Fazıl Say “İstanbul Senfonisi” Konseri ve NTV’den Acemilik… Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 5806 | En Son Okunma: 28.03.2024 - 10:59
Kategori: Konserler, Yazarlarımız: A.Sarı

Fazıl Say’ın “İstanbul Senfonisi” NTV’den yayınlandı. Ama nasıl bitti?… Almanya Konzerthaus Dortmund desteğiyle bestelenen, Türkiye’deki ilk seslendirimi İstanbul 2010’da değil de, BİFO & Fazıl Say Festivali’nde Gürer Aykal yönetimiyle Borusan Filarmoni Orkestrası tarafından 25 Aralık 2010 ‘da İstanbul Lütfü Kırdar Salonu’nda yapılan Fazıl Say’ın “İstanbul Senfonisi”ni birçok müzik insanı konser salonunda izleme imkanı bulamamıştı. Bu imkanı yeni yılın ilk gününün yarısında(11.10) sağlıyan NTV müzikeverleri bir yandan mutlu ederken, eserin final bölümünü(tıpkı TRT’nin eskiden yaptığı gibi) yarıda keserek aniden reklamlara girmesi ekran başındaki izleyicilerin kalakalmasına neden oldu. Üstelik gece yarısı tekrarında da aynı hata yinelendi…

Konzerthaus Dortmund’un siparişi üzerine 2008–2009 yıllarında bestelenen “Fazıl Say-İstanbul Senfonisi”nin ilk seslendirilişi 13 Mart 2010’da Dortmund’da Howard Griffiths yönetimindeki WDR Köln Orkestrası tarafından gerçekleştirilmişti. “Senfoni”nin geleneksel müzik partlarının seslendiriminde Burcu Karadağ (ney), Aykut Köselerli (vurma çalgılar) ve Hakan Göngör (kanun) solist olarak yer alıyorlar.

İstanbul Senfonisi, Fazıl Say, Op. 28

Bölümler(***):
I. Nostalji
II. Tarikat
III. Sultan Ahmet Camii
IV. Hoş giyimli genç kızlar Adalar vapurunda
V. Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’ya gidenler üzerine
VI. Âlem gecesi
VII. Final

“Senfoni” hakkında NTV’de 01 Ocak 2011 günü saat 11.30 ve gece yarısı 23.30 daki tekrar yayını sonrasında ilk izlenimlerimiz:

İstanbul Senfoni’si yedi bölümlü ve müzik okullarında anlatılan genel sinfoni (köken bilinci -> symphony) biçimine/formuna(dört bölümlü yürük-ağır-oyun havası/şaka-daha yürük) uymuyor. Uyması da gerekmiyor. (Beethoven de 9. Sinfonisine koral bölümü ekliyerek gelenek dışına çıkmıştı). Ama derslerde okutulan “programlı müzik” betimlemesine uyuyor. Diğer deyimle “anlatımcı müzik”… Bu türde, sanki daha çok bale müziği etkisi var.

“İstanbul Senfonisi” içeriğinde kullanılan geleneksel Türk ve batı müziği malzemeleri kendi içinde icrasal olarak ayrıştırılmış.

Asıl öge değil de renk ögesi olarak kullanılan geleneksel sesler ve etkisi için geleneksel Türk müziğinin çalgıları(ney, kanun, kudüm, fiskesiz darbuka, bendir), batı müziği sesleri için ise orkestra çalgıları tercih edilmiş.

Anlaşılıyor ki eser, dünyadaki alışagelmiş oturtumlu sinfonik orkestralar tarafından da seslendirebilsin diye çalgılamada böyle bir ayrıma gidilmiş. Amaçlandığı gibi de karşılaşılması tahmin edilen geleneksel ezgili/çalgılı bölümlerin icrası problemi, orkestraya dışarıdan katılan geleneksel Türk müziği icracılarının konser ülkesine/mekanına götürülmesi ile çözülmüş.

