Alaturka Musıkiyi Ayağa Kaldıran Adam: Doğumunun 110.Yılında Münir Nureddin Selçuk(1899-1981)… Salih Zeki Çavdaroğlu


Toplam Okunma: 5001 | En Son Okunma: 07.05.2024 - 21:52
Kategori: Tarih ve Anılar

Türk Musıkîsi icrasına Kemanî Nuri Duyguer’ in aracılığıyla 1912’de girdiği Dârül Feyz-i Musiki Cemiyeti’ nde henüz çocuk denilen bir yaşta başlayan Münir Bey, musiki çevresinde sesinin güzelliği, üslûp ve tavrının olağanüstülüğü ile dikkatleri üzerine çeker. 1913 senesinde Zekâi Dede’ nin oğlu Hafız Ahmed Irsoy’ dan meşk etmeye başlar. Kadıköy Sultanisi 10. sınıf öğrencisi iken tarım öğrenimi için 1917’de Macaristan’a gider. Kısa bir süre sonra yeniden yurda döner…

1917’ de katıldığı Daru’l Elhân’ da Leon Hancıyan, Ali Rıfat Çağatay ile Muallim İsmail Hakkı Bey’ den kendisini geliştirecek birikimler kazanır.

Daha sonra 5-6 sene Üsküdarlı Hoca Ziya Bey’ in rahle-i tedrisine oturur.
Kendi ifadesiyle : “…’İlk sahneye çıkışımız 1915’te… Apollon Tiyatrosu diye bir tiyatro vardı. Sahneye yalnız çıkmadım. İki yanımda, sakallı bıyıklı adamlar vardı, ben böğürlerine geliyordum… O güne kadar da kulağım Türk klâsik müziğiyle doluydu. Eserlerin azametini kavramıştım o yaşta. O azameti iyi bir muhitle paylaşmk istiyordum.
’‘Halkla’ demiyordu. Eşitlerini arıyordu her yerde. Müziğin aristokratıydı, zaten Uç Beyi doğduğu için Germiyanoğlu…”( 1 )
O zamana kadar kazandığı tecrübe ile bizzat Kadıköy’ de Şark Musiki Cemiyeti’ ni kurar.

1922 de ilk bestesini yapar.
1925-1929 tarihleri arasında Mızıka-i Hümâyun’da görev alır.

1928 yılında bayağı bir şöhreti vardır ve bir çok taş plâk da doldurmuştur. Sahibinin Sesi Plâk Şirketi’nin desteğiyle 1929 yılında Paris’ e şan eğitimi almaya gider. Bu arada piyano dersleri de alır. Fransa’daki iki yıllık eğitiminden sonra İstanbul’ a gerek müzikalite ve gerekse sahne deneyimi açısından bayağı birikimli olarak döner.

Türk musıkîsi’ nin belli bir bataktan çıkarılmasında önemli misyon üstlenenlerden Mesud Cemil Bey, Münir Bey’ in 50. yıl jübilesi amacıyla yayımlanan konser kitapçığında, onu ilk dinlediği akşamı şu satırlarla anlatır :
“…O akşam onları doyasıya dinledim. Ali Rıfat Bey’ in yeni Nihavend takımını ve Nevâ’ları… O Nevâ Beste’ yi halâ her tekrarlayışımda bütün sesler siliniyor, yalnız biri yaşlı, biri genç iki bülbülün (Yaşlı bülbül olarak Kaşıyarık Hüsameddin Bey, genç bülbül olarak da Münir Bey ’ i kasdediyor) havada tüten sesleri,dünyayı değil,hakikaten cihanı süslüyordu.
“Zeyneden bağ-ı cihânı, gül müdür, bülbül müdür,
 Âşıkın âram-ı cânı, gül müdür, bülbül müdür..”
Bülbül gittikçe gelişti, gürbüzleşti. Nice gülistânın çiçekleri bahar onun sesinde açtı, soldu, yeniden goncalar verdi. Bu fakir saka kuşu da onunla beraber hayli kanat çırptım, mızrap savurdum…” (2)

Gerçekten Mesud Cemil, Refik Fersan ile beraber Münir Bey’ e uzun bir süre refakat etmiş, tabii ki Münir Bey’in icralarındaki güzelliğe çok önemli katkıda bulunmuşlardır.

