“Geleneksel Türk Müziği Yasağı” hakkında yeni bir belge: “Bay Vedad Nedim’e” … Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 3479 | En Son Okunma: 19.04.2024 - 03:22
Kategori: Tarih ve Anılar, Yazarlarımız: A.Sarı

Meb’us Ahmet Tal’at Onay’ın(*) geleneksel Türk müziğinin yasaklanması (konu detayı için bkz: Ayhan Sarı “Geleneksel Türk Müziğinin Yasak Tadı” http://www.musikidergisi.net/?p=1732 ) hakkında Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’e (1897-1985) hitaben 1936’da kaleme aldığı yazıyı(1) yayınlıyoruz… Yazının yasağın devam ettiği dönemde kaleme alınmış olmasını dikkate almak gerek. Yazıda: Yasak süresince halkın komşu ülke radyolarındaki müziklere yönelmesi gibi gerçekçi serzenişler ile bugün bile yapılamamış tesbitlerin, birinci ağızdan, birinci yetkili kişiye hitaben dile getirilmesi açısından önemli…

Ankara ve İstanbul Radyoları Matbuat Umum Müdürü Bay Vedat Nedim’e;

Değerli ve genç arkadaş,

İstanbul ve Ankara radyolarında millî havalar çalınması, söylenmesi için emir verdiğiniz haberi(1936 M.D.) tek radyosu olan kasabalarda bile derin sevinçler uyandırmıştı. Ne yazık ki bu sevinç uzun sürmedi; gazetelerin yazısından anlaşıldı ki yalnız haftada bir- gece İstanbul radyosunda Osman Pehlivan’ın (bağlama) çalması için imiş.

Bu iki haber arasında geçen her akşam Ankara ve İstanbul merkezlerini arayan Türk musikisi meraklılarının üzüntülerini, sonra haberin yanlışlığı karşısında duydukları teessürü bilseydiniz ve hele o günden beri zehirden şifa beklercesine Mısır, Hayfa ve Bari merkezlerini Arapça; Kırım, Erivan merkezlerini -sözüm ona - Türkçe havalar için aradıklarını görseydiniz sanırız ki siz de bizim kadar üzüntü duyardınız.

Koca Türkiye’de iki radyo istasyonu var; bunlar da kuvvetsizlikleri şöyle dursun programsızlıkları yüzünden çok berbat ve komşulara bakılınca adeta yüz karası sayılabilir.

Anadolu’nun elektriği olan her bucağında bu iki merkez şu son -günlerde - muayyen saatlerde - hemen ancak siyasi vaziyete dair ajans havadisleri dinlemek için açılıyor; yoksa gelişi - güzel çalınan pilakları dinlemek için değil.

* * *

Asıl feci olan cihet, Erivan’da Ermeni ağzı ile söylenen şarkıların, Kırım’da Kazan ağzı ile ırlanan türkülerin ve Arap merkezlerinde okunan mavalların Türkler tarafından dinlenmesidir.

Ermenilerin Türkçe’yi olduğu gibi Türk ahenklerini de alt üst etmeleri yetmiyormuş gibi işe bazı iptidaî (ilkel) nağmeleri de sokarak bunu Türk musikisi şeklinde göstermeleri dinleyenlere cidden ızdırap vermektedir. Kırım’da ise “Millî konser” namı altında söylenen şeyler hep kırk elli yıl önce İstanbul’da ya Çingeneler tarafından yapılmış veya birçoğu Şehzadebaşı tulûat tiyatrolarında o zamanki Şantözler tarafından söylenmiş şeylerdir ki, Türk musikisi ile bir ilişiği yok gibidir. Değerleri ancak geçmişteki İstanbul hayatını hatırlatmaya yaramasındadır. Yoksa güftesi de, bestesi de Türk musikisi için bir lekedir.

Arap merkezlerine gelince haftanın bir kaç gecesinde Kuran okumak adeti Mısır’da başladı, şimdi Hayfa’ya ve daha garibi İtalya’nın (Bari) merkezine de sardı. Gûya islâmlık yalınız Arabistan’a mahsus imiş ve gûya dini bütün müslüman Araplar imiş gibi bir nümayişten ibaret olan bu Kur’an okumak adeti yanında islamlık propagandası ve kimbilir daha ne gibi emeller taşıyan hitabeler de başladı.

Halkımızın yüzde doksan beşinin Arapça propagandalardan bir şey anlamadıkları muhakkaktır.

Fakat ( Kur’an ) dinlemek, bahusus bir Arap ağzından dinlemek arzusu o kadar artmıştır ki en mutaassıbdan en laike kadar herkes Mısır’ın Kur’anını, olmazsa mavallarını dinlemek istiyor. Çünkü çalınan parçalar içinde bütün bütün klasik Türk musikisinden alınmış parçalar da vardır.

İstanbul ve Ankara ile Anadolu’nun bazı yerlerindeki ücra kahvehanelerde halkın adeta camideki huşû ile Mısır radyosu dinledikleri her zaman görülmektedir.