Sinfonik müzik yaratıcılığının büyük bir düşün gerektirmesi ve de:

“Eserinize (batı müziği çevresi dahil çevrenizde poh-poh’tan öte) katkıda bulabilecek, yanınızda bulunmasıyla, arkadaşlığıyla, kafanızda ampul yaktırabilecek insan sayısının size denk gelme olasılığının çok düşük olması; eserinizin seslendirilmesi için de komplexsiz, vıcık vıcık yağ çekilmesi gerekmiyen yönetici hemen hiç bulunmaması…”

gibi nedenler göz önüne getirildiğinde “İstanbul Senfonisi” 21.yy Türk müziği açısından bir devrim abidesi niteliğindedir.

Az biraz benzer örneğini kültürel coğrafyamıza komşu bir ülkede bestelenen “Katar Sinfonisi”nde yaşamıştık.
Ama bir farkla:
Orada Irak’lı besteci ve şef Dr. Salim Abdülkerim kendi eseri Katar Sinfonisi’nde bir batı müziği çalgısı olan klarneti Türk müziği tarzında icra tasası ile özel olarak istemiş, İstanbul’dan Serkan Bağtır ve yine bir batı müziği çalgısı olan Viyolonsel’de de TRT sanatçısı Serdar Açın’ı seçmişti. (Bkz: http://www.musikidergisi.net/?p=505 )

“İstanbul Senfonisi”nin en önemli solisti bizi göre Neyzen Burcu Karadağ. Hemen tüm bölümlerde sinfonin havasını, adeta bel kemiğini oluşturmak görevi kendisine verilmiş. Burcu Karadağ Ney’inden çıkardığı temiz seslerle bu görevin üstünden hakkıyla geldiğini düşünüyoruz.

“Senfoni”yi NTV’den izlememiz sırasında aldığımız notlar:

1- “Senfoni”nin giriş yani Nostalji bölümünde O kadar güçlü volümlü vurmalının yanında gördüğümüz kudümün sesi doğal olarak duyulmamış. Ta ki orkestra dinip de kudüm ve ney tek başlarına kalıncaya dek. Bölüm Neyzen Burcu Karadağ’ın ney solosuyla sona eriyor.

2- Tarikat isimli 2. bölümde tehlikeli bir haber beklentisi, gidip gelme etkileri çoğunlukla ritm unsurlarıyla anlatılmış. Özellikle orkestranın sürekli ritmsel olarak “La İlahe İllallah” söylemi çok ilgi çekici bir buluş olmuş.

3- Sultanahmet Camii bölümü hemen tüm klasik müzikal söylemlerde de olduğu gibi solo ney ve kudümün mistik ezgileri ile başlıyor. Önce yaylılar sonra ağır ağır tüm orkestranın dahil olduğu bölümün mistik havası, direngen bir temanın soru cevaplarıyla geliştiriliyor. Günlerdir denizde olan geminin karaya yaklaşması; bir sabah gün doğumu veya bir dertten sonra feraha çıkma aydınlanması gibi Tanrı’ya teslimiyetçilik müziğe dökülüyor. Ve yine ney ile bölüm bitişi.

Seyircilerde aslında görülmemesi gerekip de görülen, konsantrasyonu bozan ve artık kanıksanmış bölüm arası alkışlama vak’ası bu konserde -eserin bilinmemesi ve ilk seslendirme olması nedeniyle olsa gerek- had safhaya çıkmış. Seyircinin bu reaksiyonunda şef Gürer Aykal’ın hemen her bölüm sonunda orkestraya doğru selamlar şekilde eğilmesinin etkili olduğu da düşünülebilir.
Ayrıca yukarıda belrttiğimiz gibi bir senfoni klasik normlarda dört bölümlüdür. “İstanbul Senfonisi” ise yedi. Gerçi seyircinin ilk bölüm sonundan itibaren her bölüm arasında alkışladığına bakılırsa bu bölüm sayısı değişikliği sebebi, seyircinin bölüm arası alkışlama durumunu açıklamaya yeterli gelmiyor.