“Dr. Alaeddin Yavaşca, M. N. Selçuk’ un icrakârlığı konusunda şunları söylüyor :
“…Türk musıkîsinde diksiyon onun şahsında açıklık ve önem kazandı. Ses kullanma ve nefes ayarlama yeteneklerini batı tekniği ile güçlendirdi. Diyor ve ekliyor:

Son kırk senede onun tesirinde kalmayan tek sanatkâr yoktur desem, mübalâğa etmemiş sayılırım…”
Münir Bey’in solistliğinin üslûp, tavır, teknik olarak tanımlayan güzel bir başka tesbiti birlikte okuyalım :
“…Münir Nurettin Selçuk, Klâsik Türk Müziği’ nin sesli icralarında çeşitli bakımlardan bir dönüm noktası oluşturur. Her şeyden önce Münir Nurettin, bilebildiğimiz kadarıyla klâsik gelenek içinden gelip özgün bir ses eğitimi görmüş olan ilk ses sanatçısıdır…
…Terbiye edilmiş bir sese sahipti; hükmettiği, herhangi bir müzik aleti gibi kullanmayı bildiği, en ince nüanslarına dek olgun bir yorumcu anlayışıyla yönlendirdiği bir sese. Geniş soluklu, esnek, parlak, Klâsik Türk Musıkîsi’ nin gerektirdiği gibi bir baş sesi olan, fakat Paris’ te bir göğüs sesi kullanmayı öğrendiği bir ses. Bu teknik yetkinliğiyle Münir Nurettin Klâsik Türk Müziği icralarının eksenini değiştirmiştir….

Onunla birlikte de eski icra üslûbu kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu gün ise (belki Kâni Karaca hariç) bu üslupla okuyan ses sanatçısı yok gibidir. Niyazi Sayın’ ın neyde yaptığını Münir Nurettin Selçuk ondan neredeyse yarım yüzyıl kadar önce Klâsik Türk Müziği’ nin sesli icralarında gerçekleştirmiştir…”(3)

22 Şubat 1930 günü İstiklâl Caddesi Fransız Tiyatrosu’nda , o güne kadar hiçbir klâsik Türk Musıkîsi solistinin düşünemediği, hatta cesaret edemediği bir şekilde sanatını icra etmeye başlar. Sahneye fraklı olarak, bir batılı sanatçı görünümünde çıkmaktadır. Bu görüntün de Türkiye’ nin yakın geçmişinde yaşadığı kıyafet devrimi ve Türk Musıkîsine yapılan hücumların her halde büyük payı olmuştur. Münir Bey belki de frak giyerek, kendisine yöneltilecek şimşeklere karşı bir paratoner görevi yapmasını ve geleneksel musıkînin imajını bu görüntüyle giderebileceğini de düşünmüş olabilir.
“…Münir Nurettin Selçuk, Osmanlı kültürü ve Cumhuriyet Türkiyesi’ nin samimi bir oluşumudur. Onun en büyük başarısı kendisine kadar gelen incelmiş üslubu aynı incelikle ama yeni bir söyleyişle halka rağmen değil halk için devam ettirebilmesidir. Yalnız bu yeni söyleyişte asla halk dalkavukluğu yoktur. Sanat, özellikle müzik paylaşılan bir şeydir. Müziğinizi paylaştığınız ortam da sizi belirler. Dönem Osmanlı kültürünün gerçek birer taşıyıcısı olan Refik Fersan, Mesut Cemil, Ruşen Kam gibi müzisyenlerin, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi düşünce ve sanat adamlarının yaşadığı dönemdir…” (4)

Selçuk, 1930-35 yılları arasında günün popüler şarkıları üzerine kurgulanan, Feriha Tevfik ile “Allahın Cenneti”, Nezihe Becerikli ile “Çoban Kızı”, Perihan Altındağ ile “Sadullah Ağa” isimli filmlerde başrol oynamıştır.
“…1939 yılında İpek Film adına yapılan “Allah’ın Cenneti” filmini bir dönüm noktası olarak kabul etmek mümkündür. Şehir tiyatrosunda gerçekleşen tüm operetlerin, “Leblebici Horhor”, “Karım Beni Aldatırsa”, “Söz Bir Allah Bir” gibi müzikli filmlerinde de yönetmeni Muhsin Ertuğrul, alaturka musikinin öne çıktığı ve başrolünü alaturka musiki oyuncularının oynadığı filmler yapmak zorunda kalmış, Sadettin Kaynak’ın bestelediği şarkı ve türküleri başoyuncusu Münir Nurettin’ e okutmuştur. Münir Nurettin için çekilen bu filmin şarkı sözlerini, Vecdi Bingöl yazmıştır. Filmin başta, “Aşkın Gözyaşları I ve II” olmak üzere “Deli Gönül”, “Kalplerden Dudaklara”, “Dertliyim”, “Sevgiden Güzellikten” gibi pek çok şarkısı, Münir Nurettin tarafından plaklara okunmuştur. Şarkıları taş plaklara kaydedilmiş ünlü filmlerden biri de 1941 yılında gösterimi yapılan “Kahveci Güzeli”dir. Filmin rejisörü yine Muhsin Ertuğrul’dur. Bu filmin “Ela Gözlerini Sevdim Dilber” , “Zeynebim Uçtu Gitti” gibi şarkıları plak olmuştur. Bu filmin “Yad Eller”, “Çoban Kızı” gibi şarkıları yine Odeon plaklarına Müzeyyen Senar tarafından okunmuştur…”(5)

