Milli Eğitim Bakanı söyleminden, müzik eğitim hayatımıza objektif bir yol oluşturabilir miyiz?.. Dr. Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 3624 | En Son Okunma: 29.03.2024 - 09:54
Kategori: Cevabi Yazılar, Toplum ve Müzik, Yazarlarımız: A.Sarı

Prof.Dr. Ömer Dinçer müzik hayatımız açısından belki de en önemli problemi üstelik Bakan kimliğiyle dile getirdi. (Aralık 2011). Dedi ki: “…Çocuklarımıza müzik dersi veriyoruz do-re-mi-fa; o kadar. Bir enstrüman çalamıyor. Ayrıca herkesin ortak söyleyebileceği şarkıların olmamasını büyük bir problem olarak görüyorum. Sosyal yönden eksik çocuk yetiştiriyoruz.” Haklıdır… Müzik hayatımızın en önemli problemi eğitim fakültelerinin müzik öğretmeni mezun eden bölümlerinden toplumsal müzik zekası, birikimi ve yeteneğine sahip müzik öğretmenlerinin yetiştirilememesidir…

Müzik açısından bir neslin yetişmesinde ana sorumlu, müzik öğretmeni eğiten kurumlar ve dolayısıyla oralarda eğitim veren öğretim üyelerinin tümü olmasa da çoğunluğudur. Milli Eğitim Bakanlığı’nda müzik eğitimi müfredat programlarını kim hazırlamaktadır? Herhalde sosyal veya fen bilimciler değil…

Sayın Bakan söylediklerinde yerden göğe kadar haklıdırlar.

Müzik eğitim sistemi ve dolayısıyla o sistemin oluşturucularının başarılı olduğundan sözetmek mümkün değildir.

Müzik öğretmenlerimizin genel söylemi şudur: “Müzik dersi saati az, öğrenci üniversite sınavına programlanmış, yerimiz dar vs vs” …

On yıllardır müzik eğitimi şûrâları, kongreleri, sempozyumları, çalıştayları, panelleri düzenlenir. Madde madde sonuç bildirgeleri yayınlanır. Bu bildirgeleri uygulayabilecek somut bir mercii (MEB) bulunmasına karşın gelinen durum sayın bakan söylemidir.

Müzik eğitimcisi yetiştirme sistemi içinde çağdaşlık adına varolan gizli tutuculuk, kendini yok etmek istemeyen müzik sistemi statükocuları yerini; “öğrencinin gelecek yaşantısında insanlarla yan yana, hemen her yere taşınabilir işlevsel bir çalgısıyla; bağlamasıyla, kanunuyla, gitarıyla, meyiyle, def’iyle birlikte; sosyal paylaşım anlarında birleştirici, ortak müzik yaşamına yönelik, kişisel anlamda ise işe yarar bir eğitime” bırakabilir. Müzik öğretmenlerinin ezici çoğunluğunun eğitim amaçlı bile olsa bir çalgı icra edemediği görülmektedir. Piyanodan ses alıp verebiliyor ama o da çoğu okulumuz dersliğinde bulunmuyor.

Köy Enstitülerinden sonra yap-boz ile geçen yarım asırlık süreç, fikir açısından yeterlidir.

Sayın Bakanın sözlerinin altı dolacak mı? Ümit verici görünüyor.

Düşünceler sorunu çözme üzerine odaklanır; iç kulis dedikoduları yerine yazı şeklinde yeni bir gündem oluşturur, Musiki Dergisi’nde veya diğer yayın organlarımızda yayınlanır. Tartışılır.

* * *
Bir sistemi oluşturan canlı elemanların değişmesi, kendilerinin ve o güne dek öğrendiklerinin, varlıklarının yokolması manasında algılanmakta; sistemi değiştirmeye uğraşmak, o sistem içinde yokedilme tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Zaten değişimin ana zorluğu da burada değil midir?