4. Bölüm: Hoş giyimli genç kızlar Adalar vapuruna binmiş bale havasında salınıyorlar. Bu bölüm müzikal açıdan iddiasız. hafif müzik tarzında bestelenmiş izlenimi veriyor. Kanunun ezgileri de iddiadan uzak kalıyor. Etkili değil… Romantik olsa da söz konusu etki kanımızca “sinbad ezgileri” tarzında. Ve son nokta gemi düdüğü. Sinbad(!) karaya ulaşıyor.

5- Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’ya gidenler üzerine… Bendir ritminin direngenliğinde hüzün hakim. Geleceksizlik hüznü. Şaşırtıcılık yok. Sonunu biliyorsunuz sanki. Ritmi büyük davul alıyor. Balesel çığlıklar var… Yeğinlik giderek sönüyor. Ve öylece de bölüm sona eriyor.

6- Âlem gecesi … Kanunun geleneksel müziğimizde kalplaşmış bir ezgi atmosferinde taksim girişi. Bir şey gelecek mi diye bekliyoruz. Arpejler filan derken tam solo klasik bir taksim faslına geçiyor ki geleneksel müzikçiler açısından en bildik etkilerden. Enerji yok. Kanun Nihavendli/buselikli(Hisarlı değil) minör makamındaki sıradan müziğine hala devam ediyor. Ve Arap darbukası kıvrak ritmi beraberinde kanunun eşik sonrası ile tel bağlam yeri arasındaki bölümünde tüm tellere çarpma yoluyla elde edilen ve daha çok oyun havalarında kullanılan cırtlatma etkisi ritme ıslıksı sesler katıyor… Tanburi Mustafa Çavuş’un Hisarbuselik, burada buselik makamındaki “Dök zülfünü meydane gel” ve “Kız sen geldin çerkesden”şarkıları esintileri… Bendir, kanun, klarnet ardından bir korku var sanki. İlgi uyandırıyor. Yine zülfü dökmeler ezgisi ve orkestranın ürkünç geçişleri köçekçevari yaylı gidişleri. Kakışkan üflemeliler ve yaylılar bir şeylerle dalga geçiyor sanki. Dalga geçiş sürerken gösteri bitişinin hüznünü kanun duyuruyor.

7- Final… Top atışları ve ardından gelen yıkım etkisi ney ile desteklenirken…

Maalesef:

NTV yayını keserek reklama giriyor…

Akşam gece saat 23.30’dan itibaren tekrarını pür dikkat izliyoruz kaldığımız yerden devam:

“Ney top sesleri arasında uzun uzun defalarca haykırıyor. Ardından top seslerine tekrar tekrar içli cevabını aktarıyor. Yaylıların matemsel havası aynı cevapların başkamalarını başka seslerden varyasyonlaştırıyor. Tiz yaylı sesleri ve ney . Savaş alanında rahatlık hakim.”

Derken…

Yine NTV reklamı!.. Bir kez daha reklamı devreye sokuyor.

Seyirci kalakalıyor.

Ve ardından tıpkı sabah 11.20. yayınında olduğu gibi. Devam ediyor ama nereden dersiniz?

Bis yapılan “Hoş giyimli genç kızlar Adalar vapuruna binmiş” bölümünün sonundan.

* * *

Doğrusu, yapıtın Türkiye’deki  seslendirme yaşanımları/realiteleri düşünüldüğünde insan; “İstanbul Senfonisi Türkiye ilk seslendiriminin ilk TV yayınında seyircilerin coşkulu alkışlarının izleyiciye gösterilmemesi bilinçli miydi?” şeklinde bir soruyu aklından geçirmekten kendini alamıyor…

Hadi tüm iyi niyetli çabalara rağmen yine acemice yapılan çekimi boşverdik ama kendi ülkemizde yayın yapan kanalın, NTV’nin müzik dinleyicisine saygı noksanlığından, sinfonik müzik yayınlama adabı ve görgüsünden eksik oluşundan, o sırada yayın sorumlusunun acemiliğinden konserin sonunun gelmediğine – böyle bir şey olmaz, “NTV yapmaz” inancımızdan dolayı- ancak gece yarısı yayınlanma tahminiyle bekleyip ve sonunda tekrarlanan yayında aynı duruma bir kez daha tanık olunca tepkimizi dile getirmeden edemedik.