Her şeye rağmen belli bir kaliteyi koruyarak, Geleneksel musıkiye yapılması gerekli revizyonu yaparak, toplumun dönüşümünü müziğe yansıtmış bir büyük bestekâr-icracıdır.

Mülâzım rütbesi ile görev yaptığı Mızıka-i Hümâyûn’un, Cumhuriyetle birlikte kurulan Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti’nde görevine devam eder. Burada sanatından asla taviz vermeyen kişilik yapısıyla Mustafa Kemal ile dahi ters düşecek noktalara gelir. Bir süre sonra da görevinden ayrılmak zorunda kalır. Çankaya’ da icra edilen her fasıl mutlaka, rakı sofrasının gerisinde yapılmaktadır. Bu sofrada Türkiye’nin en güçlü insanı ve maiyeti vardır. Zaman zaman icralara bizzat Atatürk de katılır. Tabii bu profesyonel icracılar için bir handikaptır. İstedikleri yorumu yapmaları bir şekilde engellenmektedir. İşte bunlardan biri :
“….söylentiye göre bir masa âleminde, Münir Nureddin şarkı söylerken, Atatürk şarkıya karışıyor ve Münir’i kendisini takibe zorluyor. Münir bu yüzden zaman zaman besteyi bozmaya mecbur oluyor ve asabîleşiyor. Sonunda dayanamayarak, Atatürk’ e bu işi kendisine bırakmasını söylüyor. Atatürk alınıp, güceniyor ve çok sevdiği bu sanatçıyı dinleme zevkinden kendini bir süre yoksun bırakıyor…”(6)

Münir Nureddin artık Türkiye’ de bir fenomen olmuştur. Geleneksel musıkinin temsil edildiği her plâtformda eksiksiz olarak görev yapar. İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti’ nde 1975 senesine kadar düzenli ve kesintisiz olarak solistlik ve şeflik görevlerini sürdürür. Ancak Türkiye’ de devletin Türk musıkisine verdiği değerin göstergesi olarak, Münir Bey’ in Belediye konservatuvarı İcra Hey’eti Şefliği’nde , ”…(kadro olmadığı için) çöpçü kadrosu ile Belediye bünyesinde görev verildiği..” (7)de maalesef oldukça acı bir gerçektir.

Daha sağlığında bakın o dönemin ünlü kalemleri Münir Bey hakkında neler yazmışlar :
Yazdığı şiirlerindeki haşmet ve coşkuyu melodilerine taşıyan bestekâr için, büyük şair Yahya Kemal’ in değerlendirmesi :
“…kâr, beste, semaî, nakış, durak ve sair şekillerde, en halis eserlerini mükemmel bir teganni etmeyi bilmek olmuştur. Bu meziyyet,Tanburî Cemil’ in eşsiz dehasını hatırlatır. Onun sazla ifade ettiğini, Münir Nureddin sesi ile ifade etmiştir…”
Peyami Safa diyor ki : ”Osmanlı Musıkîsinin rakıdan çatlamış ve buruşmuş sesini kalıplayan bu sanatkârımız, konserlerinde frak giyen ve ayakta şarkı söyleyen ilk mugannimizdir…
… Osmanlı Musıkîsinin sürvisansında en büyük rolü oynamıştır. Münir Nureddin olmasaydı, bu musiki, belki çoktan bir tarih sesi halini alacaktı. Ona, bir müddet daha canlı ve cazip aktüalitesini vermekte en büyük şeref payı, her halde Münir Nureddin Bey’indir… ”
Bir zamanların usta kalemi Ref’ i Cevad Ulunay’ ın tesbiti de oldukça veciz ve vurucudur:
“…Münir Nureddin musıkimizde, aşıdan değil, ntohumdan yetişmiştir. Harika çocuk demek istemem, fakat harika sestir…”
Türk Tasavvuf Musıkîsinin otoritelerinden Sadettin Heper şunları söylüyor:
“…Münir Nureddin’in en başarılı çalışmalarından biri belki de birincisi, musıkîmizin gerileme devrine girmeye başladığı zamanlarda vermiş olduğu konserlerle, bu gerilemeleri önlemiş olmasıdır…”