* * *

Geçenlerde Çankırı’da bulunuyordum; bir gece havanın soğuk olmasına rağmen içlerinde münevverler de bulunan beş yüz kadar halkın hükümet caddesi üzerindeki bir gazino önünde Mısır radyosunda okunan Kur’anı dinlediklerini, tavla, iskambil oynayanların oyunu bıraktıklarını gördüm. Hangi gecelerde Kur’an okunduğunu öğrenen meraklıların vaktinde kahve önünde toplandıklarını , o gece yalnız Kur’an müşterilerine beş yüzden fazla kahve satıldığını ve bu toplantının asla dikkati celbetmediğini öğrendim. Ne acıklı hal!

Kur’andan sonra Avrupa merkezlerinden verilen konserler, kimseyi alakadar etmiyordu; her kafadan « Eyyy, kes!» sözü duyuluyordu. İstanbul ve Ankara merkezlerinin haftada bir kere olsun arandığını duymadım. Bu hal yalnız çarşı radyolarında değil, evlerdeki radyolarda da aynen vâkî idi. Alafranga musikiye az çok kulak dolgunluğu taşıyanların bile misafirlerini memnun etmek için kendi zevklerinden fedakarlık yapmaya, yani Arap merkezlerini açarak misafirlerini eğlendirmeye katlandıkları - yalnız Çankırı’da değil - her yerde görülmektedir.

* * *

Alafranga musikiye alışmamış olan bir halka, milli havalarını dinletmemek ve yalnız Avrupalıların yerli ve milli şarkılarını dinletmek suretiyle garp musikisine ısındırmak gayreti karşısında ruhiyat ve içtimaiyat bilginleri ağlar, develer güler. İnsan kendinin olmayan şeye nasıl ısınabilir ? Müstemleke olan memleketlerde bile yerli havaları daha çok yer buluyor; evet, müstemleke olan Arap memleketlerinde Arapça, Türklerin çokça bulunduğu Rus memleketlerinde Türkçe havalara ayrılan saatler İngiliz, Fransız ve Rus havalarına ayrılan zamandan aşağı değildir.

Hem Türkler musikisiz bir millet midir ki onların kulaklarına garbin bin türlü bestesini doldurmaya çalışarak yeni bir (kültür) sahibi yapmak, yeni bir musiki muhabbeti aşılamak gayreti görülsün! Dünya yaratıldığı gün üzerine ayak atan nasıl Türk ise ve bu sağır toprağın duyduğu ilk ses nasıl Türkçe ise bu toprak üstünde sevinç ve tasasını düzgün adımlarla atlamlı kıpırdayış ve sıçrayışla ilk raksı yapan ve bunu sesle duyuran da yine Türk’tür.

Tek bir sözle anlatalım. Türk gibi Türk’ün raksı, musikisi, dil ve edebiyatı da dünya kadar eski ve köklüdür.

* * *

Türklerin daha Asya’da iken Kopuzla çalınan bir musikileri vardı. Bu musiki bir takım tekamül yollarından geçtikten sonra bu günkü ( Milli musiki)miz haline geldi. Fakat bir taraftan da geçtiği yerlerin tanıştığı kavimlerin dil ve edebiyatına olduğu gibi musikisine de kulağını tıkamadı; böylelikle yabancı unsurlar da karışdı ve nihayet saltanat devirlerinin. yadigârı olan (Kılasik ) denilen musiki meydana geldi. İkiye ayrılan Türk musikisinin halk arasında yaşayanı asırlardan beri ıslah ve himaye görmedi ; belki halka ait olduğu için daima hor görüldü - Saltanata dayanan kılasik musiki ise, kemal mertebesinin sonucuna yaklaştı. Halk musikisi nasıl bizim biz Türklerin ise, kılasik musiki de bizimdir. Çünkü bunların tamamen Türk milli dehasının mahsulü olduğunu unutmayalım. Her biri bir sanat bediası olan Türk Kılasik parçalarını bayağı görmek,Türk olmayanların hoşuna gitse bile Türklere kan ağlatır . Bu öyle bir küstahlıktır ki Mimar Sinan’ın eserlerini bayağı görmekle müsavi bir körlükdür. Nasıl ( Süleymaniye ve Edirne’deki ( Selimiye ) Camilerine dil uzatanlara söylenecek söz bulunmazsa Kılasik musikimizin deha mahsülü olan parçalarına yan bakanların da ahmaklığını anlatacak bir tabir bulunmaz .

Maksadımız halk nıusikisi ile kılasik musikimiz hakkında mukayese değildir. Asırlardan beri ihmal edilmiş olan halk musikisinin ihyası , ıslahı ve himayesi hususlarıdır .