NTV’yi önce yeni yılın ilk gününde bizi, artık ilginç olmayan Viyana Filarmoni Orkestrası ve kanıksadığımız duble popüler repertuarı yerine değerli bir Türk bestecisinin eseriyle buluşturduğu için önce teşekkür ediyor ama yayındaki kesinti sebebiyle böyle bir Türkiye ilk seslediriminde hem besteciye, hem orkestraya, hem de müziksever izleyici kitlesine yapılan yayın acemiliğinden dolayı kınıyoruz…

Çünkü bir konserin sonundaki seyirci reaksiyonunun etkisi eserin kendisi kadar önemlidir…

* * *

Eser hakkında detay açıklamalar için bkz: (*)(**)(***)(4*)

________________________________________________


(*) Konserin çekimini yapan Şafak Taner’in eleştirilere verdiği yanıttan alıntı:
“Dün seyrettiğiniz montaj süre kısıtlığı sebebiyle birkaç teknik hata içermektedir. Normalde bu hatalar bizim yaptiığımız montajda görünmemekte fakat kanalla bizim montaj masamızın uyumsuzluğu sebebi ile ortaya çıkmış ve yeni yıl arifesi olmasi sebebiyle herkesin tatil yapmasından dolayı düzeltilemeden yayına girmiştir. Fakat Tv’de yayınlanan bir “yeni yıl ilk konseri”nde yaşayan bir Türk bestecisinin eserine yer verilmesi devrimsel bir harekettir… Oluşan bu küçük hatalar sebebiyle görsel zevkinize bir süreliğine ara verdiysek affedilmemizi dileriz…”

(**) Milliyet Gazetesi yazarı Meral Tamer  canlı izlediği konser finalini salondan şöyle aktarıyor:

“55 dakikalık İstanbul Senfonisi bittiğinde, kendim de dahil Lütfi Kırdar’ı dolduran 2 bin kişinin aynı anda ayağa fırlaması, 14-15 dakika süren alkış tufanı ve “Bravo Fazıl” sesleri yıllarca kulaklarımda kalacak. Ve dinmek bilmeyen alkışlar karşısında o besteleri yapan, piyanoyu uçuran dev adamın nasıl selam vereceğini, elini-ayağını nereye koyacağını bilemeyen utangaç, mahçup hali de sanırım o geceyi yaşayan herkesin hafızasından silinmeyecek.
Alkışlar ancak şef Gürer Aykal’ın “Hangi bölümü yeniden çalmamızı istersiniz” sorusuyla duruldu. Salon 1. ve 4. bölümler arasında kararsız kalınca, kararı Fazıl verdi:

“4. Bölüm: Hoş giyimli genç kızlar Adalar vapurunda!”

(***) Yeşil Gazete.com’da Işıl Sarıyüce’nin 29 Aralık 2010’da gerçekleştirdiği röportajın konumuzla ilgili bölümü Türkiye açısından diğer bir vak’ayı gözler önüne seriyor. Sanatçımıza verilen değeri yansıtması açısından aktarmadan edemedik:

Fazıl Say’a yöneltilen soru şöyle:

“Siz İstanbul Senfonisi’ni İstanbul 2010 kapsamında seslendiremediniz? İstanbul üzerine, üstelik 2010’da yazılmış bir senfoninin kültür başkenti kapsamında seslendirilmemesi ilginç değil mi? Bunu neye bağlıyorsunuz?