Tarihçi İsmet Bozdağ ise ilginç bir karşılaştırma yaparak, Münir Bey’i şöyle resmeder :
“…Hafız Sadeddin, Hafız Yaşar, Hafız Ahmed, Hafız Burhan gibi hanendelerin, Türk Musıkîsine bir çeşit hafız üslûbu kazandırdıkları o dört hafızlar çağında, genç bir adam ortaya çıkıyor. Türk Sanat Musıkîsinin çökmüş icra yapısını yeni bir restorasyona tabî tutuyor ve ve rahatça söyleyebilirim ki, bu musıkîyi hazin bir akıbetten kurtarıyor…. ”

Aynı İsmet Bozdağ, Münir Bey ile ilgili olarak yazdığı hatıralarında, onun ses sağlığına olağanüstü bir titizlik gösterdiğinden, bu yüzden kendisini bir kere bile dondurma yerken görmediğinden bahseder.
Ve koro şefi Nevzat Atlığ’ ın Münir Bey’ e ilişkin değer hükmü ise :
“…Denebilir ki Münir Nureddin Selçuk ve toplu icra tarzında getirdiği yeni anlayış ve ruh ile çağdaşı Mesud Cemil, sanat musıkimizin, Tanburi Cemil Bey’ den sonra gelen iki reformcuları olmuşlardır. Bu iki dev sanatkâr, kaybolmaya yüz tutmuş olan musiki hazinemizi, muayyen bir zümrenin malı olmaktam çıkarıp, en asil ifadesi ile, geniş kitleye sevdirmişler ve ona mal etmişlerdir…” şeklindedir.
Çelik Gülersoy’ un Münir Bey tanımlamasında :
“…Durgun, yoksul ve kaygılı geçen 40 ’lı yıllarda, Münir Nurettin Konseri, bütün İstanbul için bir dalgalanma, bir heyecan konusu demekti…
….Sonra hançerenizden hiçbir zorlama olmadan çıkmakta olan pürüzsüz bir sesin, değişik ve olağan dışı kalitesi onları büyülüyordu. Nefes almadan ve göğüs geçirmeden, rahatlıkla tiz perdelere çıkabilen ve gazellere geçebilen bu sesin güçlülüğü dinleyicilerinize anlatıyordu ki, kendi dalında her zaman dünyaya gelmeyen, ayrıcalıklı yaradılışlardan biri karşısındaydılar…”(8) demektedir.
Hatta çok ilginçtir; Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren yeni rejimin sözcüleri konumundaki iki isim, Behçet Kemal Çağlar ve Falih Rıfkı Atay’ın Münir Bey hakkında yazdıkları övgü dolu satırlar, onun ne kadar olağanüstü bir sanatkâr olduğunun herhalde en güçlü delilleridir. Zira gerek Behçet Kemal ve gerekse Falih Rıfkı Cumhuriyet’ in ilk yıllarında tavizsiz olarak Osmanlı karşıtı düşüncenin yılmaz birer savunucusudurlar. Bu yüzden onlar da, ilk yıllarda hayal edilen “ulusal musıkî” ve“inkılâp”lar adına, Osmanlı’ nın musıkisinin de amansız karşıtlarıdır. Ancak zaman geçmiş, herhalde onlar da bu inattan vazgeçmişler ki, bir pişmanlığın itirafı olan satırları yazmışlar.
  İşte Behçet Kemal’in sözleri :
“….Ben alaturka denen tılsımlı dünyaya gözlerim kapalı, Münir Nureddin Selçuk’ un sesini izleye izleye, bir uçtan, son senelerde sokulabildim. Daha önce, halk türkülerini içime sindire sindire dinlerdim de kadınsız bir hayatın anasonlu içki kokan çarpık mırıltısı diye piyasa musıkisinden nefret duyardım. Üstelik , bir çoklarımız gibi, haksız olarak, bu damgamı bütün alaturka musıkiye de vurmaya yeltenir, topuna birden dudak bükerdim.