Kılasik musikimiz kıymet yönünden ne kadar yüksek olursa olsunlar halkın malı sayılamaz - Çünkü halk garp musikisine olduğu gibi bunlara da yabancı kalmıştır, kalacaktır. Halka hitap ve halkı alakalı etmeyen bir şey millî sayılamaz. Millî sanat eserleri odur ki mayasını halkın heyecan ve tahassüründen alır ; milletin sanat şekillerine , asırlardan beri sürüp gelen sanat kurallarına eğri bakmaz . Milletin dehasını taşıyan ferdin yüreğinden koparak bütün milletin kalbinden elektirik ceryanları geçiren bir san’at eseri (Millî)dir. Bu itibarla kılasik musikimizi , halk musikisinin ıslah ve tekamülü için, unutabiliriz; fakat bunların da Türklüğünü unutmamak şartiyle…

* * *

Bir de ( Millî havalar ) denilince hemen her türkünün milli olduğunu sanmak bir hatadır. Şu son günlerde Ankara ve İstanbul radyolarında Osman Pehlivan, Hulûsi, Veysel gibi sanatkarların sazlarının sesleri de duyulmaya başladı. Bundan bütün Türklerin memnun olduklarına şüphe yoktur - Fakat her bağlama çalanın çaldığı ve söylediği şeyler millî olmadıkları gibi kısmen bunlarınkiler de millî sayılamaz

Radyoda çalan san’atkarların çaldıkları parçalar tamamen memleket havaları olduğu halde hepsini de millî dehanın örınekleri sayamayız . Bunların bazıları ( köçek havası) dediğimiz şeylerdir . Bunları da bütün dünyaya (millî havalar ) diye yaymak her halde zararımıza kayıt edilecek bir iştir.

Türk musiki aleti yalnız bir (bağlama ) dan ibaret değildir; tellerin sayısına göre (bağlama, bulgarî, cura , bozuk, divan sazı, çöğür ) gibi bir çok çeşitleri olduğu; Keman , kemançe, tanbur, def , zilli maşa, santur ve kanunun da Türk musiki havalarına her yerde öteden beri refakat ettiği malumdur . Bu aletleri çalmakta usta olan üç beş sanatkârı bir araya getirmek, kendilerine bir pilan dahilinde çaldırmak ve söyletmek pek de güç bir mesele olmasa gerek. Hele ara sıra Avrupa’ya kendimizi tanıtmak için en güzel bir vasıta olacağına şüphe yoktur.

Atatürk’ün işaret ettiği hedef…

Türk halk musikisinin ıslahı, armonize edilmesi işi bir ilim ve fen meselesidir, zamanla hiınmetle halledilebilir. Yoksa men edilmekle değil…

Esasen Büyük Dahi , Ulu Önder (Atatürk) de Türk musikisinin ıslahı lazım geldiğine işaret buyururlarken ilmi yoldan gidilmesini asrın ihtiyacına uygun ve millî ruhtan doğan bir musiki meydana getirilmesini tavsiye buyurmuşlardı. Bu büyük emri yerine getirecek kimlerse hemen harekete getirilmelidir. Türk musikisini atarak yerine garp musikisi adı altında şunu bunu Türk’ün kafasına yerleştirmeye çalışmak yorgunluktur, zaman ve servet sarfından başka bir sonuç vermez .

Millî musikimizin ıslahı hakkındaki ümitlerimizi kesmiyoruz ; bir taraftan buna çalışırken; bari diğer taraftan milleti kendi musikisindeıı mahrum etmeyelim. Ve Türkleri, Türk millî dehasının eserlerinden soğutmayalım. Hele Arap ve Ermeni musikisi dinlemekten artık halkı kurtaralım. Çünkü zaman geçiyor bile – Bir de Ankara ve İstanbul’da olduğu gibi Türkiye’nin her tarafındaki çalgılı kahvelerde curcuna havaları çalındığı halde millî havaların radyoda çalınmaması sebebi acaba nedir? Bizim havalarımız Arapların mavallarından, Bulgarların uğultulu ve dağlı seslerinden , bir takım garp merkezlerinden bize kadar gelen öğürtülü-böğürtülü nağmelerden daha mı fenadır?

Bay Vedad Nedim;

Değerli ve Türkçü arkadaşlarınızla baş başa vererek bize Türk musikisi dinletecek bir çare bulunuz. Bunu sizin zekânızdan, Türkçülüğünüzden beklediğimiz için sana hitap etmeyi yerinde ve yolunda bulduk.

Kızım sana söylüyorum…

Çankırı’dan Duygu…
_________________________________
(1) Duygu Dergisi, (haftalık) Sayı: 279 ve 280. 25 Nisan 1936 ve 2 Mayıs 1936, Çankırı
(*)Ahmet Tal’at Onay : Edebiyat ve siyaset adamı. Çankırı’lıdır. Atatürk’ün seçmesiyle 1923-1946 arası Çankırı ve Giresun milletvekilliği yapmıştır.
(**) Fotoğraf: Vedat Nedim Tör




Hoşgeldiniz