketlendirmek istiyor. Gündelik dilde, “sınıf atlamak” dediğimiz bir toplumsal hareketlilik. Bu programlar sayesinde sınıf atlamak istiyorlar. Bu programlara katılmaya ve izlemeye talebin esası bu. Türkiye, fakir bir toplum. İnsanlar yukarı çıkmak için klasik yöntemleri kullanamıyorlar… Televizyon yöneticileri bunun farkında olmalılar ki bu programlar bunu çok güzel kışkırtıyor. Yani tam anlamıyla toplumsal değişme ve yukarı doğru fırlama yöntemi. Fakat bu programa çıktıkları zaman yerlerini de kaybediyorlar; mahallede mi, yukarıda mı olduklarını bilemiyorlar .

Yarışmaya katılan herkes, birbirinden farklı görünse de aslında aynı amaç içindeler. Dolayısıyla yarışanlar arasında inkâr edilemez bir rekabet söz konusu. Yarışma sürecinde kurulan arkadaşlıklar, dostluklar bu ortam içerisinde rekabete dönüşüyor ve sahte ve riyakârlıklarla dolu bir ilişkiye dönüşüyor. Birbiri ardından döktükleri gözyaşları ayrılık acısı değil de, kim bilir sevinç gözyaşlarıdır belki de. Meşhur olma yolundaki bir engel daha ortadan kalkmış ve kendisi ayakta kalabilmeyi kısa bir süre içinde olsa başarabilmiştir. Tabii ki bu, aynanın öteki, gösterilmeyen yüzü.

Yarışmacıların jüriyle olan ilişkilerinin de yakın zamanda Star TV’de yayınlanan programla değiştiğini gördük. Jürinin yarışanlar üzerindeki değerlendirmeleri, özellikle bayan jürilerin, erkek yarışmacıların dış görünüşe ait iltifatlarda bulunan görüşleri magazin programlarına da malzeme olan jüri ile ‘yakışıklı’ yarışmacı arasındaki aşka dönüştü Bu da ayrı bir raiting mevzusu;hem program,hem de jüri için…

Yarışmacıların çoğu jüri üyelerine ‘hocam’ diye ithaf etmekte; uslu, hocasını dinleyen birer öğrenci portresi çizmektedirler. İzleyicilerle arasındaki ilişki ise bambaşkadır. Çoğu yarışmacı doğdukları memleketleri belirterek izleyenlerin sevgisini kazanmaya ve böylece oy toplamaya çalışmaktadır. Kimi önemli günlerde ise (bayram günleri vs.) kutlamalarda bulunarak, Türk geleneklerine bağlılıklarını ve duyarlılıklarını belirtmektedirler. Buradan şöyle bir sonuca varabiliriz: Aslında yarışan bireyler değil, topluluklardır. Halk, kendi memleketlisini destekleyerek onlarla birlikte diğerlerine karşı bir rekabete girmekte ve bunun için de elinden geleni yapmaktadır. Elinden gelen ise ya yarışma programının gerçekleştirdiği stüdyoya gelerek, yarışmacının posterleri ellerinde onları desteklemekte ya da oturdukları yerden cep telefonlarıyla idolleri haline gelen yarışmacıların kazanması için SMS göndermektedirler. “Son kararı halk verir” diyerek bu tür uygulamalar devreye konmuş, izleyicilerin de yarışmaya katılımları sağlanmıştır. İzleyiciler de kendisine sunulan bu hizmeti, yarışmacıların kazanıp kazanmayacağına dair kararı kendilerinin sanarak, bir lütuf olarak görmüşler ve cep telefonlarına sarılmışlardır.

Ancak tüm bunlara rağmen, yapılan oylamalarda hâlâ “kamuoyu kanaatini yansıtıyor” havası oluşturuluyor. Böylece, hem televizyon kanalının ideolojik görüşü doğrultusunda bir ‘ikna ve tatmin’ yayını yapılıyor hem de cepler dolduruluyor. Televizyon kanalları ile GSM şirketleri arasında entegrasyon sağlayan uygulamalı servis sağlayıcı şirketi Veripark’ın Finans ve Mobil Çözümler Müdürü Özgür Öztürk, SMS oylamalarından elde edilen gelirin en az yarısının devlet tarafından vergi olarak alındığını, kalan kısmın önemli bölümünün GSM şirketi, televizyon kanalı ve hizmet sağlayıcı firma tarafından paylaşıldığını aktarıyor. Masadaki oylama pastasının yıllık getirisi ise hemen herkesi memnun edecek kadar büyük. Görüldüğü üzere halkın bu oylamalarda beyan ettikleri fikirden çok, sonuçtan elde edilen kar önemini korumaktadır. Özellikle bu kar oranının artması için, izleyicilerin yarışmacı için SMS gönderdikleri süreçte, sık sık elde edilen sonuçlar açıklanmakta ve bu sonuçlarda oy oranlarının neredeyse aynı olduğu belirtilerek halk daha çok SMS göndermeye teşvik edilmektedir. Yarışmacılar arasında olduğu gibi, izleyiciler arasında da bir rekabet söz konusudur.