Harikalı bir Kalamış akşamıydı; Münir Nureddin kâh mIrıltı, kâh feryad halinde, güzel sesinin ipek merdivenini göklere dayayarak, bana alaturka cennetini gezdirdi. O günden beri, Itrî’leri, Dede Efendi’ leri sezer oldum , arar oldum…”(9)
Falih Rıfkı Atay’ da konuya aynı pencereden bakar, duygu ve düşüncelerini şu sözlerle ifade eder:
“…Münir Nureddin, sesin gelecek zamanlara da kaldığı bir devirde yetişti. Sesi kendi ömrü ile bitmeyecek. Musıkisinin ömrü kadar sürecek. O ’ nu dinlemek bizim iyi talihimiz… Fakat o’ nu dinlememiş olmak mahrumluğunu hissetmemek de torunlarımızın iyi bir talihi değilmi ?…”(10)

Ondan sonraki nesil için , belki onu sahnede dinlememek talihsizliğinden söz edilebilir. Atay’ın söz ettiği Münir Nureddin’ i dinlememiş olmak talihsizliğini, ondan sonraki nesil artık hissetmiyor. Çünkü gelişen ses teknolojisi onun kayıtlarını artık tertemiz kopyalarla çoğaltıp, meraklılarına iletebiliyor.

Türkiye’ nin günümüzdeki önemli araştırmacı müzikçilerinden biri olan Yalçın Çetinkaya bir yazısında Münir Bey hakkında şu tesbitleri yapar :
“…Münir Nureddin Selçuk, bu bakımdan Tanburî Cemil Bey ile birlikte Türk Musıkîsi için çok önemli bir kilometre taşıdır…. Bu özelliği ile Münir Nureddin’ in , klâsik ile modern arasında bir köprü olduğunu düşünüyorum…
…Bülent Aksoy’ un ifadesiyle; ’Nefesini ,sesinin tiz ve pest bölgelerini çok iyi kullandı ; göğüs ve kafa seslerinden birbirine geçişleri ustaca, belli etmeden gerçekleştirdi. Nefes hareketlerini ezgi cümlelerinin gerektirdiği biçimde ayarladı; sesinin rengini, tınısını da icra şekline çok iyi yansıttı. Hiç zorluk çekmeden, birbirinden farklı akortlarla da aynı güzellikte okuyabiliyordu
…Sesin daha doğal kullanıldığı;inişleriyle, çıkışlarıyla, yumuşak bölgeleriyle daha çağdaş bir okuyuş üslubu getirmiş. Ama eserin ahlâkını, iman tahtasını bozmamış…”(11)

Şu sözler, onun ve sanatının mertebesini anlatan her halde en güzel cümlelerdir :
..Münir Bey Devlet-i Aliyye’nin tarih sahnesinden çekilmeye başladığı bir dönemde hayatının baharını yaşamış, o trajik ve aynı zamanda muhteşem finali seyretmişti. Sanatının temelinde bu büyük ayrılığın acısı yatar, zamanı kurtarmak için yaptığı fantezi eserler bir yana bırakılırsa, onun zamana meydan okuyan ve okuyacak olan besteleri, klâsik kültürden beslenen şaheserlerdir…”(12)
1972 senesinde kendisiyle röportaj yapan Gazeteci-Yazar Nimet Arzık şu tesbitlerde bulunur :
 “…Üstat Münir Nurettin’in ,bütün ömrünün imajıydı bu söz: Lâubalilik götümeyen bir ömür… Hiçbir zaman, başarıya ulaşmak için, maskaralığa koşulmamıştı… Karşısındakilere taviz vereceğine, kendi seviyesine çekmeğe uğraşmıştı. İş adamı da değildi. Sanat adamıydı düpedüz…” (13)

1934 senesinden sonra rahatsızlandığı döneme kadar, Pazar günleri kesintisiz olarak geleneksel “Şan Sineması” konserlerinde dinleyiciye coşkulu musıki ziyafetleri verir.

Pek çok ilklere olduğu gibi ,”…bilenler bilir orkestra refakatinde icranın ilk denemelerini bizzat zaten Münir Bey yapmış, önce Refik Fersan’ ın HAZİN TERANELER’ i ile HEM ALDANDIM, HEM ALDATTIM’ ını 1930’ların Mısır’ında GOBON ORKESTRASI’nen refakatinde plağa okumuş….”(14) tur.

Münir Bey, radyoda ilk canlı müzik konserini Nisan 1944’ de Ankara Radyosu’ nda verir. 1948’ de ise, Ankara Radyosu stüdyolarında dinleyici önünde konserlerine başlar.

Gençlik yıllarında bir ara Fenerbahçe B takımında futbol da oynar. Yani musıkîde olduğu kadar, futbolda da oldukça popülaritesi vardır. Ancak bu iki işin bir arada yürümüyeceğini anlar ve tabii ki müzikte karar kılar.

1953’ de devrin Devlet Bakanı Mükerrem Sarol’ un özel ricalarıyla İstanbul Radyosu’na Devlet Bakanının Müzik Müşaviri ve hoca kadrosu görevine atanır. Aynı yıl İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyeti Şefliği’ ne getirilir.