Fazıl Say: İstanbul Senfonisi skandal bir konudur. Bakın, İSTANBUL SENFONİSİ Konzerthaus Dortmund’un ve WDR’nin (West Deutsche Rundfunk Radyosu) besteci Fazıl Say’a ortak siparişi üzerine oluşmuştur.
Avrupa’da çıkan eleştiriler bu eserin bir 21. Yüzyıl başyapıtı olduğu, yüzyıllara binyıllara kalacağı yönündeydi. Yani, doğrusu şu ki, sipariş ücretini Almanlar vermişti zaten. Biz İstanbul 2010’dan bir beste siparişi talep etmedik. Buraya bir parantez ekleyelim. Bu bile aslında ayıptır. Fazıl Say’ın besteleyeceği bir İstanbul Senfonisi’nin siparişini Türklerin vermesi gerekmez miydi? Ama onu geçtik, biz bu konseri İstanbul 2010 Kültür Başkenti kapsamında çalalım onlara hediye edelim, onlara yardım edelim, destek olalım düşünceleriyle başvurmuştuk. Bin pişman ettiler bizi. Başvurumuz reddedildi. Üstelik çok ayıp bir şey, “Proje çok pahalı” denildi.
Yani anlamadığım şey şu, bu konser aslında normal bir Borusan Orkestrası konseri. Lütfi Kırdar Kongre Merkezi kiralanıyor, Fazıl Say normal bir klasik müzik konseri bütçesi ile ve dünyanın her yerinde aldığı fiyat ile o konserin solisti oluyor. Ve ardından Gürer Aykal İstanbul Senfonisi’ni Borusan Orkestrası ile İstanbul’da ilk kez yorumluyor. Orkestramız 100 kişilik. Bu pahalı mı?
İnanılmaz ayıp ettiler… Şunu da eklemek isterim, yani biletten elde edilen gelir ile neredeyse bütün konserin masrafı bile çıkartıldı. Orkestranın, şefin ve solistin masrafı. Çok ayıp ettiler. Yanlış ve yanlı davrandılar…”(1)

(4*) İstanbul Senfonisi bölümleri bestecisi tarafından şöyle betimlenmiş:

I. Nostalji
İstanbul Senfonisi, gecenin buğusunda Marmara Denizi dalgalarının kıyıda sakince hışırdaması ile başlar. Nitekim, bu deniz seslerini eserin en sonunda tekrar duyarız. Şöyle ki, yedi bölümlü senfoni, denizden çıkıp İstanbul’u anlatır ve biterken tekrar denize döner.

“Nostalji” bölümünde, geçmişin izinde denizin hışırtıları eşliğinde hayallere dalarız.
1940’lardayızdır belki… Orhan Veli İstanbul’u dinliyordur…
Ya da 1920’ler…
Dalmış gitmişizdir. Hayallerdeyizdir…
Gecenin bir vakti loş deniz hışırdar ve senfoninin hicaz makamındaki ağır ana teması başlar.
Ney ve kanun da orkestranın şarkısına uzaklardan dokunur.
Müzik ve görüntüler kararmaya başlar.
Bizlerse hayal içinde hayallere dalarız.
Karanlığın içine gömüldüğümüzde, zamanda yolculuk gibi, 1453 yılına gideriz: “Fetih” günüdür!
Davullar, trompetler, gümbürtüler, patlamalar, etraf savaş alanıdır… Mehter takımı duyulmaya başlar: Ceddin Dede! Kudümler vurur. İstanbul’un yaşadığı en hareketli gündür. Osmanlı ve Bizans savaşmaktadır.
Sonra tekrar uyanılır ve gecenin karanlığına, hicaz şarkıya dönülür.
Deniz hışırdar.
Biz hayaller içinde hayallerdeyizdir…

II. Tarikat
Bu bölümde tarikatların karanlık yüzü ve fanatizm anlatılır. Dinin siyasi emellere alet edilmesine duyulan öfke ve din sömürücüsü tarikatların büyük otoritesi, bu hızlı bölümü oluşturan karanlık ve gergin notaları oluşturmuştur. Bu notalar aslında onların öfkesi, “din ve para” konusudur.
Ve bir ritimden yola çıkar öfkenin müzikteki kurgusu…
“La ilahe illallah” diye “zikir” edenler akla gelir…
Ritim müziğidir.
Ritim melodisidir.
Besteciye göre, yüzyıllardan beri gelen ileri Mevlevi ve Bektaşi müzik kültürlerinin çok gerisinde, “arkaik” denebilecek bir müziktir günümüz zikirlerindeki ritim melodileri…
“La ilahe illallah” cümlesinin salt ritmi bu bölümün ana fikridir.