Bir yazımızda(1) şöyle demiştik:

“Müzik, hayatımızın her anında duyduğumuz, duygulandığımız, hissettiğimiz kültür-sanat türü. Hatta diğer güzel sanat dalları içinde zaman mekan atmosferi zorunluluğuna ihtiyaç duymadan paylaşılıveren tek sanat dalı. Hayatımızın bu denli içinde olan müziğin eğitiminin hala sorgulanma aşamasında olduğu gözlenmektedir. Ne menem bir süreç ve de öncesiymiş ki aşa aşa bitirilemedi. Her aşışta mutlaka bir geri kalış çıktı. Yapa boza gelişeceğine inanılan bir öğretim sistemi her yıl birçok yeni kurbanlar verdi…
O sevgili müzik öğretmenlerimiz Türkiye müzik-kültür-eğitim vs’sinin idealinden çoktan göçüp gittiler…

Bu iş artık kalanlarıyla belki de en önemlisi onları yetiştirenleriyle yürümüyor.

Milli Eğitim Bakanlığı kurulduğundan bu yana devlet eğitiminin türlü kademelerindeki uygulamalar –sanki dünyada tek eğitim gören sadece bizim çocuklarımız imiş gibi- nerdeyse her yıl değiştirilir hale geldi.

İlgili sivil toplum kuruluşlarının çalışma şekilleri ise -seslerini duyurma değil de- sanki millet iş üstünde görsün görüntüsü gibi duyurmama, etkili olmama üzerine kurulu…

Oysa durum konunun birkaç basit maddeye indirgenmesinden başka bir şey değil.

Kişi müzik gelişim maddelerini iyi ve de uygulanabilir şekilde tesbit etme yeterliliğinde yerellik ve içinde bulunulan toplumsal, maddi, manevi koşullar önemli unsurlar…

* * *
İşin okul boyutuna gelince: Sınıftaki her öğrenciden müzik yeteneği zaten beklenmez.

“Müzik kulağı olanlar - müzik kulağı olmayanlar; çalgı çalma yeteneği olanlar
müziğin kültür/repertuar boyutuna ilgi duyanlar” şeklinde basit bir temel sınıflama…

Bütün öğrencilerin aynı kefede değerlendirilmesi -daha doğrusu değerlendirilmemesi- birçok kültür/sanat insan değerimizin daha işin başında yitip gitmesine sebeb olmaktadır.

* * *
Orta öğrenim müzik eğitiminde öğrenciler şu ana başlıklar altında toplanmalıdır:

1- Müzik kulağı olanlar,
2- Müzik kulağı olmayıp da müziğe meraklı olanlar,
3- Müzik kulağı olup da çalgı öğrenme yeteneği/isteği olmayanlar.
4- Öğrencilerin hayatı süresince eş-dost toplantısında birlikte söyleyebilecekleri bir repertuarı öğrenmeleri.
5- Müzik yeteneği olmayan öğrenci ayrıştırılarak -nota, flüt vs öğretilmeye çalışılması yerine- müzik alanında genel kültür düzeyinin, repertuar bilgisinin arttırılması.

Tüm bu sınıflamaların uygulamasında biri müziğe yetenekli öğrenciler, diğeri kültürel müzik için olmak üzere iki ayrı müzik çalışma sınıfı/salonu ve iki müzik öğretmeni asgari eğitim için yeterli gelecektir.”

Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki müzik eğitimi birimleri ve çalışanlarının içinde bulunduğu kemikleşmiş sistemin ne derece işlevsel ve de faydalı oldukları artık tereddütlüdür. Sözkonusu tereddüt, statükocular ile tarikat/din ögeleri mercilerinin korkusu arasında sıkışmıştır.

* * *
Sayın Bakanın ağzından dile gelen problemde “geleceğe bizden; toplumsal birlikteliklerde de paylaşılan objektif bakış açısıyla kendiliğinden oluşmuş mutlu seslerin bırakılması” bir tarihin ikinci evresi olarak kayıtlara geçecektir.

Sayın Bakanın söyleminin bir şans olup olmadığını zaman gösterecektir.

Özü yanlı değilse; içi objektif, çoğunluğun ve de medeniyetin müzik ihtiyacına uygun doldurulabilirse…

Aksi takdirde yeni bir yap-boz uygulaması daha yaşanır ki:

Gelecekten alınan emanetin genetik yapısı daha da bozulmuş olur.

Tıpkı Cumhuriyet’teki örneğinden 100 yıl önce yani 1826’da Osmanlı’da yaşanmaya başlanan “müzikte batılılaşma” örneğinde olduğu gibi…
_____________________________________
 (1) Ayhan Sarı “Müzik Eğitiminde Yap-Boz’lara, Deneme Tahtacılığına Devam”
http://www.musikidergisi.net/?p=1209




Hoşgeldiniz