Kendisine en büyük ün sağlayan şarkılarının sözlerinin bir çoğunu ünlü şair Yahya Kemal’den alan Münir Bey’ in, büyük şairimiz ile sağlam bir dostluğu vardır. 1951 senesinde Münir Bey’ in “jübilesi” sebebiyle büyük Şair onun hakkında şunları yazacaktır :
“…Münir Nureddin’in en üstün meziyeti, son ikiyüz yıl içinde ItrÎ’ den Zekâi Dede’ ye kadar, Millî Musıkî’ nin Kâr, Beste, Semai, Nakış Durak ve sair şekillerinde, en halis eserlerini mükemmel bir ifade ile tegannî etmeyi bilmek bilmek olmuştur. Bu meziyet Tanburî Cemil’in eşsiz dehasını hatırlatır. O’ nun sazla ifade ettiğini, Münir Nureddin sesi ile ifade etmiştir. Bu sanatın sırrı, eski bestelere derin bir vukuf ve şaşmaz bir bigi ile nüfuz etmek ise de, ondan fazla olarak, Millî Musıkî dehamızın, yer yer, ne tarzda tecelli ettiğini duymak ve tam bir ifade ile çalmak yahut okumaktır. Bu meziyet milletin nadir insanlara nefh ettiği bir mevhibedir.
Bu devirde yaşayan ihtiyar, orta yaşlı, genç vatandaşlar eski musıkimizin bestelerini Münir Nureddin’ den dinledikleri için talihlidirler…” (15)

Biri şiirimiz, diğeri Musıkimizin bu iki zirve ismi, aynı tarih ve kültür şuurunun ve İstanbul aşkının ortak paydasında buluşup, güfte-melodi alışverişlerinde bulunurlar. Bu buluşmalar sonrasında, harika bestelerin ortaya çıkması da sürpriz olmaz. İşte bu beraberliklerinde birinde :
“…Münir Bey hem çalar, hem de Yahya Kemal’ e Muhayyer makamında yeni bestelediği iki rübaiini okur ;
‘Çepçevre bahar içinde bir yer gördük’

Yahya Kemal’ in gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Arkadaşının kolunu sımsıkı tutar; ’Bana söz ver Münir,’ der, ’benim şiirlerimi senden başka kimse bestelemeyecek. Buna müsaade etmeyeceksin .Onları ancak sen besteleyebilirsin.’
Ne yazık ki Münir Nureddin, çok istediği halde ‘Endülüs’te Raks’ı sevgili arkadaşına dinletemeden, şair aramızdan ayrılır…”(16)
Bu vasiyet aşağı yukarı yerine getirilmiştir. Ancak bunun bir istisnâsı vardır. O da Münir Bey kadar değerli bir müzik adamı olan Cînuçen Tanrıkorur, müzikal ve kültürel birikimiyle Yahya Kemal’ in birçok şiirinin bestesine imza atar.
Münir Nureddin 27 Nisan 1981 günü saat 11.00’ de kızının Teşvikiye’ deki evinde 82 yaşında iken uzun süredir “paget”olarak adlandırılan bir kemik hastalığından kurtulamayarak hakkın rahmetine kavuşur. Son gecesini gidişini oğlu Timur Selçuk şöyle anlatıyor :
“….Oysa ne kadar da neş’ eliydi bir gece önce… Banyo almış, koltuğuna çekilip TV’ de ‘Dallas ‘ dizisini seyrediyordu. Filmin bir yerinde J. R. ’ı vuran tabancayı bulan Baba Ewing, silahı eşine göstermiş ve bayan Ellie, ’Sue Allen yaptı bu işi’ demişti. İşte tam bu sırada, babam gülmeye başlamış ve ‘kadınlar böyle şüphecidir. Hiç unutmayın’ demişti. Sonra köftesini yedi, portakal suyunu içip yatağına yattı. Sabah nefes darlığı ile uyanınca doktora haber verildi. Serum da takıldı, ancak bir saat yaşayabildi.”(17)
Öldüğü gün yine oğlu Timur Selçuk : “Neo-klâsik Türk Musıkîsi noktalandı” derken, arkasında yıllarca kanun çalan yakın dostu Hilmi Rit ondan: ”Türk müziğine smokin giydiren üstâd” olarak söz ediyordu.

Münir Bey Türkiye’nin gramofonlu yıllarında doldurduğu plâk sayısı bakımından herhalde en önde gelen, belki de en çok plâk yapan sesidir. Takriben 200 plâğa 400 eser okumuştur. Türkiye’ de taş plak koleksiyoncularının en çok itibar ettiği seslerin önde gelenlerinden olan Münir Bey’ in ses kayıtları çeşitli kişilerin arşivlerinde yer alır.