III. Sultanahmet Camii
Dinin siyasi emellere alet edilmesini “Tarikat” bölümündeki karanlık notalarla duyduktan sonra, bu bölümde “apaydınlık” bir İslam şaheseri anlatılır: Sultanahmet Camii. Besteci için camilerin en güzeli, en huzurlusu, en muhteşemidir. Orada olmak büyüleyicidir, metafiziksel boyutta salt benlik uzlaşısıdır, meditasyon gibidir.
Ney ve kudüm segâh makamından anlatmaya başlar.
Orkestra ardından genişleyerek büyür. Caminin evrene yükselmek isteyen, uhrevi, hüzünlü teması hissedilir.

IV. Hoş giyimli genç kızlar Adalar vapurunda
Kanun, Adalar vapuru güvertesindeki yakışıklı delikanlıdır.
Flüt, obua, klarnet ve fagot, yakışıklı delikanlının ilgisini çekmeye çalışan hoş giyimli genç kızlardır.
Tuba, vapur düdüğüdür.
Mutlu ve güneşli bir yaz sabahıdır.
Kızlar, delikanlı uğruna kavgaya tutuşur.

V. Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’ya gidenler üzerine
Bu bölüm, bir nevi, Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları eserine arka plan müziği gibidir.
Gece treni yola koyulur. Tren yolculuğu yapanlar hayaller kurar.
Yolculuk hayallerdir.
Lokanta vagonunda yeni evli bir çift hayallere dalmıştır.
Ötede dalıp gitmiş âşık bir adam vardır. Aşk’tır sezi…
Sağımızda deniz vardır. Vurma sazlardan rayların seslerini duyarız. Trompetler tren düdüğü seslerini verir…
Bir başka masada dertli bir adam vardır. Trombon onun temasını karanlıktan verir.
Sonra tekrar diğer masalara döneriz. Ray sesleri ve ray ritimleri eşliğinde dertli adam, âşık adam, yeni evli çift, herkes bir aradadır.

VI. Âlem gecesi
Gecenin ışıklarında bir İstanbul sokağı…
Uzun kanun taksimi yoğun senfoniyi rahatlatır.
Kanun bitince danslar başlar.
Bir yerde “Dök Zülfünü Meydane Gel” şarkısının bir benzerini işitir gibi oluruz.
Ardından tüm süratiyle bir “köçekçe” başlar.
Köçekçe büyük bir gürültüyle kesilir. Sulukule’nin ışıklı sokaklarında körkütük sarhoşuzdur.
Kanun, “Dök Zülfünü Meydane Gel”i çalamayacak kadar sarhoştur.
Gecenin ışıklarında bir İstanbul sokağı…

VII. Final
Ve günümüz… Bugün!
Dertli insanlar. 15 milyon nüfuslu mega-metropol İstanbul.
Romantizmin, yaşamın kalmadığı, stres, sıkıntı, bunalım ve hayalsizliğin hâkim olduğu rengi algılarız.
Üç kere sağır edici mertebede patlar orkestra.
Sıkıntılı melodiler kasvettir.
Müzik kaçmaya çalışır.
Patolojik enstantaneler gibi, bir foto flaş hızında gözümüzün önünden senfoninin tüm bölümlerinden temalar geçer: “1453” kudümleri, “la ilahe illallah” ritimleri, “Caminin hüzünlü teması”, “hoş giyimli bir genç kız”, trendeki dertli adam”…
Ve başladığımız noktaya, gecenin karanlığına, hayallerimize döneriz birden… Hicazdır, şarkıdır. Nostaljidir.
Yine dalgalar hışırdamaya başlar.
Denizden gelen İstanbul Senfonisi, biterken denize dönerek kaybolur…

* * *

____________________________________________
(1)http://yesilgazete.org/2010/12/29/fazil-say-istanbul-kultur-baskentinden-aklimda-kalan-faaliyet-yok/




Hoşgeldiniz