Sonuç olarak yarışma elbette hedefine ulaşmaktadır. Ama hedefine ulaşanlar ne yarışanlar ne de izleyenlerdir, yarışma programının yapımcılarıdır. Yarışma, jüri üyeleri, sunucuları, yarışmacılarıyla büyük bir “raiting” yakalamış, insanların ilgi odağı haline gelmiş ve onların SMS’leriyle büyük bir kazanç elde edilmiştir. Yani ‘birilerinin’ cepleri fazlasıyla dolmuştur. Yarışmayı kazanan ve birincilikle bitiren kişi ise ödülü kapmış, artık hayal ettiği ‘sanat camiasına’ nihayet girebilmiştir. Kazanamayanlar ise bu katılımlarıyla başka hayaller peşinden koşmaya başlamış, kimi bazı TV dizileri veya reklamları için teklif almış, kimileri ise bu kadar şanslı olmayıp çoktan unutulanlar arasına girmiştir. Bazı yarışmacılar ise program sürecinde ‘hocalarından’ söz alarak onların desteğiyle albüm yapabilme olanağı bulmuşlardır. Ama ne albüm ne ödül ne de halkın sevgisi onları uzun süre ayakta tutabilmişlerdir. Çünkü biz tüketen ve tükettikçe yetinmeyen, daha fazlasını isteyen bir toplumuz. Dolayısıyla bu tüketime ortak olabildikleri gibi, ne halk ne de yarışmacılar kendilerinin birer tüketim unsuru olduklarının bilincinde değildir. Tüketilen bizim ruhumuz, bizim düşüncelerimiz, hayatımız…

Sonuç:
Özellikle bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan kriz ,herkesi ve her şeyi olduğu gibi medyayı da etkiledi.TV’nin maliyet ve raiting kaygısı artınca TV yapımcıları daha düşük maliyetlerle hazırlanabilen yarışma ve müzik/eğlence programlarına yönelmeye başladılar.Neredeyse bütün kanallarda benzeri yayınlar günden güne yeni versiyonlarıyla artmakta ve yine kriz mağduru,ekonomik durumu kötü orta sınıf izleyici için seçenek o kadar çok ki, bu hengamede birer avuntu,gelip geçici,anlık tatminlerle dolup taşıyor yaşamlarımız.

Bu tür programlar popüler programlardır ve insanların desteğini aldıkça da uzun zaman TV’de yer alır ve yüksek “raiting” sağlarlar. Bir yarışma programı olmaktan çok, insanların kendi hayatlarını sergiledikleri ve kaçınılmaz olarak bir takım insanlık hallerinin görüldüğü ‘show’ programlarıdır. Bu tür programlarda izlediklerimiz kendi hayatlarımızdır, hep beraber toplumumuzun geldiği noktayı büyük bir keyifle ‘seyretmekteyiz’.
__________________________________
(*) İTÜ TMDK Dördüncü Sınıf Öğrencisi

KAYNAKÇA

AKBAŞ,Kadir Metin, “Cep to Cep Nabız Katliamı” ,2006, www.aksiyon.com.tr

BOURDİEU,Pierre, “Acts of Resistance:Against the New Myths of Our Time”,Çev.R.Nice,Oxford:Polity Pres

ERDOĞAN,İrfan,“TV’de Popüler Yarışma:Modern Gladyatörlerin Kansız Ölümü” , 2004, www.irfanerdogan.com

MODLESKİ,Tania,Eğlence İncelemeleri:Kitle Kültürüne Eleştirel Yaklaşımlar,Çev.Nurdan Gürbilek,İstanbul:Metis Yayınları,1998

TEKELİOĞLU,Orhan, “Pop Yazılar:Varoştan Merkeze Yürüyen Halk Zevki”,İstanbul:Telos Yayıncılık,2006,s.160-161

YAYLAGÜL,Levent, “Yarışma Programları ve İdeolojisi”,Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi,Sayı:57




Hoşgeldiniz