Bunlardan birisi de Münir Bey’in uzun yıllar öğrenciliğini yapmış, sonraki yıllarda onun hem musıki, hem de özel hayatında en yakınında bulunan ve büyük bir “Münir Nureddin arşivi” ne sahip olan Orhan Telmen’ dir. Daha Münir Bey’ in sağlığında, kendisi Yapı Kredi Bankası bünyesinde görev yapmaktadır. Yıl 1971’dir; Banka’ nın İdare Meclisi’ne o’nun icralarını taşıyan eserlerin bant kaydına alımasını teklif eder. Teklif kabul edilir ve Televizyon reklam stüdyosunda 21 seansta Münir Bey’ in icrasıyla 100’ e yakın eser titizlikle bant kaydına alınır.Buna rağmen Selçuk, bunlardan 57’ sinin kaydını beğenmiş, geri kalanların kayıtları silinmiştir. Bu kayıtlar, Münir Bey’ in ölümünden kısa bir süre sonra 6 LP’ den oluşan bir set olarak basılıp, satışa sunulur ve çok kısa zamanda satılacaktır.

LP’ ler de 1990 senesinde CD haline getirilip, onu sevenlere arzedilir.
Ölümünün 16. Yıldönümünde, yani 1997’de, onun 1920’ lerde doldurduğu plâklardan Türkiye’ de bir kopyası bulunmayan 13 şarkısı, Amerika’ daki bir antikacıda bulunup satın alınmış ve “Kalan Müzik” tarafından temizlenip, CD’ kayıtları yapılarak piyasaya sürülmüştür.

Bu eserler arasında “Beyatî Mevlevî Ayini”, ”Bûselik kârçe”, ”Segâh kâr-ı nâtık”, ”Hicaz Evsad ilâhi” gibi, Türk musıkîsi’nin nâdide eserleri de bulunmaktadır.

2003 senesinde oğlu Timur Selçuk, babasının 12 eserini , senfonik orkestra ve Klâsik Türk Musıkisi sazları eşliğinde “Babamın Şarkıları”i smi ile albüm yapar. Tabii farklı bir dalda müzik yapmasından dolayı, o güzelim eserler çok farklı bir şekil alır.
Hala büyük bir zevle söylenen ve dinlenen eserlerinden ; Segâh “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç”, Kürdilihicazkâr “Endülüste raks”, Nihavent “Kalamış”,ölümsüz şarkılarıdır.
“Kalamış” dedik te :
”…Delikanlılık günlerimiz, ’Kalamış’şarkısıyla süslüydü…’ Bir tatlı huzur almak için’ ara sıra, Münir Nurettin’in, Kalamış’ a gelip gittiğini duyardık. Belki bir yakıştırmaydı… Ama, Kalamış’ lı arkadaşlar buna çok inanmışlardı… Hatta, nesilden nesile geçecek bir olayı anlatır dururlardı… Belki bu da bir yakıştırmaydı, olsun, olay ‘emsalsiz bir ses’ in, halk arasındaki değerini vurguluyor ve Münir Nurettin ’ i daha o tarihte gönüllere oturtuyordu… İşitmişsinizdir: Güya, mehtapta, sandaldan bir enfes gazel duyulur da, sahildekilerden biri, kendini tutamayıp denize doğru bağırır :
‘Nur’ol !.. Münir Nurettin’ misin be birader , nesin? ’
Halbuki gerçekten o’ dur.
Münir Nurettin’ in ta kendisidir…”(18)

Bütün bu genel kabul görmüş övgülere rağmen, zaman zaman Münir Bey’ de her insan gibi bazı yergilerin muhatabı olacaktır. Meselâ ney üstâdı Niyazi Sayın , Türk Musıkîsi üzerine bir gazeteye görüşlerini açıklarken, söz dönüp dolaşıp , musıkimizin bu günkü durumuna gelir. Sayın, Türk musıkisinin yozlaşması konusunda örnekler verirken, Münir Nureddin’ le başlayan değişimin günümüzde de devam ettiğini söyler ve Avni Anıl’ ın eserlerinden örnek vererek :
“…Bu gün tamamıyla terkedildi Türk müziği. Ben dinlemiyorum. Klâsik Batı Müziği dinliyorum. Enteresan şeyler var plâklarda kalmış,onları dinliyorum…
…Bu günkü temeli Münir Nurettin’ ler attılar. İlk devirlerini devam ettirselerdi… ‘Biraz kül
biraz duman’ lar filan, ortalığı kül, dumana boğdu. Türk müziği diye bir şey kalmadı…”(19)
 Üstâd’ ın kastettiği her halde Mısır filmlerine uyarlanan ve Münir Bey’in seslendirdiği şarkılar ile o’ nun “Otomobil Uçar Gider” türünden fantezi şarkılarıdır…

Niyazi Sayın’ ın bu ithamlarına karşı, 5 gün sonra Avni Anıl’ dan cevap gelir. Anıl, çocukluk arkadaşı Niyazi Sayın’a, gerek küçükken yaşadıkları ve gerekse delikanlılıklarında beraber devam ettikleri Üsküdar Musıki Cemiyeti, İstanbul Radyosu ve diğer mekânlardaki beraberliklerini hatırlatır ve şunları söyler :
“…Ah be Niyazi!… Bir türlü ortasını yakalayamamışsın!… Bilirim, sen çocukken, gençken de hep böyleydin! Çok şeyler söylerdin de, ne söylediğini bir türlü sen de anlamazdın…. Neden böylesin Niyazi!… Sen kızgın ve de kırgınsın! İyi de, acısını böyle mi çıkarıyorsun? Seni çok seviyorum Niyazi!…”
Bu satırlardan sonra da özellikle Münir Nureddin’e yönelttiği suçlamalara karşı şöyle der :
“…Ve sen ,herhalde çok şaşırdın veya dilin sürçtü… Musıkîmizin icrasını çağdaş düzeye getiren, ses sanatının abidesi bir Münir Nurettin Selçuk’ la başlatıyorsun yozluğu…” (20)
__________________________________________

K A Y N A K Ç A :
(1) Nimet ARZIK, ”Uç Beyleri”, Ajans-Türk Matbaacılık, Ankara/1972, s.41
(2) Ayşe KULİN, ”Bir Tatlı Huzur”, Everest Yayınları, İstanbul/2006, (3.basım), s. 142
(3) Cem BEHAR, ”Taş Plâktan Compact Disc’ e”, Cumhuriyet Gazetesi, 8 Şubat 1990
(4) Hasan Bülent KAHRAMAN, ”Bir Tatlı Huzur Almak” Radikal Gazetesi, 27 Nisan 2002
(5) Cemal ÜNLÜ, ”Odeon 1930’ larda Neler Yayınladı ? ”, www. odeonmuzık. com. tr
(6) Ayşe KULİN, ”a.g.e”, s. 38.
(7) Zeki YILMAZ, ”TRT’ de Neler Oluyor? ”, sanatalemi.net, 28 Mart 2008
(8) Çelik GÜLERSOY, ”Münir Nurettin’ e Sesleniş”, Cumhuriyet Gazetesi, 3 Kasım 1984
(9) Nevzad ATLIĞ, ”O, Emsalsiz Yorumu ile Musıkimizde Yeni Bir Çığır Açtı”, Tercüman Gazetesi, 4 Mayıs 1981
(10) Nevzad ATLIĞ, ”a.g.e”
(11) Yalçın ÇETİNKAYA, ”Müzik Yazıları”, KaknüsYayınları, İstanbul/199, s. 171
(12) Sadettin ÖKTEN, ”Ahmed Paşa’ dan Münir Bey’ e”, Türk Edebiyatı Dergisi, Nisan/1994, sayı: 246
(13) Nimet ARZIK, ”Uç Beyleri”, Ajans-Türk Matbaacılık, Ankara/1972, s.40
(14) Murat BARDAKÇI, ”Böylesine Zarif Müziği Ancak Münir Nureddin’in Oğlu Yapardı”, Sabah Gazetesi, 3 Eylül 2006
(15) Nevzat ATLIĞ, ” O,Emsalsiz Yorumu ile Musıkimizde Yeni Bir Çığır Açtı”, Tercüman Gazetesi, 4 Mayıs 1981
(16) Ayşe KULİN, ”a.g.e”, s. 129, 130
(17) “Türk müziğinin büyük ustası M.N.Selçuk öldü”, Milliyet Gazetesi, 28 Nisan 1981
(18) Rauf TAMER, ”Aşık’a Bağdat Sorulmaz…”, Tercüman Gazetesi, 29 Nisan 1981
(19) Alpay KABACALI, ”Türk Müziği Terkedildi”, Cumhuriyet Gazetesi, 20 Kasım 1989
(20) Avni ANIL, “Ne Şehittir ne Gazi; Ah Şu Bizim Niyazi ”, Tercüman Gazetesi, 25 Kasım 1989




Hoşgeldiniz